ZAP SUYU'NDA KAYBOLAN KÖY ENSTİTÜLÜ ÖĞRETMEN

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

....
Yıl 1960.
Mayıs’ın 5’i.
Bütün kışı yoğun kar altında geçiren Hakkâri’ye bahar geliyor. Cilo’nun, Sümbül Dağı’nın erimeye başlayan karları Zap Suyu’nu azgınlaştırıyor. Bütün kış boyunca tipiye, borana aldırmadan çevredeki köylerin teftişini bitiren Selahattin Şimşek, kendisi gibi öğretmen olan eşi ve arkadaşlarının uyarılarına aldırmadan geriye kalan tek köyün, Oramar’ın yolunu tutuyor. Biliyor ki, görevini yapmazsa, alacağı terfiyle maaşı üç kuruş artacak olan, belki de tayini buna bağlı öğretmen, bir sonraki denetleme dönemini bekleyecek!
Mayıs başında bir katırcıyla çıktığı köyün yolu Zap Suyu’ndan geçiyor. Katırcıya “ip köprüden sen geç, ben katırla sudan geçerim” diyor…
Ama geçemeyecek! Zap, sularına kapılan bu öğretmen yazarın bedenini geri vermeyecek!
Çok geçmeden Selahattin Şimnşek’in Zap Suyu’nda kaybolduğu haberi ulaşıyor Hakkari’ye.
Kendisini hep Kızılırmak çocuğu olarak niteleyen Selahattin Şimşek, 1929’da Sivas’ın Gemerek ilçesine bağlı Çepni köyünde doğar. İlkokuldan sonra okutmak istemeyen babasından habersiz Sivas’a kaçarak Pazarören Köy Enstitüsü’ne kaydolur. Tarihten felsefeye, edebiyattan müziğe, marangozluktan ilk yardım bilgilerine dek birçok şeyi burada öğrenecektir. Mezun olup Gemerek’in Dendil köyüne tayin edildiğinde 16 yaşındadır. Burada on yıl çalışır. 57’de askerlik dönüşü Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’ne girer. 59’da ilköğretim müfettişi olarak tayin edildiği Hakkâri’de Selahattin Öğretmen, çığ tehlikesi altındaki köyleri çığ tehlikesi altındaki yollardan bin bir güçlükle ilerleyerek tek tek dolaştı. Yöredeki tek ulaşım aracı bazen kendisinin de bindiği, çantasını, okul araç gereçlerini ve hastaların “derman”ını yüklediği katırdı. Oysa katırın bile geçemediği yollar vardı Hakkâri’nin dağlarında ve böyle yolları, yükün yarısını omuzlayarak aklı, ruhu ve yüreği ışık ve “derman” götürme aşkıyla yanan bir köylü çocuğu aşabilirdi ancak.
Adı 1963’te Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Zap Suyu’na kapıldığı yere “Selahattin’in Yeri” denilmiş. Mezar taşı yerine de iki yakayı birleştiren daha iyi bir köprü yapılmış…
Gezi notlarında şöyle diyor: “Güneşin doğudan doğduğuna bakmayın siz. Işığı Batıyadır onun. Doğu karanlıklara gömülü. Yeni yeni, sağından solundan zorlanıyor karanlıklar. Kımıldayacağı yok. Öyle oturmuş ki toprağa, yapılan zorlamalar, tutulan ışıklar zayıf kalıyor yanında.” (Hakkâri Dedikleri, Martı Yayınları, 1990, İstanbul, sf 78).
Mahmut Makal’a yazdığı bir mektupta da şunları diyecektir: “Buralarda kardeşim, ağalar dimdik ayakta. Sefalet, hastalık diz boyu. Benim için bu yılı doldurmak çetin olacak, hatta mucize. (…) İlahi Mahmut, bir de ‘değişelim’ diye tutturmuştun. Koçhisar Paris’tir buraya göre. Bir köyden bir köye iki günde gidiliyor. Katırın gidebildiği yerler de var ama. Çoğu yaya gitmek zorunluğu var. Yol boyunca kurt, ayı, domuz, eşkiya… Yatağa ev sahibinin ayakucundan girmek de var…”
Gördüğü cehalet, yoksulluk ve çaresizliği anlatacak sözcük bulamıyor: “Bir kişi idare lambasını tutuyordu. İyice eğildim. Yaralar bir değil, beş değil… Ciğer gibi yaralar… Bulunçsuzca dişlemiş ayı. Bazısından hala kanlar sızıyor. Ağızları geniş geniş duruyor. Sanki onlar da ‘derman’ diyorlar. ‘Derman’ yok. İşte en büyük iç ağrısı şimdi başladı. Çantamı ansıdım, ama yoktu buna yarayacak ‘derman’. Kitap doluydu çantam. Neye yarar? Kitapları atmak geçti içimden… ve daha neler: ‘Bundan böyle kitap değil, ilaç dolduracağım çantama… Köylere ilaç götüreceğim… öğretmen, eğitmen, Haso, Hüso, Celo… Anam, babam… çocuklarım. Nereniz ağrıyor? Getir çantamı katırcı arkadaşım. Kaynat şu enjektörü… Al sana aspirin, al sana kinin… Senin gözüne damla, bacı… Ayı boğmuşlara…’ Uyanık düş, ama ne tatlı…” (Sf. 40).
Köy enstitülerinden yetişen öğretmenler salt öğretmen olarak değil, birer aydın olarak da hizmet ettiler. İçlerinden çıkan yazar ve şairler sayılmayacak kadar çoktur. Selahattin Şimşek de bunlardan biri oldu. “Yeni Ufuklar”, “Eğitim Yolu”, “Köy ve Eğitim”, “Yücel”, “Demet”, “Varlık”, “Pazar Postası”, “Cumhuriyet”, “Yenilik” gibi dergi ve gazetelerde aydınlanma ve eğitim sorunları üzerine yazılar, öyküler, şiirler yazdı. Kayboluşundan kısa bir süre sonra yayımlanan Hakkâri gezi notları ile “Köycü Oktay” adlı bir çocuk romanı var Selahattin Şimşek’in.
Selahattin Şimşek’in adı 1963’te Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Okulun bulunduğu sokağa da “Şehit Selahattin Şimşek Sokağı” denilmiş. Zap Suyu’na kapıldığı yere “Selahattin’in Yeri” denilmiş. Mezar taşı yerine de iki yakayı birleştiren daha iyi bir köprü yapılmış…
Ferit Edgü’nün “O” adlı romanını ve romandan sinemaya aktarılan “Hakkâri’de Bir Mevsim”i bilenler, romandaki ve filmdeki kahramana hem benzeyen hem de hiç benzemeyen –inanılmaz, müthiş ve hatta korkunç denecek bir ümide sahip- Selahattin Şimşek’i, yazılarını, yayımlanmış bu iki kitabını, bilmem bilirler mi?
Zapsuyu’nda kayboluşunun 60. yılında hatırası önünde saygıyla eğilelim.
Türkiye’de Türk ve Kürt toprak ağaları iki şeyden çok korktular. Birisi Toprak Reformu’ydu, diğeri Köy Enstitüleri.
 Köy Enstitüleri’nden bin 700’ü kadın, bin 400 kadarı sağlıkçı olmak üzere 17 bin 341 öğretmen, 8 bin 500 eğitmen yetişti. Bu öğretmen ve eğitmenler on binlerce öğrenci yetiştirdi. Köy Enstitüleri Türkiye’de aydınlanma ve aydınlatmanın kaynağı, gerçek birer aydınlar ocağı oldular.
Sonra ne mi oldu?
“Soğuk Savaş”la birlikte Türkiye yüzünü Amerika’ya dönmeye başladıkça bunun yansımaları eğitim alanında ilk önce Köy Enstitüleri’nde görülmeye başlandı. Önce asılsız şayialar çıkarıldı. Enstitülerin komünist yuvası olduğu yalanları uyduruldu. Düzmece raporlarla düzmece davalar…
Türkiye’de toprak ağaları iki şeyden çok korktular. Toprak Reformu’ndan bir, Köy Enstitüleri’nden iki.
Köy Enstitüleri en çok, Emin Sazak, Kinyas Kartal, Adnan Menderes gibi Türk ve Kürt büyük toprak ağalarını korkutmuş, tepkilerini çekmiştir. Kinyas Kartal bir söyleşide Köy Enstitülerinin kapatılmasındaki rolünü övünerek anlatmakta; “Doğu’daki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün Doğu’daki tüm toprak ağaları ve Batı’dan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok” demektedir. Köy çocuklarının okuyup köylerini “muasır medeniyet” seviyesine getirecek olmalarının yarattığı ürküntü, bu büyük toprak ağalarının daha yasa çıkarken red oyu vermelerine neden olmuştur. Ağalar, enstitüler kapatılırken de ilk kabul oyunu verenlerin başında yer almışlardır.
Kapatıldıktan sonra kaderine terk edilen enstitü yapılarından biri.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendine dünyada yeni bir yer arayan Türkiye’nin yönünü Batı’ya dönmesiyle birlikte, görevden alınan Hasan Âli Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na atanan Reşat Şemsettin Sirer ile birlikte öğrencilerin yönetime katılması uygulamasına son verildi. Batı klâsikleri yasaklandı. Kütüphanelerden kitaplar seçilip meydanlarda öğrencilere yaktırıldı. Serbest okuma ve tartışma saatleri iptal edildi. Kız ve erkek öğrencilerin sınıfları ayrıldı, Kız öğrenciler iki enstitüde toplanarak karma eğitime son verildi. İşlikler kapatılarak, iş başında eğitime son verildi. 1947 yılı sonunda ise Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 1948’den itibaren İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatip Okulları yaygınlaştırılmaya başlandı… 1954 yılında ise DP hükümeti enstitüleri tümüyle kapattı.
Türkiye bir daha ne böyle bir eğitim seferberliği ne de eğitim gördü. Ancak Köy Enstitüleri ve enstitülerden yetişen öğretmenlerin etkisi on yılları aştı.
MECİT ÜNAL
https://eskimiyen.com/zap-suyunda-kaybolan-koy-enstitulu...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber