Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Yıllarca Amerikan filmlerinde izledik. Bir salgın hastalık çıkar, hızla yayılmaya başlar. Tüm şehir salgından ölürken, bir grup insan hayatta kalır. Bu sefer zombiler ortaya çıkar, kalan insan grubunu ısırıp onları da zombi yapar. Şehir hayalet kasabaya döner. Hala kalan normal insanlar korku ile kaçar. O sırada dev çekirgeler şehri basar.
Bir kahramanımız vardır. Zombilerle savaşır, çekirgelere uçan tekme atar. O sırada depremler olur. Yerler yarılır. Arabasına atlar, o kıyamet arasında ustalıkla arabasını kullanır, arkasındaki yarık büyür. Herkes düşer ölür ama dünyayı kurtaran esas adam ve arkadaşları ölmez.
Filmin sonunda itfaiye, polis arabası, ambulans hepsi oradadır. Kahramanın saçı başı biraz karışık olsa da hala yakışıklıdır, kadınlar hala güzeldir. Hatta espri yaparlar. “Bir kahve içelim mi?” diye birbirlerine göz atarlar. Tüm bu süreci atlatmışlardır.
Fazla abarttım de mi?.. Eee ama yıllarca izledik bu ve benzer filmleri. Kimse demedi bu ne diye ? O yüzden bizlerin kafada zaman içinde o kıvama geldi.
O kahraman aslında bizizdir. Bu sayede bize bir şey olmaz efsanesi bizleri coronayı bile bilek gücüyle yenebileceğimiz inancına getirmiştir.
Ruhumuza işleyen bu dürtü küresel olarak yaşadığımız corono vakasında bile “Corono bizden korksun. El mi yaman bey mi yaman? Alnının çatına yedin mi tekmeyi neymiş hastalık yaymak anlarsın” diyecek cesarete getirmiştir.
Bence corono ülkeye girdiğinde zavallı virüscük neyle karşılaştığını anlayamadı ve kaçayım derken oraya buraya sıçramaya başladı. Hastalığın yayılması bu şekilde oldu :)
İlk zamanlarda coronoya karşı önlem almak için arap sabunu ile yoğurdu karıştırıp içen sonra hastanelik olan kişi için “Yok artık bu kadar da olmaz” dediysek de sonradan olanlar bunu aratmadı.
Sokaklarda dolaşan insanlara mikrofon uzatıp “Neden evinizde değilsiniz? Salgın var” denildiğinde, “Hani nerede ben göremiyorum virüs falan nerede haaa? Neredeeee, hadi göster?” deyip virüsü bildiğiniz kedi köpek kovarlar gibi hoşt lan hoşt diye arayıp tedbir alanlar oldu.
Bir grup asker uğurlamasına gitmiş. “Neden evden çıkıyorsunuz? Corono var,” diyor muhabir. “Bizim ev yakın yaaa… Hemen gidicez” diye bir açıklama yapılıyor.
Umreden hacı amcalar, teyzeler geliyor. Karantinaya alınıyorlar. İsyan çıkarıp, barikatları aşmaya çalışıyorlar. Aralarında resmen kavga çıkıyor. Hacı amcanın biri polisin yüzüne tükürüyor.
-Tüüü al o zaman sana da bulaşsın tüüüüü al, diye.
Yani amcacım. O kadar hacca gittin. Kâbe’de döndün. Şeytanı taşladın. Tüm günahlardan arındın. Yumoş reklamında oynayacak kıvama geldin.
Taşladığın şeytan içine mi kaçtı? Nedir bu asabiyet? Ya da “ben nasılsa cennete gideceğim, sana da bir kıyağım olsun” diye mi tükürdü? Gel beraber gidelim anlamında
Sadece bu olaylarda değil bir çok konuda “biz Türk’üz bize bir şey olmaz, bize de mi corona, hallederiz abiii, yap bize bi güzellik” diyen bir kesim hep olmuştur.
Buna pek şaşmamak gerekir. Üstelik bu insanlara cahil bunlar, bir şeyden anlamıyor demek kendimizi anlar kısma koyup ben ve diğerlerini yaratmanın başlangıcı oluyor.
Bu ülke neler neler gördü. 1986 yılında Çernobil faciası olunca tüm dünya bundan etkilendi. Trakya ve Karadeniz bölgesi yoğunlukta olmak üzere bizim ülkemizde etki alanındaydı.
Tüm dünyada hava kirliliği ölçümleri onlarca kat artınca dönemin Moskova başbakanı faciayı açıkladı. Tüm halk apar topar başka bölgelere taşındı.
Peki o dönem bizim Sanayi Bakanımız ne yaptı? Ben çok net hatırlıyorum. Televizyona çıktı. Elinde bir bardak çay. “Bakın ben içiyorum. Bize bir şey olmaz” diye bardak bardak çay içti. Bakan yapınca resmi açıklama, halk yapınca cehalet oluyor değil mi?
Gazetelerde dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı açıklama yaptı. “Biraz radyasyon iyidir. Zaten çay demlenince radyasyon etkisini kaybeder. Azıcık radyasyon sağlığa yararlıdır. Bize radyasyondan bir şey olmaz. Radyasyon kemikler için yararlıdır” diye yazılar yazıldı.
Ve bir yıl sonra Marmara’da kanser vakaları 2 kat, 1995 yılında ise 3 kat arttı.
Bize bir şey olmaz abiiiii kültürü öyle bir yerleştirildi ki şu an 165 ülkede olan, hızla yayılan ve öldürücü virüse karşı bile neredeyse hepimiz kafa atar hale geldik. Bu durumu yaşı ileri olan bir kesim ise hiç kabullenemedi.
Ülkede darbeler, savaşlar görmüş, kuş gribi, domuz gribi, veba, kolera, açlık, yoksulluk yaşamış yaşlı insanları evde tutmak kolay değil. Yaşlıca bir amcayı yolda çeviriyorlar. “Amca niye çıktın? 65 yaş üstü tehlikeli sen kaç yaşındasın” diye soruyorlar. Amcacım yazık “65 ama beni nüfusa 4 yaş büyük yazdırmışlar” diyor.
Bazı gençler bankta oturan yaşlıların üzerine su torbaları atıyor. Herkes whatsappta, facede paylaşıp komedi izler gibi gülüyor.
Tabi ki sokağa çıkmasınlar ama böyle caydırmaya çalışmak ve dalga geçmek ayrı bir corona vakası. Bazı insanların corona kalbine kaçmış. Ve ne yazık ki aşı bulunsa bile onlara fayda etmeyecek…
İnsanların zihinlerine hep bir şekilde işin içinden çıkarız, bize bir şey olmaz. Demirden korksak trene binmezdik fikri öyle bir yerleştirildi ki ver gazı uçalım modundayız.
Kimse bizi kim bu moda getirdi diye sormuyor.
Şimdi uzaktan eğitim diye ortalık toz duman. Yakından eğitemediğini uzaktan nasıl eğiteceksin?
Her krizde olduğu gibi bu dönemde kendi fırsatçılarını hemen yarattı. Virüse karşı muska yazanlar, zencefili zerdeçalı karıştırıp içine davul tozu katıp merhem yapanlar, virüse karşı manyetik kalkan oluşturuyoruz deyip hesap numarası verenler coronodan daha hızlı yayıldı.
Sevgili ünlülerimiz “Hayat eve sığar” diye paylaşımlar yapmaya başladı.
Fahriye Evcen yazmış “hayat eve sığar.” Eve bir bakıyorum. Valla biz mahallece gitsek hepimiz sığarız oraya.
Saba Tümer instagram karşısına geçmiş “Ayyy yeni kalktım, vallahi sinirlerim bozuldu. Herkes hala sokaklarda. İdiyot musunuz siz kardeşimmmmm?” diyecek kadar kendini yetkili bir mecra sayıyor.
Beş yıl evden çıkmasa her şeyini karşılayacak parası ve hizmet edecek kişileri olanların hayat eve sığar demesi çok romantik, ponçik bir söylem.
Evet evde kalmalıyız. Sosyal izolasyon sağlamalıyız.
Durum çok ciddi ama mecbur evden çıkan ve para kazanmak zorunda olan insanı anlamamak coronodan beter bir durum olsa gerek.
Şu süreçte hizmet sektöründe çalışan, suyu kapımıza getiren, markette koli indirip kaldırmaktan, kasada saatlerce çalışan insanları görünce “evet ben evdeyim ama ya onlar ne olacak?” diye insan açıkçası utanıyor. O yüzden “ ayy evde sıkıldık, çok canımız sıkılıyor” tripleri biraz lüks.
Corona ile tüm dünya en basit hayat bilgisi dersine geri döndü. İlkokulda hayat bilgisi dersinde birinci sınıftan itibaren öğretilir.
Kişisel temizlik, elini yıkama, çevreyi temiz tutma.
Noldu…Hooop en başa döndük. Koca koca insanlar olarak, aman elimizi yıkayalım. Etrafı temiz tutalım. Kişisel önlemlerimizi alalım.
Çünkü yapabileceklerimiz bu kadar fazlası yok. Asıl sağlıkta değil eğitimde çaktık. Biyoloji ve canlılığa dair hiçbir bilgimizin olmadığı ortaya çıktı.
Bu mücadelede ön saflarda yer alan sağlık çalışanlarına kalben teşekkür ederiz. Hakları ödenemez. Sadece alkışlamak yetmez. Destek olmalı, anlayış göstermeliyiz.
Evde çocuklarla ilgilenmenin ders yaptırmanın ne zor olduğu ortaya çıkınca bazı duyarlı kişiler öğretmenlere hak verip “valla onlara da bir alkış” dediler.
Çocuklar evde, anneler yemek, iş güç yapmaktan delirmiş durumda. Mutfaktan çıkamıyorlar.,. Haklı olarak “bizi de alkışlayın mutfaktan çıkamıyoruz” diye isyan ettiler.
Kısacası herkesi eleştirme hastalığımız işler bize dönünce değişti. Başkasının halini az biraz anlar olduk.
Bir grupta corono herkesi eşitledi. Zengin fakir ayırımı kalmadı. “Hepiniz öleceksiniz” diye koskoca bir sınıf mücadelesini coronanın üstüne atıp sevindi.
Evet, mesela Ronaldo ile benim aramda hiç fark kalmadı.
O adada yaşıyor bu korkuyu, ben odada.
Yaa Ronaldo efendi, top peşinde koşturacağına aşı peşinde koşaydın bunlar başımıza gelmezdi.
Bir grup olayı dini açıdan ele alıp “Ah bu insanlık azdı azdı kudurdu. Sosyal medyalarda gezmeler, baby shower partiler, antin kuntin işler... Al sana tokat. Otur oturduğun yerde. Yok sana after partiler, kıracaksın dizini evde oturacaksın” diye çok sosyolojik bir yaklaşım getirdi.
Herkes uzman. Herkes yetkili. Herkes bir formül veriyor.
Bizler de deli gibi sabah nane limon kaynatıp, üstüne kelle paça içip, sirkeli sularla elimizi yıkayıp, kolonya ile kafa buluyoruz.
.
Herkes evde ama kimse memnun değil. Onlarca kitap, film, bilgi ortalık sel götürüyor. Ama evde tüm gün tavana bakıp, netflix den 4 sezon 15 bölümlük diziyi izleyip, ay ne yapsak ya diye dolanıyoruz.
Evet corona hepimizi bir konuda eşitledi.
Korku...
Öleceğimizi hatırladık. “Aaa ölünüyormuş yaa” moduna geldik. “Ben de mi ölücem nasıl yani?” diye kafalar bir gidip geliyor Herkes bir diğerinin suçlu, aptal, laf anlamaz olduğunu düşünüyor.
Bizim sınıfta bir kural vardır. Sınıf çok gürültülü olduğunda çocuklar gelip “öğretmenim sınıfı uyarır mısınız? Herkes konuşuyor” der.
Bende çocuklara “kimseyi uyaramam, derste susmanız ve dinlemeniz gerektiğini sizin fark etmeniz gerekir” derim.
Tabi bu çok anlaşılmaz. Öyle zamanlarda bırakırım. “Siz karar verin nasıl yapacağınız” derim. Sonra bilindik bir manzara çıkar. Herkes birbirine bağırmaya başlar.
- Sus...
- Konuşma...
- Susunnn…
- Bakın öğretmen bekliyor...
- Hala konuşuyorsunuz...
- Sussanızaaaaa…
Sınıf daha gürültülü olmuştur. Ve iş daha çözümsüzdür. Üstelik dersin en az yirmi dakikası gitmiştir.
Bazen beklemek gerekir. Benim tek bir önerim olur.
“Çocuklar, herkes kendini sustursun. Bir de böyle deneyelim. Herkes kendi yapacağı işe odaklansın.”
Sınıf bir anda sessizleşir sakinleşir. Tabi çocuklar küçük olduğu için bunu belki defalarca sabırla yapmanız gerekir. Ama sonuçta öğrenen öğrenir.
Öğrenmeyenler mi?
İşte şimdi olduğu gibi ona buna bağırır, ayırımcılık yapar. Suçlu hep başkasıdır. Diğeri aptaldır, cahildir. Her konuda bir fikri vardır.
Corona geçer ama eşeklik baki kalır demişler ya...
İşte eğitemediğimiz o yanımız hep baki kalıp bizimledir. Umarım içimizdeki bu yanları fark edip kendi aşımızı buluruz. Yoksa corona değil ama bizi bu kör yanlarımız öldürecek.
Herkese sevgilerrr!
Uzaktan da olsa sanal sanal öpüyorum hepinizi :)
Tülay OLÇUM