Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Dünden Bugüne Türk Aile Yapısı
Türk milletinin asırlar boyunca tarih sahnesi içerisinde kurmuş olduğu cihânşümûl devletlerin temelinde bulunan ve bu devletleri mûhkem kılan en küçük yapı taşı ’Aile’dir. Tarih içerisinde sık sık devletlerinin yıkılması gibi vâhim durumlarla karşı karşıya kalan Türkler, aile bağlarının kuvvetli ve dirayetli olmasından dolayı, Urug adını verdiğimiz aileler birliğini bir araya getirerek, Boyları oluşturmuş bilâhare Budun adını verdiğimiz millet teşekkülünün ardından ise teşkilatlanmanın kusursuzluğu ile yine aynı mahiyeti haiz cihânşümûl devletlerini kurmuşlardır. Buna istinâden diyebiliriz ki Aile, Türklüğün dünya üzerindeki dirayetinin,ebediyetinin bel kemiğidir. Zaman zaman bu yapı taşının bozulmasiyle de milletimizin düştüğü hazin durumları tarih ilmi bize göstermektedir.
Bu derece mühim bir öneme sahip olan millî aile yapımızı tarihi kaynaklar aracılığı ile incelediğimizde, Türklerin bu küçük cemiyete ‘’Oguş’’ ismini verdiklerini görmekteyiz. Bu küçük yapı taşı tamamiyle kan akrabalığına dayanmaktadır. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış Türk milletinin varlıklarını korumaları yine bu aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelmektedir. Bunu kanıtlar nitelikte olarak da Türk dilinde, başka milletlerde rastlanamayacak zenginlikteki akrabalık nüanslarını gösterebiliriz. Ayrıca Türk aile düzenini ataerkil veya anaerkil gibi kesin kalıplar üzerine oturtarak yorumlamak yanlış olacaktır, yazımızın ilerleyen kısımlarında da belli olacaktır ki Türk aile düzeninin nevi şahsına münhasır bir yapısı mevcuttur.
Türk aile yapısı‘’Geniş aile şeklinde karşımıza çıksa da aslında küçük aile tipinde kurulu bulunması akla daha yatkındır. Çünkü Türk ailesi ;aile reisinin, âdeta mülkü sayılan aile efradı üzerinden kesin söz hakkına sahip eski Yunan’daki ‘’genose’’ ve Roma’daki ‘’gens’’(Geniş aileler)den çok farklı olduğu gibi İslâvlardaki, aile büyüğünün bütün aile halkına köleleri gibi hükmettiği, kolektif mülkiyete dayalı,tipik ‘’geniş aile’’ olan ‘’zadruga’’ya da benzemez. Bu tip ailelerde evlâtlar, anlaşılacağı üzere,mülk ve söz hakkından yoksunluğun baskısı altındadır. Gelişmiş çoban ailesinde ise ortaklık yalnız otlaklar ve hayvan sürülerinde görülür. Türkçe’de izdivaç için kullanılan ‘’evlenme’’ veya ‘’evlendirme’’ tâbirleri, evlenen erkek veya kızın baba ocağından ayrılarak ayrı bir ev (aile) meydana getirdiğinin ifadesidir. Umumiyetle,bilindiği gibi,dıştan evlenme (exogamie)nin esas olduğu ve ‘’sulta’’(zor-cebir)ya değil,’’velâyet’’ (dost-yardımcı)e dayanan baba hukukunun geçerli bulunduğu Türk ailesinde evlenen oğullar,hisselerini alıp yeni aile kurmak üzere yola çıkarlar.baba evi ise en küçük oğla kalırdı. Esasen dağınık çobanlık hayatı ‘’büyük aile’’kuruluşuna elverişli değildi .Onlar belirli toprak üzerinde kümelenip bir arada oturamazlardı.Böylece küçük aile nizâmında yaşayan Türkler daha hür fertler yetiştirmek imkânına sahip idiler. Türklerde ‘’leviratus’’ (ölen erkek kardeşin dul kalan zevcesi ile veya dul fakat genç ve çocuksuz üvey anne ile evlenme şekli) mevcuttur ve umûmîyetle tek zevcelik (monogamie) görülmektedir.’’ Lâkin şunu belirtmekte fayda vardır.Türklerdeki leviratusun amacı bozkır coğrafyasında sosyal yaşamın düzenini korumak ve başsız kalan aile ocaklarının dağılmasını engellemektir.
Aile fertlerinin cemiyet içerisindeki statülerinden bahsettiğimizde bugün birçok kaynakta Türk ailesinin önemli bir parçası olan kadının, diğer milletlerdeki ‘‘kadın’’ tasvirinden farklı olarak seçkin bir birey kimliğine sahip olduğunu görmekteyiz .Nihayetinde ise kadının yerinin takdire şayan bir değerde olduğu kanaatine varmaktayız. Türk içtimaî hayatını mühim ölçüde aktaran Dede Korkut hikayelerinde dâhi kadının,evin dayanağı,direği olduğu belirtilmiştir. Bunun yanı sıra annenin de eşlerine mutlak bağlılığından ve psikolojik olarak eksiksiz desteğinden söz edilir. Ayrıca anne, fedâkâr yapısından ziyade kocasının öfkesini de dindirerek,isyanı teskin ettirecek kadar sözü geçerli olan önemli bir konumdadır. Yani anne evin şefkâtli yüzüdür.
Aile fertlerinden oğul ise yine aynı önemi haiz konumdadır. Dede Korkut’a baktığımızda oğul statü olarak ‘’Hem iktidarın hem de iktidarın sürekliliğini sağlayan nesillerin devamı olarak görülmektedir. Oğul sahibi olmayanlar kendi kendilerini çok aşağılayıcı bir konumda hissettiklerinden oğul büyük bir önem taşımaktaydı5. Kardeşler arasındaki sevgi bağı fedâkârlık edebilecek kadar büyüktür. Annenin oğla olan sevgisi ayrı bir yer tutar iken kız çocuğunun da daha düşük bir sevgiyle karşılaştığı kanaatine kapılmak yanlış olur. Yeri geldi mi erkek kardeşin bile kız kardeşine davranışı büyük bir sevgi ile olmuştur6. Ayrıca Göktürk kaynaklarına göre ‘’Oğul, soy ağacının kütüğü,kardeş ise o ağacın yaprakları’’ gibidir.Göktürk Kağanı Işbara Kağan öldüğü zaman oğlu daha küçüktü. Bu sebeple devletin ileri gelenleri toplanmış ve İşbara’nın küçük kardeşini tahta çıkarmışlar.Fakat yeni kağan bir nezaket gereği olarak,Işbara Kağan’ın oğluna bir elçi gönderip,’’kendisinin Işbara soyunun yaprakları,oğlunun ise kütüğü olduğunu’’ hatırlatmıştı.Bunun içinde Işbara Kağan’ın oğlunu, kendi yerine tahta oturması için davet etmişti.Işbara’nın oğlu,Kağan olan amcasının hem kendisinin hem de ailesinin en büyüğü ‘’ olduğunu hatırlatarak bu teklifi reddetmişti.’’7 Bu vesikadan da görüldüğü üzere saygı ve hoşgörü Türk milletinin âdeta zarûri ihtiyacı gibidir. Bu ister Kağan ailesi olsun, isterse kara budundan dediğimiz halk tabakasından bir aile olsun. Bu mefhûmlar, Türk içtimaî hayatında büyük önem taşımaktadır.
Tarihi vesikâları incelememizin ardından büyük bir disiplin ve düzene bağlı olan Türk aile yapısının en büyük sırrının kanaatimizce fertlerinin her birinin kendi statüsünü, kendi konumunu bilmesi ve nerde nasıl davranacağını bilerek hareket etmesi olduğu neticesine varmaktayız. Misalen, Kızın annesi ile konuştuğu konuları babası ile konuşmasının ayıplanması, oğlun babası ile konuştuğu konuların annesi ile konuşmasının ayıplanması, düşüncesi bu kanaatimizi destekler niteliktedir.
Yazımız içerisinde sıklıkla bahsettiğimiz hoşgörü, sevgi ve saygı günümüzde mâlesef ki mânâsını bile unuttuğumuz kelimeler olarak karışımıza çıkmaktadır. Türk medeniyetinin oluşumunda rol oynayan ailenin temel taşı olarak da nitelendireceğimiz bu üç mefhûmun da rolünün büyük olduğu âşikârdır. Günümüz dâhilinde ise maalesef bırakalım aile içerisini, fertlerin kendi aralarında dâhi birbirine saygısının olmadığını ayrıca gözlemlemekteyiz. Mamafih hoşgörünün ve sevginin bittiği yerlerde de medeniyetin olmayacağını ve orada ancak hasetlik, ayrışma ve ileri ki boyutu olan kaos görüleceğini tarih ilmî bize göstermektedir.
Günümüz içerisindeki aile yapısını değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan sonuç, ne yazık ki Türk aile yapısının benliğini yitirdiği, kimliksizleştiği ve lünpenleştiğidir. Kısaca bugünün Türk ailesi, yalnız kağıt üzerinde birer imza ile tanımlanan, temelinde sevgi, saygı ve hoşgörünün kalmadığı ve ailenin birbirine karşı statülerinden bîhâber fertlerden meydana gelmesiyle ağırlığını kaybettiği, basit bir şekilde dağılabilen birer küçük teşekkülden ibarettir.
Kutsiyeti bakımıyla ‘’Ocak’’ tâbirini kullandığımız,Türklüğün ateşinin yandığı aile ocaklarımız bugün ne yazık ki tarihte hiç olmadığı kadar tâhribata uğramıştır. Bu kanımızı destekler nitelikte bir küçük misâl vermek istiyoruz. ‘’ Yukarıda târihî vesikalar aracılığıyla aile içerisinde erkeğin ve kız çocuğunun statülerinden ve ne derece sevgi ve hoşgörü bağlamında da birbirlerine bağlı olup,yüksek bir değer içerisinde oldukları bilgisini verdik.Lâkin eğer ki bugün bu ocaklar bozulmamış olsa idi,yabancı kökenli olup,biri erkekliğin hegemonyasını,diğeri de kadının hegemonyasını kabûl ettirmeye çalışan ‘’Maçoluk ve Feminizm’’ gibi ithâl kavramların kendi bünyemiz içerisinde yayılmamış olduğunu gözlemlerdik. Bu mefhûmlar maalesef ki aile duygusundan bîhâber,kadını tarihi boyunca erkeklerin egosu altında ezmiş Avrupa toplumları tarafından ortaya atılmıştır.Bizim millet olarak bu mefhûmlara ihtiyacımız olamazdı,olmazdı da.. Fakat yapımız bozulduğundandır ki bu mefhûmlar içimizde neşet etmiştir.
Hele ki günümüzde her manevî duygunun erozyona uğramış ve basitleşmiştir. Mamafih fertlerin birbirlerine verdikleri değer de bu bilgiye isnâd ile eşdeğerdir. Bu sebepten dolayı fertlere olan saygının bir başka şekli olan hitâb kelimeleri de basitleşmiştir. Çok uzak misâllere gitmeden aile içerisindeki eşlerin birbirlerine olan hitâblarının üç kuşak bağlamında mukayesesi ile sizlere bir misâl verelim. Üç kuşak öncesinde kadınlar kocalarına genellikle ‘’beğ,ağa,herif,efendi’’ kocalar da karılarına ‘’karı, hanım, hatun’’diye hitâb etmiş,kadının kocasına ismi ile hitâb etmesi ayıplanmıştır. Lâkin günümüzü ihtiva eden üçüncü kuşakta ‘’aşkım,tatlım,güzelim’’ gibi ifadelere başvurulmaktadır.8 Tabi üç kuşak içerisindeki bağların basit hâle getirilerek evlilik müessesesinin dolayısıyla aile yapısının menfî mânâda darbe alması yalnız bunlarla kalmamıştır.Yozlaşma ve popüler kültürün etkisiyle aile hukukunu hiçe sayan ürünlerin de varlığını görmekteyiz. Misâlen bir halk türküsü ile günümüz popüler müziğinin sözlerini bir karşılaştırmakta fayda olacaktır. Yarım asır öncelerini,ortalama ikinci kuşağı ihtiva eden ‘’yeşil başlı gövel ördek’’ türküsündeki ‘’Yâre gizli sözlerim var, diyemiyom ele karşı’’ mısraları ile günümüzün popüler şarkılarından ‘’evlilik aşkı öldürüyor güzelim’’ mısralarındaki o uçurumu görmemek elde değildir. Bir halk türküsünden hâlâ insanların birbirlerine karşı melâli,utancı bildikleri ve statülerini koruduklarını görür iken günümüz mısralarında aile ocaklarının âdeta menfî propagandasının yapıldığının da şâhitleri konumundayız.
Yazımızın son kısmında belirtmeliyiz ki aile ocaklarımız nasıl ki tarihin kudretli zeminine sağlam temellerini attıysa, geleceğimizin de bu zemin üzerine binâsı ancak onunla inşâ edilecektir. Güçlü, kuvvetli, dirayetli ve sükûn içerisinde yücelmiş bir millet istiyor isek bunun yolu ancak aile ocaklarımızı korumak ve onu anânevî bağlarıyla eskisi gibi canlı tutmakla mümkün olacaktır.
İbrahim Kafesoğlu