Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Milli Eğitim Müfettişi Sayın Doğan Ceylan Hoca'mızın bir paylaşımında görmüştüm bu notu. Bir okulda yerde bulduğu çocukların isimleri yazılı bu kağıt parçasıyla birlikte "Bu not hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sormuştu. Bu not bana çocukluğuma ait talihsiz bir olayı düşündürdü...
Bu not beni geçmişe, çocukluğuma götürdü. İllkokul 3. sınıfaydım. Öğretmenimiz hasta olduğu için okula gelememişti. Başka sınıfın öğretmenleri sınıfımıza ara ara uğrayıp, kontrol ediyor bize ödev verip tekrar kendi sınıflarına gidiyorlardı. En son gelen öğretmen de sözlü olarak uyardı, ödev verdi, gelip kontrol edeceğini söylediken sonra da çocuklar yaramazlık yapmasınlar diye sınıfta kontrolü sağlamak amacıyla rastgele bir öğrenciyi "Sen yaramazlık yapanların ismini yaz" diye görevlendirip kendi sınıfına döndü. Sınıfta öğretmen olmayınca çocuklar durur mu yerinde; sınıf içinde koşan, çığlık atan, başka arkadaşına zarar veren ne aklına gelirse...Sınıfımız da oldukça kalabalıktı zaten, durumu fırsat bilen çocuklar ortalığı yıkıyordu adeta. Ama gürültü ve karmaşa arasında ben ve benim gibi bazı çocuklar öğretmen gelip kontrol edecek diye, öğretmenin verdiği ödevi yapmaya çalışıyorduk.
"Kim bu gürültü yapanlar" sesiyle başımı kaldırdığımda, okul müdür yardımcısının sınıfımıza geldiğini gördüm.
Hal hazırda sağa sola koşarken gördüğü çocukları tahtanın önünde sıraya dizdi ve "Başka kimler yaramazlık yapıyor" diye bağırdı. Yaramazlık yapanların ismini yazmakla görevlendirilen öğrenci, hemen; "Ben isimlerini yazdım öğretmenim, işte burda" diye cevap verdi.
Müdür yardımcısı, isim yazılı listeyi aldı ve "İsimlerini okuduklarım tahtaya çıksın " diye ekledi, isim isim okurken birden "Çilem" dediğini duydum. Oysa Çilem yaramazlık yapmamıştı, zaten hep sessizdi Çilem. Çilem hep üzgündü. Çünkü Çilem'in babası cezaevindeydi ve Çilem annesiyle birlikte teyzesinin evine sığınmışlardı, haliyle içine kapanıktı, istese de yaramazlık yapamazdı.Teyze kızı kuzeniyle birlikte bizim sınıftaydı. İsmi okunan Çilem de çıktı tahtaya, şaşkın, ürkek, korkmuş bir halde.
Müdür yardımcısı tahtanın önünde sıraya dizdi onları. Sonra kırık bir sandalyeden aldığı tahta parçası ile ellerine vurmaya başladı. Çilem masumdu, haksız yere sopa yiyecekti ve Çilem'in yaramazlık yapmadığını herkes gibi ben de biliyordum ve sopa sırası ona gelmeden söylemem gerekiyordu, ama korkuyordum. Tüm korkuma rağmen korkak ve ürkek bir sesle " Öğretmenim Çilem yaramazlık yapmadı' diye seslendim. Müdür yardımcısı yüzünü sınıfa döndü, " Kim, O konuşan" dedi. Tüm sınıfı sessizlik sardı.Yediği sopanın acısıyla ağlayan çocuklar bile sustu. Sıralarında oturan çocuklar nerdeyse sıranın içinde kayboldular. Ben de çok korktum tabi. Daha çok sinirlenmişti müdür yardımcısı. Tekrar etti " Kim, O kunuşan, çabuk ayağa kalksın" Ürkek, korkmuş bir sesle ayağa kalktım " Benim Öğretmenim" dedim. "Sen, gel bakalım tahtaya" diye beni çağırdı. Tahtaya doğru yürüdüm, yanına vardım, bana " Sen Çilem'in avukatı mısın" dedi ve daha bir şey dememe fırsat kalmadan kocaman eli yüzüme ve kulağıma indi. Şiddetli bir acı duydum, küçücük çocuk tokatın etkisiyle kafamı bir de tahtaya çarptım. Her yer önce ışık oldu, sonra bir karanlık çöktü ve bir boşluktaymışım gibiydim, ayrıca duymuyordum, yere düşmüşüm. Ben Çilem'in avukatı değildim elbet, sadece Çilem'in canının yanmasına engel olmak, masum birini korumak istemiştim. Müdür yardımcısının beni yerden kaldırdığını ve "Arkadaşınızı tuvalete götürün yüzünü yıkasın" dediğini duydum. Beni iki arkadaşımla yüzümü yıkamaya gönderdi. Ağlıyordum, canım yanıyordu ve tuvalette aynaya baktığımda yüzümde parmak izlerini görünce daha çok korktum. Ve bir komşu teyzemiz vardı, kızdığı insanlara "Kanser olasın da ölesin" derdi, aklıma geldi ve ben de müdür yardımcısı için aynı sözleri içimden geçirdim. Ama yine de acım dinmedi.Yüzümü yıkayıp sınıfa geldim. Benim başıma gelenler üzerine müdür yardımcısı diğer çocuklara sopa atmaktan vazgeçmiş ve gitmişti. Sınıfta bazı çocuklar dayak yediğim için benimle alay ettiler, yüzümdeki parmak izlerine güldüler. Çocuklar ne kadar acımasız olabiliyorlardı böyle aklım almıyordu. Kurallara uyup, dersimi yaptığımı ve dayak yeme sebebimi hepsi biliyordu, hepsi görmüştü. Yaramazlık yapmadığı halde Çilem'in adını yazarak haksızlık yapan çocuğa tepki göstermek yerine, yanlışı düzeltmeye çalışan ve bu yüzden dayak yiyen benimle alay ediyorlardı, çok üzüldüm ve kırıldım tabi.
O günden sonra müdür yardımcısı benim kabusum oldu.Okula hergün korkarak geldim. Onunla karşılaşmamak için hep kendimi kolladım, neyse ki yaz tatili geldi ve okullar tatil oldu ve artık okula gelmeyecektim ve müdür yardımcısı beni görecek diye korkmayacaktım.Çok mutluydum. Ama sayılı gün çabuk geçti tabi, yaz tatili bitti ve yeniden okula döndük. Okul bahçesine girince gözlerim ilk müdür yardımcısını aradı ama göremedim, içim ferahladı. Ertesi gün, daha ertesi gün yine göremedim, okulda yoktu sanki. Onun yerine başka bir müdür yardımcısı gelmişti okula. Öğretmenimize sorunca öğrendim; meğer müdür yardımcısı yazın kanser hastalığından vefat etmiş. Çok üzüldüm, dünyam başıma yıkıldı, ben ölmesini istemiştim, o yüzden hasta oldu ve öldü diye kendimi suçladım, aklıma her geldiğinde boğazım düğümlendi, onun çocuklarını ve ne kadar üzgün olduklarını düşündüm, rüyalarıma girdi, ölümünden kendimi sorumlu tuttum hep. Taki aklım erene kadar bu suçluluk duygusu devam etti, hep vicdan azabıyla yaşadım...
Ve hep düşünürüm...
Keşke öğretmenimizin gelmediği o gün; komşu sınıfın öğretmeni sınıftaki rastgele bir çocuğu, yaramazların ismini yazması için görevlendirmeseydi...
Keşke görev verilen öğrenci, görevini ve yetkisini kötüye kullanıp; hiç bir suçu olmayan Çilem'in adını yazmasaydı...
Keşke müdür yardımcısı sormadan, sorgulamadan öğrencileri sıra dayağından geçirmeseydi...
Ve keşke, ortada bir yanlış olduğunu söylemeye çalışan bir çocuk tokatla cezalandırılmasaydı...
Evet, isim yazılı bu kağıt bana hiç unutamadığım bu olayı düşündürdü. Öğrencilik hayatım boyunca yediğim ilk ve son tokatı...
Ve bir yanlışı düzeltmeye çalıştığım için yediğim o tokatı...
Bir çocuğa başka çocukların hakkının teslimiyeti anlamına gelen bir listeyi düşündürdü...
Bir görevi teslim ederken, bir yetkiyi emanet ederken sonucunun neler olabileceğini, hakkaniyet ve liyakat mevzusunun önemini bir daha düşündürdü...
Sorumluluk ve yetki verilenlerin adalete ve hakkaniyete ne kadar riayet edebileceklerini düşündürdü...
Durumu sorgulamadan, tarafları dinlemeden verilen hükmün nasıl sonuçlar doğurduğunu düşündürdü...
Verilen yetki ve sorumluluğu; doğruya teşvik etmek, yanlışa dur demek yerine, sindirmek, susturmak, cezalandırmak için kullanmanın vebalini düşündürdü...
Masum, zayıf insanların hakkını nasıl araycağını, kendini nasıl koruyacağını düşündürdü...
Doğru olan hangisi ? "Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın" mı, yoksa "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" mı ? zihniyetini düşündürdü...
Çok şey düşündüm, evet. Ama benim düncem belli ve çocukluğumdan beri hiç değişmedi, yediğim tokata rağmen. Yanlışları söylemek gibi kötü bir alışkanlığım var işte, sonunda canım yansa da...
TC Kadriye Demirel/1984