Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Sınıfa girdim. Küçük bir kız çocuğu ağlıyordu."Hayrola, ne olduuuu?" diye sordum.
"Arkadaşım beni düşürdü öğretmenim " dedi. Düşürdüğünü söylediği arkadaşı bilinçli yapmadığını, yürürken ayağına takıldığını, acil yapması gereken bir iş olduğu için onu düşürdüğünü fark etmediğini anlattı.
O an, söyleyeceklerimi anlayacaklarına kanaat getirdiğim bir yaşta olsalardı onlara, "Yaşam da işte böyle çocuklar. Birileri birilerini düşürür ve canını acıtır. Kimileri hedefine ulaşmak için birilerini düşürdüğünün farkına bile varmaz.Düşen, hep düşüreni sorgular durur. Oysa kimi zaman düşürenin haberi bile yoktur...Kimi zaman düşürdüğünü görse de görmezden gelir; çünkü karın ağrısı çoktur.İşte böylesi bir durumla karşılaşmamak için, sadece yürüyeceğimiz yola bakmak değil, etrafımızdakilere dikkat kesilip, onların neler yapabileceklerini de kestirmek gerekir.Tıpkı trafikte herhangi bir kaza ile karşılaşmamak için önümüzdeki, arkamızdaki, sağımızdaki, solumuzdaki arabaların neler yapabileceklerini tahmin etmeye çaıştığımız gibi.Düşürülmenin acısını, bir tek düşen bilir.Ya sizi düşürmelerine izin vermeyecek bir kontrolle yürüyeceksiniz, ya düşe düşe sizi düşürenlere eyvallah etmemeyi ve hakkınızı aramayı; karşılaştığınız sorunlarla kendiniz baş etmeyi öğreneceksiniz.Bu yaşlarda düşmek inanın sandığınız kadar da kötü bir şey değil.Sizi yaşamınızın diğer düşmelerine karşı pişirir." demek istedim.Ama çok küçüklerdi.
Onlara söylediğim cümleler, sadece düşüren kızımı, düşen kızımın gönlünü almasının gerekliliği noktasına getirecek cümlelerdi. "Çok özür dilerim. İnan isteyerek yapmadım " diyebildi.Düşen kızım ise, can acısının gözlerine engellenemeyen hükmünden olsa gerek:" Önemli değil " dese de ağlamaktan kendini alamıyordu. Ama en azından gönlü alınmıştı bir kere...İyi niyeti anlamıştı.
Yaşamda kasıtlı ya da kasıtsız kaç kez düştük, kaç kez düşürüldük. Her düşüşte, düşürülüşte, bu kızım kadar şanslı mıydık ki? Şimdi burnumuzun direğini sızlatan çocukluk günlerinin özlemi, acaba bunun için mi "Keşke büyümeseydik!" dedirtir, bilmem ki...
O çağlarda hiç kimseye geçmese, göz yaşlarına hükmü geçen can acılarının gözlere bile artık hükümsüzlüğü, "Hamdım, piştim, YANDIM! "ın bir özeti mi, yoksa beyindeki duygu merkezi hipotalamus un "Beni ziyadesiyle yordun...Senin için fazla mesai harcadım, artık uğraşamam.Şimdi, haydi git işine!" nin, hala canlılık belirtileri gösteren bedene sadakatsizliği olarak mı değerlendirilmeli, bilemedim. Siz ne dersiniz?
Keşke, hala sadece dizimiz kanadığı için ağlasaydık...MERAL DEMİR