Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Ben 1996 ve 99 yılları arasında Siirt’te bir yatılı okulda görev yapan, Giresunlu bir öğretmenim. Şuan 46 yaşımdayım. Aslım Laz. Ve şuan hala aktif meslek hayatıma devam ediyorum.
Aklıma her geldiğinde beni derinden üzen, vicdanımı sızlatan, bazen ağlatan, pişmanlığa boğan o 3 yılda yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve bizden yapılmasını istenenleri büyük bir vicdan azabı içinde anlatacağım.
Okulumuzun öğrencileri tamamen Kürt öğrencilerden oluşuyordu. Çevre köylerden geliyorlardı. Henüz yaşları çok küçük olanlar da vardı. Büyük olanlar da. Kimileri de yaşıtlarının çok çok üstündeydi. Onlar da okula geç başlayanlardı…
Kendi köyünde ilkokulu bitirip ortaokul için Yatılı okula gelenlerin çoğu Türkçe bilmezdi. Türkçeyi bilmeden nasıl geçtiniz derslerden dediğimizde, buna bile cevap veremiyorlardı. Soruyu belki anlıyorlardı ama telaffuz edemiyorlardı.
Ben üniversitede ülkü ocaklarına gitmiştim, vatanımı milletimi ve bayrağımın bütünlüğünü bozan her şeye karşıydım. Dilimiz Türkçe'ydi ve bu yüzden Kürtçe konuşan daha doğrusu Türkçe bilmeyen o öğrencilerden nefret ediyordum. Bazen kafamda onları yok etmenin hesaplarını yapıyordum.
Bizden istenmişti ve biz de onları asimile etmek için her şeyi yapıyorduk. Fakat onların bundan haberi yoktu. Kürtçe konuştuğu için yediği tokattan kulak zarı patlayan, yediği dayaktan hafızasını kaybeden, yani dengesi bozulan birçok öğrenci olmuştu.
Hiç aklımdan gitmeyen bir olay var. Ve aklıma geldikçe kahroluyorum. Ve inanın bu satırları yazarken ağlıyorum. Bir öğrencim arkadaşına Kürtçe vara vara( gel gel) dediğini duydum ve merdivenlerin başında yanına yaklaştığım gibi bütün gücümle ona tokat attım. Merdivenlerden düşüp kolu kırıldı. Ona niçin tokat attığımı bile bilmiyordu. Acı içinde feryat figan ağlıyordu. Arabam vardı. Hemen arabayı getirip onu hastaneye götürdük. Yolda merdivenlerden kendim düştüm demesini istedim. Fazla zorlamadım yine de. O da beni çok sevdiği için bunu kabul etti ve doktor ne oldu sana dediğinde yarı Türkçe Yarı Kürtçe’yle arkadaşımla şakalaşırken merdivenlerden düştüm dedi.
Büyük bir banyo vardı. Ve öğrenciler sınıflarına göre düş alıyorlardı. Hepsi aynı yerde. Bazen sular buz gibi olurdu bazen sıcak su olur soğuk olmazdı bazen de sular birden kesilir köpüklü kalırdı herkes… Öylece duştan çıkıp kurulandıklarını gördüğümde vicdanım sızlardı ama bunun önüne vatana millete olan sevgim geçerdi. Bunlar hakkediyor derdim. Acıma bunlara derdim kendi kendime. Çünkü bana böyle öğretilmişti.
Her gün bir sürü öğrenciyi döverdim. Onları dövdüğüm halde, onları asimile etmeye çalıştığım halde onlar beni sevmeye devam ediyorlardı. Bazen odama gelip öğretmenim seni çok seviyoruz diyorlardı ve eğer siz benim dediklerimin dışına çıkmasanız ben de sizi seveceğim diyordum. Onlar beni, onlara uyguladığım şiddete karşı seviyorlardı ben ise onları, onlardan bir şey bekleyerek sevmeye çalışıyordum.
Şimdi bunu düşündüğümde inan ki insan olduğumdan utanıyorum. Şuan Yaşadığım acıları ve vicdan azabını dilerim Allah kimseye yaşatmasın.
Okulun şartları oldukça kötüydü. Yemekler bazen olmazdı bazen de yemeklerin içinde solucan, böcek vb şeyler çıkardı. Bunları dile getireni döverdik ve bir daha sesini çıkarmazdı. Bazen kaloriferler yanmazdı odalar buz gibi olurdu. İnan o soğukta bırakın yatmayı, orada durmak bile imkansızdı. Hala düşünüyorum, onlar nasıl idare ediyordu o soğukta anlamış değilim.
Tayinim çıktığı gün. Vedalaşırken arkamdan bir sürü öğrencim ağıt yakarcasına ağlıyordu. Belki o sahneydi beni insanlığımı bulmaya iten. Hiç unutmadım ama hiç o sahneyi. Yıllarca düşman gözüyle baktığım, dilini yasakladığım, asimile etmeye çalıştığım, varlığını kendi varlığıma adatması için baskı uyguladığım o öğrencilerim, ben onlardan ayrılıyordum diye hıçkıra hıçkıra ağlayıp, ne olur gitmeyin öğretmenim, ne olur gitmeyin öğretmenim diyorlardı…Oysa hemen öncesinde onlarla vedalaşırken, içten sarılmamıştım onlara, onlara sarılırken bile aklımda başka hesaplar vardı.
Ve onların arabamın ardından ağlayarak koştuklarını görünce, frene basıp, bütün kinimi, nefretimi içimden çıkardım. Sizin olsun bayrağınız dedim, vatan da sizin olsun her şey de…Ve kapıyı açıp, geri koşarak, hepsine onları yüreğime basarcasına sarıldım. Sizi çok seviyorum dedim. Hem de çok. Siz benim evlatlarım ve kardeşlerimsiniz.Sizi çok seviyorum. Ne olur beni affedin. Hakkınızı helal edin. Ve bir çocuk gibi boylarının seviyesine inip onlarla ağladım…
O gün anladım. İnsanlığın her şeyden daha değerli olduğunu. O gün anladım sevginin ne kadar güzel olduğunu. İşte o gün anladım kimsenin rengine, diline, ırkına bakmadan insanları sevmenin ne kadar lezzetli bir şey olduğunu.
Keşke şimdi tekrar oralarda görev verseler bana, keşke tekrar bu fırsatı verseler de gidip onlara yürekten hizmet edebilsem. Kürtçeyi öğrenip onlara dersleri Kürtçe anlatsam. Ve onları 2 çocuğumdan ayırmadan hiç karşılık beklemeden sevsem.
Öğrencilerimle vedalaşırken çok ağlamıştım ve bir de şuan bu satır
Adı şanı belli olmayan kişi tarafından yanlı olarak kaleme alınmış bir yazı. Sormak isterim kendisine, sırf gerçek ülkücüleri kötülemek için aslı olmayan hayâl ürünü bu yazıyı yazarken ülkücülere iftira atarken vicdanı hic sızlamadı mı? Bir sure sonra iktidar değiştirse o tarafa döner bu yazı için vicdanının sızladığını yazar. Bu kişilik bozukluğu olan omurgasız şahıslar, har an her daim fırıldak gibi dönen birilerinin
havlayan köpeğidirle...