Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Üstünü değiştirdikten sonra banyoda elini yüzünü yıkadı. Ardından mutfakta yemek hazırlığı yapan annesine ve masada resim çizen kız kardeşine sarılıp öptü. Annesi bir yandan ocakta pişirdiği, kokusu evin dört bir yanına yayılmış olan kuru fasulyeyi karıştırıyor, bir yandan da Talha’ya doğru dönüp tebessümle: “Bugün nasıl geçti, neler yaptın bakalım?” Talha, acıktığından yemeğin kokusuna kendini kaptırmış bitap bir halde: “Eh işte…” diye geçiştirdikten sonra “Sana bir iyi bir de kötü haberim var.” diye ekledi. “Bugün başkanlık seçimi vardı. Maalesef kazanamadım.” dedi yüzünde hüzünlü bir ifade ile. Ardından gözlerinde beliren ışıltı ile: “İyi haber ise öğretmen ödevlerimi çok beğendi. Yine kalem hediye etti.” Neşe ile kardeşine: “Meryem bak! Öğretmenim bana ne hediye etti. Sana vermemi, ister misin?” Üzerinde siyah harflerle altın çocuk yazılmış sarı renkli ucu açılmış bir kalemdi. Meryem büyük bir sevinçle iki kolunu havaya kaldırıp mütemadiyen zıplayarak evet, evet abi, çok isterim” Talha daha önce de öğretmeninden, olumlu davranışları ve derse katılımındaki başarısından ötürü birkaç kez bu tür ödüller almıştı.
Abisine sarılıp öperek kendisine hediye ettiği kalemi aldığı gibi koşarak salona geçti. Kanepede uzanan babasına heyecanla “Baba bak! Abim bana ne verdi?” Babası kanepeden doğrulup oturdu. Meryem’i kucağına aldı. Çenesiyle beline kadar uzamış olan siyah düz saçlarını aralayıp yanağına bir buse kondurduktan sonra şaşkınlığını ifade eden bir ses tonuyla: “Neymiş bakalım abinin sana verdiği hediye, göster bakalım.”dedi. Az sonra içeri giren Talha, öfkeli ve sitem dolu ses tonuyla; Meryeeem ama ben gösterecektim! Babası bu tür durumlarda kardeşine karşı daha hoş görülü davranmasını, yaşı itibarıyla duygularına gem vuramadığını Talha’ya anlayabileceği türlü örneklerle anlatıyordu.
Babaları, aralarında sıklıkla geçen bu çatışmaları iki tarafın da duygusal yönden örselenmeden daha az hasarla atlatması için çabalıyordu. Ancak bu konuda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Aralarını bulmak için diğer dizini de aralayarak Talha’nın da oturmasını istercesine eliyle birkaç kez dizine vurarak: “Gel bakalım oğlum. Bırak bu tatlı cadıyı aceleci işte, kendini daha şirin göstermeye çalışıyor.” Talha, sitem edercesine: “Ama babacım hep böyle yapıyor.” Babası Talha’yı da sol bacağına oturtup öfkesinden al al olmuş tombul yanaklarından öptükten sonra: “Söyle bakalım nerden geldi bu kalem.” Talha kardeşine olan tüm kızgınlığını bir tarafa bırakıp neşe ile: “Öğretmenim ödevlerimi çok beğendi. Sınıfta da sorduğu soruları cevaplayınca hediye etti.”
Babası çocuklarının neşelerine ortak olmanın sevinciyle iki koluyla bacaklarına aldığı çocuklarına sarılıp yanaklarını yüzünün iki yanına değecek şekilde kendine doğru yaklaştırarak: “ Aferin oğluma tebrik ederim.” Talha da babasını ve kardeşini sevindirmiş olmanın gururuyla: “Teşekkür ederim babacım. Bu arada öğretmenim haftaya suluboya çalışması yapacağımızı söyledi. Bana suluboya alır mısın?” Babası: “Alırım tabi neden olmasın.” Araya giren Meryem yaşının vermiş olduğu kıskançlıkla: “Baba bana da alır mısın? Resim defteri de istiyorum.” Sağ elinin işaret parmağını alt dudağına götürüp biraz düşündükten sonra bir anda hıh!: “Üzerinde kedi resmi olsun.” dedi. Talha, haklılığını ispatlarcasına: “Görüyorsun dimi baba yine kıskandı. Kalemi verdiğim halde yine de istekleri bitmiyor.” Sonra Meryem’e dönerek ağabeyliğinin kendine vermiş olduğu vakarla: “Sanki ben keyfimden istiyorum. Öğretmen istediği için babaya söyledim. Ya sen? Hep kıskanıyorsun beni.” Meryem, elini yumruk şeklinde belinin sağ tarafına götürüp yaslayarak: “Olur mu canım abicim benim de evde ödevlerim var onun için istiyorum.” Talha ve babası bir an için göz göze gelerek birlikte güldüler. “Tamam, tamam ikinize de alırım. Şimdi yemek saati, hadi bakalım sofraya…”
Anne, bin bir emekle hazırladığı yemekleri mutfakta yere sermişti. Anadolu’nun şarki vilayetlerinde görülen bu yer sofrası her akşam aile üyeleriyle şenleniyordu. Evin hanımı yemekler konusunda pek maharetli idi. Kokusu aile bireylerini cezbeden bu yer sofrası naylondan yapılmış ve üzerinde envai çeşit çiçek motifleri ile bezenmiş bir örtünün üzerine serilmişti. Kenar kıvrımları mavi ortası beyaz renkli büyükçe bir sininin içinde her bir aile üyesi için konulmuş kuru fasulye ve pilav tabakları ile ortaya kuru soğan, dereotu tabağı ve bol köpüklü ayran sürahisi konmuştu. Sofra örtüsünün köşesinde tandır ekmeği de şark kültürünü büsbütün yansıtıyordu.
Yemekten sonra eşiyle birlikte kaçak çayla demlenmiş tavşankanı çaylarını karşılıklı yudumlarken evin hanımı, türlü haylazlıklarla oyun oynayan çocuklarını kaşlarıyla işaret edercesine eşine: “Yine mi tartışıyorlardı. Ne yapacaz biz bu yaramazlarla?” Meryem’in tükenmek bilmeyen kıskançlıkları Talha’nın tahammülsüzlüğü ne olacak? Kâh çok iyi anlaşıyorlar kah kavga ediyorlar. Talha hadi neyse de Meryem gerçekten bazen çekilmez oluyor. Talha’nın keyif aldığı şeyler belli; resim yapmayı, kitap okumayı, araştırma yapmayı, kendi oyuncak ve aletlerini yapmayı çok seviyor. Keyifle zaman geçiriyor. Ancak Meryem hiç onun gibi değil, hercai davranışlarıyla gına getiriyor. Bir işin üzerinde kararlılıkla durmuyor. Bazı zamanlar mutfakta benimle birlikte mutfak aletleri ile ev işleri ile uğraşıyor. Bazen de oyuncak bebeklerini giydirip kuaförcülük oynuyor, saçlarını tarıyor. Kimi zamanda abisi gibi bir anlık resme merak salıyor. Kimi zaman da kitap okuduğumda bakıyorum eline kitap almış kendince resimlerden bir şeyler okuyor. Kendi başına ilgi duyduğu işin üzerinde durmuyor cimcime. İnanır mısın gün içinde bu kavgaları en az beş on kez tekrar ediyor. Beni de oldukça yoruyor.”
Babaları eğitimci olduğu için çocuklarının eğitimi ile de yakından ilgileniyordu. Eşiyle zaman zaman yaptığı bu çay sohbetlerinde çocuk eğitiminin meşakkatli bir o kadar da sabır, dikkat ve belli ölçüde pedagoji bilgisi gerektirdiğini ifade ediyordu. Eşiyle çaylarını yudumlarken yaptıkları bu keyifli sohbetler günün yorgunluğunu unutturduğu kadar ailenin en mutlu olduğu anlarıydı. Baba, çocuklarının yemekten önceki anlaşmazlıklarını unutup birbirleriyle keyifle oynadıkları oyunlarını izlerken yudumladığı çayının bittiğini anlamamıştı bile. Eşinden ikinci çayını doldurmasını isterken bir taraftan da eşine gün içinde çocuklarla ve evin işleriyle ne kadar çok yorulduğunu tahmin edebildiğini söylüyordu. Bir taraftan çayını karıştırırken bir taraftan da eşinin gözlerine bakarak: “Meryem konusuna gelince bak ne anlatacağım çocukları tıpkı bin bir çeşit tohuma benzetiyorum. Uygun bir ortam hazırlandığında yeterli sıcaklık ve nemle yeşerip koca bir ağaç olan tohum gibi kendilerinde mevcut olan yüzlerce beceri ve kabiliyet cevherlerinden bir ya da birkaç tanesinin yeşereceğine mutlak surette inanıyorum. Bu kabiliyetlerinden hangisinin yeşereceğini ise fırsatını bulduğu ve deneyimleme imkânına kavuştuğu koşullar belirliyor. Bu bakımdan kendilerinde gizil olan yeteneklerin törpülenmemesi için dikkat etmeliyiz.
Başarısızlık ve hata ile sonuçlanan davranışlarını dikkatli bir şekilde eleştirip başarısızlıklarını yüzlerine vurmadan daha çok başarılı olduğu yanlarını gözlemleyip destekleyerek takdir etmeliyiz. Olabildiğince değişik oyun, beceri, spor ve enstrümanlar ile buluşmalarına farklı becerileri tecrübe etmelerine olanak sağlamalıyız ki Talha da bu koşullarda kendi becerileriyle tanışmadı mı? Eşi başını iki yana birkaç kez sallayarak: “Çocuklara farklı türden müzik ve spor aletleri, bilimsel oyuncaklar ve bu türden materyaller almanın altındaki sebep, farklı alanlarda deneyimleme yaptırmak mıydı? “Aynen öyle” “Desene çocukların, insanı hayretler içinde bırakan bazı davranışlarının altında senin bu düşüncelerin var.” “Tabi bunlar sadece benim bu düşüncelerim ile olmuyor. Senin de bu konulardaki gayret, ilgi, alakan her şeyden önce çocuklarımıza olan sevginin ortaya çıkardığı ışıltıları bunlar. Aslında yıldızlar göz alıcı parıltılarıyla her daim gökyüzünde ancak kaydığı zaman oluşturduğu ışıltı dikkatleri üzerine çekiyor. Her çocuk bir yıldız kadar parlak ve hayat doludur. Kimi bazen kayma fırsatı bulup dikkatleri çekerken kimi zamanda fark edilmeden öylece yerinde duruyor.”
Talha, ödevlerini yaptıktan sonra dördüncü yaşının ilk çeyreğini dolduran Meryem ile birlikte oyun oynamayı çok severdi. Aslında kardeşi ile çok iyi anlaştığı da söylenemezdi. Kardeşi birazda yaşının vermiş olduğu kıskançlık dürtüsü ile zaman zaman abisini zorluyordu. Yine de Talha kardeşine olan sevgisinden ve şefkatinden ödün vermiyordu. Dingin ve olgun kişiliğiyle anne ve babasının da ilgisini çekmişti. Ancak bu haline rağmen Meryem onu bazen öfkelendirmeyi başarıyordu. Yaşıtlarının aksine çok fazla istekte bulunmaz, istediklerinde de ısrarcı olmazdı. En çok sevdiği şeylerden biri de babasıyla birlikte tamirat işleri yapmak ve elindeki artık malzemelerden kendi oyuncaklarını yapmaktı. Resim yapmayı ve kitap okumayı da çok seviyordu. Bilime ve doğaya karşı da büyük bir merak besliyordu. Talha’nın bu ilgisini küçük yaşlardan itibaren fark eden babası boya, resim defteri ve yaşına uygun bilimsel kitap ve dergileri almayı ihmal etmezdi. Odası adeta bir atölye ve laboratuvarı andırıyordu. Teleskop, mikroskop Talha’nın en sevdiği aletlerdi. Araştırmayı yapmayı da bir o kadar seviyordu. Kimi zaman bir sineğin kanadını kimi zamanda bir arının iğnesini mikroskobuyla inceliyor, gözlemlerini de tasarladığı projelerini çizimler yaparak yazdığı defterine not alıyordu. Bu defteri itina ile koruyarak saklıyordu. Tasarladığı projelerini numaralandırarak yazıyordu. Bu projelerini anne ve babasına, bazen de halalarına ve arkadaşlarına göstererek anlatmaktan büyük keyif alıyordu. Talha esasında bu gizil yetenekleri ve zekası ile ilgili emareleri daha küçük yaşlarında bile sezdiriyordu.
İlk kez üç yaşında farkında olarak iğne ile tanışan Talha, kendisine acil serviste anjokat takan hemşireye hastalığın vermiş olduğu bezgin ve soluk yüzüyle: “Ne olursunuz bana iğne yapmayın, ben daha çok küçüğüm” diyerek anne, babasını ve hemşireyi şefkat hisleriyle karışık acıma duygusuyla güldürmüştü. O günden sonra yaşadığı bu acı tecrübe ile iğne olmaktan çokça korkan Talha, birkaç yıl sonra tekrar hastalandığında doktorun istediği kan tahlili için sandalyede korkusuzca ve rahat bir tavırla kolunu uzatırken anne ve babasını oldukça şaşırtmıştı. Çünkü aradan geçen sürede birkaç kez daha iğne olmuştu. Bu iğneleri yaptırmak ona olduğu kadar anne ve babasına da zor geliyordu. Zira korkusundan bırakın iğneyi yaptırmayı onu odaya almak bile başlı başına bir sıkıntıydı. Avazının çıktığı kadar bağırması bir yana debelenip durması da ayrıca zorluk çıkarıyordu. İğne oluncaya dek herkes kan ter içinde kalıyordu. Üç kişinin bile zar zor tutabildiği Talha kendinden oldukça emin bir ifade ile gülümseyerek: “Tutmanıza gerek yok” dedi.
Şaşırtıcı bir şekilde kan alınırken hiç zorluk çıkarmadı. Bu durumu ailesini olduğu kadar kan alan hemşireyi de şaşırtmıştı doğrusu. Hemşire ilk kez böyle rahat ve cesur bir çocuk gördüğünü söylemeden edememişti. Yalnız bu tavrının altında ne olduğu ciddi bir merak konusuydu. Ne olmuştu da çıngar çıkaran Talha, böylesine korkusuz bir kahramana dönüşmüştü. Babası kolunu pamukla bastıran Talha’ya dönüp yumuşacık tombik ellerinden tutarak baş hizasına kadar eğilip yanağına da öpücük kondurduktan sonra meraklı ve şaşkın bir ifadeyle: ”Nasıl oldu da ağlamadın, gecen sefer üç kişi zar zor tutabilmiştik. Talha, az önce yapmış olduğu gösterinin gururuyla göğsünü kabartarak: “Adeta sinek ısırığı” dedi. “Şimdi bu kadar rahat davranmana bir anlam veremedim doğrusu.” dedi babası. “Babacım mikroskobumdan sivrisineği incelemiştim. İğnesi aynı bu iğneye benziyordu. Boşuna korkmuşum bunca zaman, gerçekten de bir sinek ısırığı kadar ağrıtıyormuş. Ondan korkmadım” dedi.
Çocuklarının yetenek, zekâ, ifade becerileri ile okuma sevgisine şaşırmayan anneleri bunun eğitimci bir babanın mesleğinin gereklerini kendi çocuklarına ustalıkla uyguladığını bizzat görebiliyordu. Doğrusu kendi de çocuk eğitimi ile ilgili kitaplar okumuştu. Ancak hiç bu şekilde pratiğe dökmek imkânını bulamamıştı. Eğitimci bir babanın çocukları olmak Talha ve Meryem için ne denli ayrıcalıksa onun içinde eğitimci bir kocanın eşi olmak o denli bir ayrıcalıktı. Yaşam boyu birlikte ailece öğreniyorlardı. Her doğan yeni bir gün daha renkli daha anlamlıydı.
Talha, zaman zaman resimlerini, yaptığı çalışmalarını ve oyuncaklarını videoya alıp, hatıra olarak saklardı. Abisi gibi Meryem de resme ilgi duyuyor, ara sıra da eline aldığı kalem ve defterinde abisine özenerek kendince ödevler yapıyordu. Çocuklar kitap okumayı da seviyorlardı. Günün belli zamanlarında ailece kitap okuma saati yapıyorlardı. Babaları gazete ve dergi almayı her ne kadar dijital olarak bu tür materyallere ulaşabiliyorsa da çocuklarının okuma kültürünü geliştirmek adına önemli görüyordu. Çocuklarına“En az beş duyumuz kadar önemli bir dolaylı duyumuz daha var ki o da okumaktır. Okuma duyumuzu beş duyumuz kadar faal kullanmadıkça tekâmül etmek mümkün değildir.
Okumayı sevmiyorum demek; görmeyi, tatmayı ve duymayı sevmiyorum demek gibidir” derdi. Bir keresinde Meryem, babasının aldığı gazeteyi Kanepenin arkasında arayıp sağa sola bakınıyordu. Bulamayınca pul pul kabuklanmış pembe minik dudaklarını aşağıya doğru kıvırıp kollarını da iki yanına ellerinin ayasını gösterecek şekilde açarak annesine gazetenin nerede olduğunu sordu. Annesi, doğrusu okuma bilmeyen kızının gazete ile ne yapacağını merak ediyordu. Belli ki bir planı vardı diye düşündü. Kızına sanki hata yapmışçasına mahcup ve kısık sesle: “Odayı toparlarken kaldırdım kızım.” Annesinin bu cevabı sonrası her zamanki gibi istediği olmayınca avazı çıktığı kadar bağırarak ağlayan Meryem: “Niye kaldırdın. Gazeteyi alıp babaya sürpriz yapıp okuyacaktım.” dedi.
Talha’nın aile hayatından kesitler sunduğumuz evinde günler böyle birbirini kovalamış ve bir hafta geçmişti. Talha, o gün resim dersinde suluboya çalışması olduğunu unutmuştu. İşin aslı babası da suluboya almayı unutmuştu. Sınıftaki herkes suluboyasını çıkarmış resimlerini yapıyordu. Talha, en sevdiği resim dersinde boyasız kalmıştı. “Ne yapmalı, nasıl etmeli” diye düşündü. Sıra arkadaşı olan “Özgür’den mi istesem?” diye bir an düşünüyse de suluboya çalışması fırça ile yapıldığından tek bir fırça vardı, öyle kullanmak da olmazdı. Durdu ve düşündü. Bir anda gözüne ilişen okul sütü çoktan fikir vermişti bile. Hemen pipeti eline aldı. Kalemliğinden makasını çıkardı. Kafasındakileri uygulamaya geçmek için her şey tamamdı. Bir tek bant eksikti. Özgür’e dönerek aceleyle: “Bant var mı sende?” diye sordu. Özgür, ne yaptığını anlamaya çalışırcasına biraz da meraklanarak acaba yine ne yapacak diye kendi kendine sorarken bir yandan da Talha’ya dönerek: Kalemliğime bakmam lazım.” Özgür, kalemliğini açarken kafasındakini sıcağı sıcağına heyecanla uygulamaya geçirmek isteyen Talha da içinden “inşallah vardır, İnşallah vardır.” diye dua ediyordu. O an için yaşadığı bu yoğun duygu bir şairin aklına gelen dizeleri unutmadan bir yerlere not almak için aradığı kâğıt, kalemin heyecanına benziyordu. Az sonra kalemliğine bakan Özgür: “Varmış al.” dedi uzatarak.
İyice meraklanan Özgür, başını hafiften sola doğru çevirip gözünü kırparak sordu: “Ne yapacaksın?” Özgür’ün uzattığı bandı elinden aldıktan sonra: “Görürsün birazdan” dedi. Bandı da aldıktan sonra her şey tamamdı. Bir eliyle makası tutarken diğer eliyle de her ne kadar yana ve yukarıya doğru tarasa da bir süre sonra düz şeklini alarak alnını örten sacının önünden bir kavradığı bir tutam saçını makasıyla kesti. Bunu gören Özgür, şaşkınlığını gizleyemeden elini ağzına götürerek ne yapıyorsun?” dedi. Sonra kestiği bir tutam saçı özenle pipetin etrafına sardı. Bir eliyle pipetin etrafında dağılan sacını tutarken bir eliyle de bantlamaya başladı. İyice bantladıktan sonra pratik bir çözümle yaptığı fırçası ile çok sevdiği resim çalışmasını artık yapabilirdi. Böylesi şeyleri yapmayı çok seviyordu. Göğsünü kabartarak yaptığı fırçayı Özgür’e gösterdi. Özgür, Talha’nın yaptığı fırçaya hayranlıkla baktı. “Talha, nasıl yaptın bunu, nerden aklına geldi bir anda? “Ee, boşuna bana profesör demiyorlar.” Sınıf arkadaşları da Talha’nın pratik zekâsını fark etmişlerdi. Bu yüzden sınıfta ona profesör diyorlardı. Özgür, çok sevdiği sıra arkadaşına başarısını kutlarcasına: “Hadi o zaman şimdi benim boyamı kullanabilirsin.”dedi. Özgür de Talha gibi bu türden icatlar yapmayı çok seviyordu. Bu sebeple ikisi çok iyi anlaşıyor ve sürekli birlikte vakit geçiriyorlardı. Talha, ders bittiğinde özenle yaptığı fırçasını ve resmini özenle kaldırıp çantasına koymuştu.
Okul çıkışı eve giderlerken heyecanla bugün okulda yaptığı suluboya fırçası ve resim çalışmasını anne ve babasına gösterdiğini hayal ediyordu. Yaptığı bu tür çalışmaları ebeveynlerine göstermek ve başarısının onaylandığını görmek en çok mutlu olduğu anlardan biriydi. Aslında bu diğer bütün çocuklar için de böyleydi? Başarılarına tanıklık edildiğini görmek, onaylanmak her çocuğun çocukluğunda hatırlayabileceği ender anlardan biri değil midir?
Heyecanla girdi eve o gün Talha, aksine bugün yorgunluk da hissetmiyordu. İçeri girer girmez annesine:”Babam evde mi?” diye sordu. “Hayırdır, oğlum ne bu telaşın.” “Nerde babam?” “Meryemle salonda oturuyorlardı.” dedikten sonra “Sen de salona gelir misin anneciğim? dedi Talha: “Size bir şey gösterecem.”sonra hep birlikte salona geçtiler. Talha:“Anne, baba bakın! Bugün okulda ne yaptım.” “Neymiş bakalım heyecanla göstermek istediğin şey?” “Bugün okulda resim dersinde suluboya çalışması vardı. Suluboya götürmeyi unutmuşum. Daha doğrusu baba, sen almayı unutmuşsun. Ama tabi be her zamanki gibi bir çözüm yolu buldum ve kendi suluboya fırçamı yaptım.” Elindeki okul sütü pipetiyle yaptığı fırçasını gösterdi. Ardında da yaptığı resmi... Annesi ile babası çok şaşırmışlardı. Fırça kadar resim de güzel bir o kadar da anlamlıydı. Talha’yı tebrik etmişlerdi.
Ancak çok geçmeden babası fırçanın ucunu göstererek: “Bu kılları nerden buldun?” Her zamanki heyecan ve neşesi yerini hafif bir mahcubiyete bırakarak başını önüne eğdi ve utanarak: “Kendi saçımdan kestim.” dedi. Annesi sorgulayıcı bir ses tonuyla:“ Kafanı kaldır bir bakıyım.” dedi. Eve girmeden önce su matarasındaki suyla elini ıslatıp belli olmasın diye saçını yana doğru taramıştı. Annesi sacını eliyle aşağı doğru düzeltti. Saçının sağ kaşının üstünde bir tutam saç geri kalan kısmına göre eksikti. Bu durumu gören anne ve babası bir an için göz göze geldiler. Komik görünüyordu. Hem tatlı bir tebessüm hem de kızgınlık vardı. Talha ise pür dikkatle onları izliyordu. Zaferini mi kutlayacaktı yoksa fırça mı yiyecekti? Tedirgindi, yanakları kızarmıştı. Bu durumu fark eden anne ve babası, Talha’nın hevesini kırmamak için bu problem çözme becerisini takdir edip sarıldılar. Ancak sonrasında bir uyarı yapmayı da gerekli görmüşlerdi. Babası, bu durumdan kendisinin de sorumlu olduğunu biliyordu. Talha’nın, yanaklarından makas alırken biraz da mahcup bir ses tonuyla:” Tabi bu durumdan hafif sıyrılman da suluboya almayı unutmuş olmamın da etkisi var.” dedi.
Anne ve babasının son kertede kendisini onure eden davranışlarından sonra kendini bir nebze rahatlamış hisseden Talha, keyifle yaptığı resmi anne ve babasına gösterirken Meryem de abisinin kesik olan saçını işaret parmağı ile gösterip gösterip gülüyordu.
Not: Bu hikayede anlatılanlar tamamen gerçektir.
Alıntı: Vedat DEMİR / Eğitimci Yazar