İlkokullar o zamanlar beş sene sürer, istisnalar dışında bütün okullar sabahçı ve öğlenci iki tertip hizmet verirdi.

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

Her Cebe Bir Kumaş Mendil
İlkokullar o zamanlar beş sene sürer, istisnalar dışında bütün okullar sabahçı ve öğlenci iki tertip hizmet verirdi.

Okula yürüyerek gidip gelindiği için eve mümkün olan en yakın yerdeki seçilirdi.

Birinci sınıfta, bazı mızmız çocuklar ya da aşırı düşkün anneler dışında en fazla bir ay sonra okul yolculuğu tek başına yapılırdı.

Gerçi evlere yakın okullara giden tüm mahalle aynı anda evden çıktığı için sokaklarda birleşilip, küçük kümeler halinde ilerlenirdi.

Üç dört yaşından itibaren, sınırı kendi sokağımız ile çizilen, bahçelerinde tek başımıza oynama deneyimimizden sonra dış dünyaya bu, ilk adım atışımız büyüdüğümüzün de bir işaretiydi.

Camdan sarkan annelerin, bakınca göreceği ya da seslenince duyacağı mesafeyi artık aşabiliyorduk.

Okul yolculuğu ne kadar kutlu ve gurur doluysa, elimizden tutarak götürülmek de o derece aşağılayıcıydı.

Büyümüş, okula giden, sorumluluk sahibi çocuklar olmamış mıydık? Endişe edecek ne vardı ki?
Zaten yol üstündeki tüm esnafı tanır, hatta bir sene için de o saatlerde sokaktan geçenlerin de simalarına alışmış olurduk. Yabancıyla karşılaşma ihtimali olmayan güvenli sokaklardaydık.

En heyecan verici deneyim, kendi başına ilk karşıdan karşıya geçerken yaşanırdı.

Sınırlı sayıda ve gene çoğu tanıdık komşu arabaların arasından, önce sola, sonra sağa sonra yeniden sola bakılır, ışık, yaya geçidi falan olmayan yolun ortasında durup, bir daha bakmayı unutarak hızla geçiverirdik.

O az sayıda araçların sürücüleri de, her an her köşeden okul yolundaki bir çok çocukla karşılaşacağını bilir, ona göre daha yavaş ve dikkatli giderdi.

Trafiğin yoğun olduğu büyük kavşakların ortasında, ufakça bir silindirin içinde trafik polisleri olurdu. Dört beş ayrı yerden aynı anda gelen arabaların arasından geçmek biraz daha beceri ve marifet isterdi.

Yaşı büyük çocuklar ki, ikinci ya da üçüncü sınıfa gidenler dahil herkes bunu becerebilir ama ilk sene polis amcalar düdük çalıp, el işareti ile komut vererek trafiği durdurarak karşıdan karşıya geçmemize yardımcı olurdu.

Bir elimde sapından tuttuğum büyük evrak çantasına benzeyen, çift klipsli ağır çantam, diğer elimde plastik beslenme çantası ile yüküm oldukça ağırdı.

O yıllarda sırta asılan yumuşak çantanın ya da omuza asılabilecek beslenme çantası gibi bir şeyin henüz icat edilmemiş olması bir talihsizlikti.

Hoplaya zıplaya arkadaşlarla yapılan bu geziye benzeyen okul yolculuğunda, yollar bir çocuk için ilgi çekici binlerce yeni keşif içeriyordu.

Ellerimiz serbest kalsaydı, at kestanesi toplamak, birbirimize kar topu fırlatmak, eve dönüş yolunda komşu bahçede yeni açan çiçeklerden birkaç tane koparmak ya da erikleri, dutları toplamak çok daha kolay ve hızlı olurdu.

Bahçelerdeki meyvelere dalmak, iki misket atmak, birkaç seksek karesinden zıplamak ya da hızla futbol oynamak için çantaları bir köşeye bırakıyor, bazen de sokak ortasındaki oyuna taş yerine en hızlı şekilde sağlı sollu yerleştirip kale yapıyorduk.

Biraz hızlı vurulmuş bir top isabet edince, direk işlevi gören çanta sağa sola saçılıyor, kulpu, kilidi kırılabiliyor evde bir ton azar işitiliyordu.

Genelde Sümerbank'tan alınan mokasen ayakkabılar da bu oyuna pek dayanamaz, ya köşesinden patlar, ya da toz pis içinde kalırdı. Parçalanmış ayakkabı da kilidi kırılmış çanta ya da sokak köşesinde unutulmuş beslenme çantası gibi anneleri çok kızdırırdı.

Satın alınan her eşyanın değerli olduğu o zamanlarda ayağımızda daha dayanıklı spor ayakkabıların olmaması da bir talihsizlikti.

Annemin akşamdan hazırlayıp odamdaki dolabın kapağına astığı önlüğümü, her sabah temiz beyaz yaka takarak giyerdim.

Nasıl beceriyorsam o yakanın her gün ya düğmesini ya da ince örülü iliğini kopardığımdan yıkandıktan sonra elden geçmesi de gerekirdi.

Pırıl pırıl gittiğim okuldan, sanki tarlada mahsul toplamışım gibi, başımdaki kocaman beyaz kurdele kaymış, saçlarım darmadağın, yaka ya bir ucu açılmış yandan sarkıyor ve mutlaka kir pas içinde, beyaz çoraplar elbet ya yırtılmış ya kirlenmiş geri dönerdim.

Kapıyı açıp okuldan darmaduman geldiğimi gören annem, öyle her an su akmadığından aksa da sıcak suyu termosifon ya da kazanda kaynattığından hazır olmadığından silip temizlerdi. Kışın haftada bir, yazın daha sık yapılan banyo günleri harici temizlik zaten güzelce silinmekten ibaretti.

Yaka gibi sahip çıkmayı beceremediğim bir diğer okul gerecimde o kumaş mendillerdi. Her gün önlük cebinde temiz beyaz kumaş mendil götürmek zorunluydu. Hafta başında sınıfta tırnak kontrolü yapılır, sıranın üzerine serip elleri bitiştirip üzerine yerleştirerek kısa tırnak ve mendillerimizi öğretmenimize göstermemiz gerekirdi. Diğer günler ise okula cebimizde temiz mendille gitmemiz yeterliydi. Erkekler önlüklerin göğüs cebinde bazen bir ucu dışarda taşırken, biz cebimize tıkıştırıp kullanırdık.

Bayram hediyesi, aile büyüklerinin ucuna isim işlediği mendiller kıymetliydi okula götürülmezdi. Yaka ile birlikte satılan, kutuda bir düzine kenarı ince renkli şeritli kare olanlar kaybolabilirdi ama her sabah cebimizde mutlaka bir mendil olmadan evden adım atmazdık.
Okula kılık kıyafetimize dikkat ederek gitmemizin derslerdeki başarı kadar önemi vardı. Gün içinde ne kadar dağılırsak dağılalım, sabah derli toplu olmamak ayıptı ve öğretmene yapılan bir saygısızlıktı.

Yazılmakta olan BizOzamanlar II - Ayıp Denen Birşey Vardı! kitabından alıntılar.

Ayçe Ayyıldız Baturay
Fotoğraf: Feneryolu - 1978

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber