Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Bu da benim hikayem, bakalım sonuna kadar okuyabilecek misiniz?
DOKUNACAĞIM DAHA ÇOK YÜREK VAR
Gerçek Bir Yaşam Hikayesi,
16 yıl sonra bugün telefonla görüştüm kendisiyle. Sosyal medyadan birbirimizi takip ediyorduk zaten. Telefonda kendisine o günleri hatırlatarak bu yaşanmışlığı yazmak istediğimi ve ismini kullanmamda bir sakınca olup olmadığını sordum. Hiçbir sakıncası olmadığını belirtti. Buna rağmen ismi yerine takma bir isim kullanmanın daha etik olacağını düşündüm. Hatta okulun ismini de takma isimle yazsam iyi olacak. Hikaye yaşanmış fakat isimler takma.
İki bin iki yılında, Ütopya İlköğretim Okulu’na isteğim sonucu tayinim çıktı. Mesleğimin sekizinci yılındaydım. Okul müdürüm dördüncü sınıfı okutmamı uygun buldu. Sınıfa girdiğimde kırk iki çift göz bana bakıyordu. Daha önce üç sene boyunca bayan öğretmen tarafından okutuldukları için erkek öğretmenin okutacak olmasının ürkekliğini yaşıyor gibiydiler. Kendimi tanıttıktan sonra öğrencilerimin kendilerini tanıtmalarını istedim. Sırası gelen kendini tanıtıyordu. Duvar tarafında en arkada başı öne eğik bir şekilde oturan, akranlarına göre kısa boylu, kara kuru bir çocuğa sıra geldiğinde bir duraksama yaşandı. Öğrencilerden bazıları :
-Öğretmenim onu adı Ali dediler.
Rahmetli Hulusi Kentmen bakışıyla,
- Müsaade edin, adını kendi söylesin dedim.
O ana kadar hiç yüzüme bakmayan Ali, başını ağır bir şekilde kaldırarak, titrek bir sesle,
-Ali dedi.
Göz göze geldiğimizde, uzun kirpikleri ve kömür gözleri dikkatimi çekti, ”Aferin.” dememle gözünü kaçırması bir oldu. Az önce adının Selim olduğunu öğrendiğim öğrencim,
-Öğretmenim, Ali’nin okuması zayıf.
Onu desteklercesine yine ismini az önce öğrendiğim Serap,
-Öğretmenim, Ali’nin matematiği de zayıf.
Sınıfta her kafadan bir ses çıkmaya başladı,
-Ali anlamaz.
-Ali yapamaz.
-Ali bilmez.
-Ali konuşamaz.
Ve daha niceleri. Sınıfın içinde adeta Ali sesleri yankılanıyordu. Ali, başını sıranın üstüne koymuş, kulaklarını elleriyle kapamıştı. Ani bir hareketle, geri adımlarla beni herkesin görebileceği tahtanın önüne gittim.
- Çocuklaarrrr!
Bir anda sesler kesildi. İşte o an, Ali’nin hıçkıra hıçkıra ağladığını duydum.
Tekrar Ali’nin yanına gittim, saçlarını okşayarak,
-Ağlama Aliciğim, lavaboya giderek elini, yüzünü yıkar mısın?
Ali’den cevap yok.
Yanında oturan arkadaşına bakarak :
-Haydi, arkadaşına yardım et.
Arkadaşının yardımıyla ayağa kalkan Ali, elleri gözlerinde hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. İçim yandı desem yeridir. Onlar sınıftan dışarı çıkınca, çocuklara;
-Bu yaptığınız hiç hoş değil. Biz burada bir aileyiz, hepiniz benim çocuklarımsınız ve sizler kardeşsiniz. Kardeş, kardeşin üzülmesini istemez. Bundan sonra Ali hakkında olumsuz bir cümle duymak istemiyorum. Anlaşıldı mı?
Kafalarıyla gönüllü gönülsüz tasdik ettiler. İşte ilk günümüz böyle başladı.
Sonraki günlerde Ali ‘yi gözlemlemeye ve hakkında öğrencilerimden, ailesinden, önceki yıllarda okutan öğretmeninden bilgi toplamaya devam ettim. Ali’nin sınıfta olmadığı zamanlarda ve okul bahçesinde diğer öğrencilerimden onu oyunlarına almalarını, ona değer vermelerini, onunla ilgilenmelerini istedim. Ön sıralarda oturmasını sağlasam da her defasında ikinci derste arka sıraya gidiyor oraya oturuyordu. Nedenini sorduğumda cevap vermiyordu.
-Arka sırada kendini daha mı rahat hissediyorsun?
Soruma evet anlamında başını sallayarak cevap vermiş oluyordu. O konuda da ısrarcı olmadım, kaş yapayım derken göz çıkarmak istemiyordum. Gözlemlerim ve Ali hakkında topladığım bilgilerin sonucunda Ali’nin özgüven eksikliği, sosyalleşme problemi, topluluk içinde kendini ifade edememesi ve birçok konuda yardım alması gerektiği teşhisini koydum. İşin ilginç yanı Ali’nin ailesi de çocuklarının bir işe yaramadığını düşünüyordu. Onlara göre dersleri zayıf olan biri bu hayatta başarılı olamazdı. Ali, arkadaşları tarafından takdir edilmeyen tam tersi hor görülen bir çocuktu. Ali de bu durumu kabullenmiş adeta kendini sınıftan soyutlamış gibiydi. Bireysel çabalarım sonucunda arkadaşlarıyla iletişim kurmasını sağlamaya çalışsam da, başarılı olduğum söylenemezdi ancak bir arpa boyu yol kat edebilmiştim. Teşhisi koymuştum ama sonuca gidecek kalıcı çözümler üretememiştim. Ailesinin maddi durumu iyi olmadığı için okuldan sonra aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla ilçe merkezinde sırtına takıp taşıdığı sandığıyla ayakkabı boyacılığı yaptığını biliyordum. Bu yüzden ellerinden siyahlık eksik olmuyordu. Haftada bir tırnak kontrolü yaptığımda ellerini kapatarak bu durumu saklamaya çalışıyordu. Ailesi ile konuştuğumda kendisinin isteyerek bu işi yaptığını herhangi bir zorlama yapmadıklarını söylüyorlardı. Sanırım hiçbir alanda başarılı olamadığı için belki de kendini bu şekilde ispatlamaya çalışıyor, ailesinden ve arkadaşlarından takdir görmek istiyordu. Zaman ilerliyor ama ben teşhisini koyduğum eksikliklerin tedavisini yapamamanın üzüntüsüyle kıvranıyordum. İlk günden bu yana bazı gelişmeler yaşamış olsa da hala istediğim noktaya çok uzaktı. Önceleri ismini bile söylemekte zorlanırken şimdi sorulara cevap veren bir öğrenci olmuştu ama hala arkadaşları arasında dışlanıyor ve gereken değer verilmiyordu. Ne kadar bireysel çaba harcasam da ona değerli olduğunu kabullendiremiyordum. Herkesten çok kendi inanmıştı bir işe yaramadığına. Bu olumsuz inancı kırmakta zaman alacaktı. Azmetmiştim bir kere, Ali’nin kendine olan özgüvenini yerine getirmek için her fırsatı değerlendirecek, onda bulunan cevheri keşfedecek, bu cevheri önce kendisinin sonra ailesi ve arkadaşlarının görmelerini sağlayacaktım. Ama nasıl?
O yıllarda okulların yıl sonu gösterisi olurdu. Göreve başladığımdan bu yana çevremde gördüğüm olumsuzlukları veya benim ya da birilerinin başından geçen olayları güldürürken düşündüren skeçler yazıp, okulda bu konuda yetenekli gördüğüm öğrencileri seçerek oynatırdım. Yine yıl sonu gösterisi için yazdığım bir skeçte iki tane ayakkabı boyacılığı yapan çocuk rolleri vardı. Skeçteki diğer rollere uygun birilerini buldum ama ayakkabı boyacılığı yapan ikinci çocuk rolü kısa diye pek gönüllü öğrenci bulamıyordum. Rol gerçekten de çok kısaydı. Rolün kısalığı bir yana denediğim öğrencilerde o konuda bir yetenek de yoktu, sonuçta ayakkabı boyacılığı yapan bir çocuğun marifetlerini sergilemesi gerekiyordu. Aklıma Ali geldi, bu durumu fırsata çevirmeliydim fakat Ali’nin rolü istemeyeceğini adım gibi biliyordum. Kendi kendime dedim ki “Kolayı herkes başarır, önemli olan zoru başarmak, haydi başar bu işi, herkesten farkın olsun.”
Sınıfta Ali’yi yanıma çağırdım. Özellikle sınıfta konuşmak istedim ki arkadaşları da bazı şeylerin farkına varsın.
-Aliciğim, yazdığım skeçte iki tane boyacı çocuk rolü var, ayakkabı boyacılığı yapacak birinci çocuğun roldeki özelliği; boyacılığı beceremiyor, elinden çok çenesinin çalışması nedeniyle müşterileri kızdırması ve çok konuşuyor olması var, o rolü Tufan’a verdim. İkinci çocuğun özellikleri ise; az konuşuyor, işini güzel yapıyor, fırçasını konuşturuyor ve müşterilerinden takdir topluyor, o rolü de senin oynamanı istiyorum.
- Ben oynayamam.
-Rol çok kısa oynarsın.
- Ben yapamam.
- Yaparsın, üstelik birkaç öğrenci denedim, istediğim gibi yapamadılar. Hem sen okuldan sonra ayakkabı boyacılığı yapmıyor musun?
- Evet
- Tamam işte, madem rol yapamam diyorsun, bize çarşıda ayakkabı boyarken ne yapıyorsan onu gösterirsin.
-Utanırım.
- Aliciğim, utanacak bir şey yok.
Sınıfa dönerek
-İçinizde ayakkabı boyayabilecek bir yeteneğe sahip olan var mı?
Öğrenciler hep bir ağızdan hayır cevabını verdiler.
-Gördün mü bak. Sınıfta senden başka kırk bir öğrenci daha var ama hiç biri senin yapabildiğin bir işi yapamıyor.
-Heyecanlanırım, ezberleyemem.
-Heyecan her insanda olur. Bir tek sana mahsus değil, zaten yaptığın işten heyecan duymazsan o işten zevk alamazsın, ezbere gelince dediğim gibi rolün çok kısa, “boyayalım abi” diyeceksin, bunu ayakkabı boyacılığı yapan herkes söyler. Bir de sadece “Hasan ağabey” diye bağıracaksın.
- Herkes bana bakarken söyleyemem, yapamam.
- Bak Aliciğim, birincisi ben senden rol yapmanı değil, kendini oynamanı istiyorum, ikincisi şu an senin bana değil, benim sana ihtiyacım var, üçüncüsü bu rolü senden başka yapabilecek kimse yok. Öğretmenin olarak bana yardım edeceğini düşünüyorum. Şimdi senden öğle yemeğine eve gittiğinde tekrar okula gelirken boya sandığını getirmeni istiyorum. Sana söz veriyorum eğer gerçekten istediğim gibi yapamazsan rolü bir başkasına vereceğim.
-Peki öğretmenim.
Öğleden sonraki derse girdiğimde boya sandığını getirmiş olduğunu gördüm. Tahtanın önüne gelmesini istedim.
-Ayakkabı boyacılığı yapan birinin müşteri çekmek için neler yaptığını bize gösterebilir misin?
Fırçasını tahta boya sandığının gözünden çıkardı, profesyonel bir piyanistin tuşlara dokunduğu gibi, fırçasını sandığının üstüne vurarak adeta ahenkle dans ettiriyor, fırçasıyla yapmış olduğu koronun “boyayalım abi” diyerek solo şarkısını söylüyor, şu ana kadar görmediğim özgüven patlamasını yaşıyordu.
Sınıftaki arkadaşlarıyla birlikte alkışlayarak:
-İşte bu dedim.
Sınıfın en çalışkan öğrencilerinden birkaç tanesini çağırdım ve Ali’nin yaptığının aynısını onların da yapmasını istedim. Sonuçta yapamadılar. Ali’ye tekrar tekrar yapmasını söyledim. Sonra gönüllü bazı öğrencilere denettim haliyle onlar da yapamadılar. Kendim denedim, benim sonuç da hayal kırıklığı.
-Gördün mü bak, senin yaptığını hiç birimiz yapamadık. Bu işin ustası sensin.
Sınıfta birkaç öğrencimin ateşlemesiyle, sınıftaki bütün öğrenciler;
-Helal olsun sana, helal olsun.
Tezahüratı yaparak sınıfın duvarlarından yankılanmasını sağlıyorlardı. Öğretsem bu kadar güzel tezahürat yapamazlardı. Herkesin takdirini topladığını görünce, savaş kazanmış komutan edasıyla:
- Hepsi buysa yaparım.
- Birde “Hasan ağabey” diye bağıracaksın. Hepsi o kadar.
- Tamam o zaman.
Ve beklenen gün geldi. İki ay boyunca okuldan sonra provalara kalarak çalıştığımız oyunumuzu sahneleyecek, izleyenlerden dönütünü alacaktık. Öğrencilerim kadar ben de çok heyecanlıydım. Sunucunun anonsu ile oyunumuz başladı. Provalarda oynadıklarından daha üstün bir performansla harika bir oyun sahnelediler. Selamlamada aldıkları alkışlar bunun en güzel göstergesiydi. Yine bir yıl sonu müsameresinden alnımızın akıyla çıkmıştık. Oynayan memnun, izleyen memnun, daha ne olsun.
Ertesi gün okul müdürümüze tiyatro oyunumuzda rol alan öğrencilere onur belgesi verilmesini teklif ettim. O da :
-Güzel düşünmüşsünüz hocam, çocuklar için hem güdüleyici olur, hem de güzel bir anı olarak kalır. Onur belgesini haftaya okul bahçesinde tüm öğrencilerin gözü önünde vererek, katılanların onore edilmesine, diğer öğrencilerin de heveslenmesine vesile olmuş oluruz.
Onur belgesinin hazırlandığını kimseye söylemedim, sürpriz olmasını istiyordum. Çarşamba günü öğleden sonraki derse girmek için bütün okul bahçede sıraya geçmişti. Müdür Bey bazı hatırlatmalardan sonra yıl sonu gecesinde emeği geçen öğretmen ve öğrencilere teşekkür ederek emeğe geçenlere onur belgesini vereceğini söyledi. Elindeki belgeleri tek tek okuyarak sahibine teslim ediyor ve fotoğraf çekiliyordu. Tiyatroda görev alan öğrencilerin onur belgesini benim vermemi istedi. En kısa rolü olan Ali olmasına rağmen, onur belgesini en önce ona vermek için ismini okudum. Ali’ nin kalabalık öğrencilerin arasından sıyrılarak, merdivenlerden yanıma gelene kadar geçen süre zarfında yaşadığı onuru, gururu, mağrurluğu görmüş olsaydınız, siz de benim gibi ne güzel bir işe imza attığınızı düşünürdünüz. Onur belgesini alırken ve fotoğraf çekilirken, o akranlarından kısa, kara kuru çocuğun yerinde heybetli bir insan görmeniz mümkün olurdu. Gözlerindeki ışıltıya, yüzündeki mutluluğa bir nebze katkıda bulunmuş olmanın hazzını yaşıyordum adeta. Alkışlar arasında yerine giderken, arkasından baktığımda sanki bir film artistinin altın portakal almış edasıyla yürüdüğünü görüyordum. Tiyatro sen nelere kadirsin demekten kendimi alamıyordum.
Ertesi gün annesi benimle görüşmek için okula gelmişti. Heyecanlı heyecanlı,
- Hocam siz ne yaptınız böyle? Dün okuldan sonra Ali elinde bir belge ile geldi. Babası ve bana elindeki belgeyi göstererek “Hani Ali bir işe yaramazdı, hani Ali bir şeyden anlamazdı? Buna onur belgesi derler ve herkese de verilmez.” dedi, cevap vermemizi bile beklemeden yanımızdan ayrıldı. Çocukta bir özgüven patlaması oldu.
- Bundan rahatsız mı oldunuz?
- Hayır hocam, tam tersine çok mutlu olduk. Babasıyla birlikte yıllarca Ali’ yi başkalarının çocuklarıyla kıyaslayarak ve kendine güvenini sarsarak ne büyük bir hata yaptığımızı anladık. Sizi de dilinden hiç düşürmüyor. Allah razı olsun sizden.
O günden sonra Ali arkadaşları tarafından sevilen, takdir edilen bir öğrenci konumuna gelmişti. Kendine olan özgüveni her haline yansıyordu. Derslerde yine başarılı değildi ama asıl olan hayatta başarılı olmak değil miydi?
Şimdi evli ve bir çocuk sahibi olan Ali, pazarcılık yaparak geçimini sağlıyor. Geçmişteki öğrencilerime hep söylediğim bir sözüm var, şimdiki ve gelecekteki öğrencilerime de hep söyleyeceğim o sözü:
-GELECEKTE MESLEĞİNİZ NE OLURSA OLSUN, İNSANLIĞINIZ DAİMA ÖN PLANDA OLSUN.
POLAT OĞUZ