Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Bir krizin içindeyiz. Hayatımızın tüm alanlarının felce uğradığı bir anlamda ‘küresel bir fetret devri’ içindeyiz. Gramsci’nin ifadesiyle ‘eski düzen işlemiyor yeni bir düzen de yok’ durumundayız. Bu kriz durumlarına ne kadar hazırlıklı olduğumuzu eski düzenin işlemeyen niteliği üzerinden deneyimliyoruz. Bu nitelik sadece ulusal anlamda değil küresel anlamda göğsümüzü kabartan bir hazırlık halinin olmadığını gösteriyor. Bunun sebeplerini vs. konuşmak şu an için pek bir anlam ifade etmiyor. Ancak bu fasılda şöyle bir yanılgıya yol vermeyelim. İktidar merkezleri, sorumlu merciler krize hazırlık noktasında eksiktiler dolayısıyla kabahati de onların sırtına yükleyip alternatif iddiasında olanlara, muhalif olanlara ilkesel ve ahlaki bir alan açıldığını, açılması gerektiğini ne söyleyebiliriz ne de düşünebiliriz. Krize hazırlık anlamında kollektif bir hazırlıksızlığın olduğu izahtan varestedir.
Gelelim, ikinci hususa. Krizle birlikte eski düzenin işlevsiz kaldığı ve baş etmede yetersiz kaldığı görüldüğünde ne tür bir performans sergilediğimiz hususudur. Yeni olana ilişkin zihinsel hazırlığımız ayrı bir fasıl bu hazırlığın ne kadarını uygulayabileceğimizi gösteren eylem kapasitemizin olup olmadığı bir diğer fasıl. Bu nokta üzerinde durmamız gerekiyor. Burası önemli ve maalesef tecrübenin, alışkanlığın zihinleri ve eylemleri ‘yeni’ görünümü altında ‘bloke’ ettiği operasyonel bir hal meydana geliyor. Şimdi yeniye ilişkimizin zihinsel hazırlığımızın varlığına ve niteliğine ilişkin en somut gösterge eski düzenin hükümran olduğu dönemde eskiye dönük yürüttüğümüz sorgulamanın ve eleştirelliğin çapı ve derinliği gösteriyor. Bunu hayatın tüm alanlarındaki işleyişe teşmil etmemiz de mümkün.
Ben, örneği eğitim alanından vermek istiyorum. Yürüttüğümüz eğitim-öğretim hizmetlerine ilişkin ne tür bir sorgulama ve eleştirellik içinde olduk. Mevcudun yegane form, alternatifsiz hatta ideal form olduğunu mu tahkim etmeye çalıştık, yoksa bambaşka alternatiflere, modellere yol veren bir üretkenliğin içinde mi olduk? Zihinsel anlamda; bu alanda (ve hayatın diğer alanları da pekala söylenebilir) sergilediğimiz performans, yani mevcudun muhafazası ve müdafaası üzerine oturtulmuş konformist tutum bugün yaşadığımız krizde eski düzenin işlevsizleşmesini beraberinde getirmiyor sadece. Aynı zamanda yeni durumun imkan ve şartlarına uygun yeni modeller, çözümler üretmemimizi de engelliyor. Normal dönemlerde çözümlerimiz ve sorunlara yaklaşım tarzımız veya çözüm üretme sistematiğimiz derde deva olma kapasitesi bir tarafa bu tür anlarda yukarıda bahsettiğim ‘blokaj’ nedeniyle çok daha büyük bir bedelle karşımıza çıkıyor.
Gelelim bu mevzunun ikinci faslına yani zihinsel hazırlığımızın yanında eylem kapasitemizin durumu. Bütün zihinsel performansımızı elde olanın gerekliliğine, güzelliğine ve dolayısıyla örtük bir şekilde başka bir şeye ihtiyacımız olmadığı yanılsamasına hamlettiğimiz için eylem durumumuz tarihsel-toplumsal varoluş koşulları ve çözüm üretme kapasitesi belli bir formu her hal ve şart altında yürürlüğe koymak oluyor. Erken modernleşme safhamızda da motivasyonumuz buydu bugün geç modern veya postmodern koşullarda da motivasyonumuz bu. Her şeyin süt liman olduğu koşullarda da temel derdimiz buydu bugün neredeyse eylem yasaklısı hale geldiğimiz ve ev merkezli bir hayat sürmeye mecbur kaldığımız günlerde de motivasyonumuz bu. Hâla temel motivasyon okulda sürdürdüğü yapı ve formatı şartların zorlaması nedeniyle yeni teknolojik araçlar üzerinden vermek. Fi tarihinde karara bağlanmış ‘belirli nüfusa mutlak surette belirlenmiş şeylerin belirlenmiş şekilde verilmesi gerekliliği’ bir ön kabul olarak alınıyor ve bunun ne şekilde verileceği hususunda da uzaktan eğitimin imkanlarına dönük abartılı bir yabancılaşma hali içindeyiz. Eylemimiz buna hasredilmiş durumda, herkes uzaktan ders yapıyor, herkes yeni teknolojik imkanlar veya tekno-oyuncaklar üzerinden toplantı yapıyor, eğitim-öğretimi nasıl aksatmadan yürüteceklerini görüşüyor. Yani önceki dönemin pratiğine yeni zamanlarda halel getirmemek içi uğraşıyor veya bu pratiğe halel geleceği endişesi taşıyor insanlar. Bayezid-i Bestami’nin bir elinde ateş bir elinde kova su ile şehrin içinde koşarak geçtiğini gören ahaline peşinden merakla koşup yakalamışlar. Nereye koşuyorsunuz bu halde? diye sormuşlar. Cevap vermiş ahaliye Bayezid-i Bestami: “Şu elimdeki ateşle cenneti yakmaya, bu elimdeki suyla da cehennemi yakmaya gidiyorum. Ki o zaman kimin cennet sevgisi ve cehennem korkusu olmadan gerçekten Allah sevgisiyle ibadet ettiği anlaşılsın.” Şimdi, bu zor şartlarda şu soruyu soralım. Bizim derdimiz ne? Biz ne yapıyoruz? Diploma arzusu, statü arayışı mı, zayıf alma korkusu mu, alışkanlığımızı mı, devraldığımız bir geleneği mi… sürdürüyoruz? Yoksa insanı insanlaştıran, insanlaştırması gereken, insani bir etkinlik alanı olan eğitim ile ilgili bir şey mi yapmak istiyoruz? İstiyorsak o zaman eğitim nedir ve bizim harale gürele yeni tekno-oyuncaklar üzerinden sürdürdüğümüz bu tuhaflık neyin nesidir?
Abdulbaki Değer / Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı