İşte Sözleşmeli Öğretmen Ve Kadrolu Öğretmen Arasındaki Farklar?

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

KADROLU ÖĞRETMEN İSTİHDAM MODELİ VAR İKEN SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN İSTİHDAMI YAPILAMAZ

Anayasanın "Hizmete girme" başlıklı 70. maddesi 2. fıkrası; "Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez." hükümleri bulunmaktadır. Bu hükümlere göre en baştan kadrolu öğretmen istihdam modeli var iken sözleşmeli öğretmen istihdamı yapılamaz.

SÖZLEŞMELİ ÇALIŞTIRMA ANCAK GEÇİCİ VE SÜRELİ İŞLERDE MÜMKÜNDÜR

Anayasanın “Genel ilkeler” başlıklı 128. maddesinde; “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.

Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.

Devletin iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” hükümleriyle Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin yasayla düzenleneceği belirtilmiştir.

Kamu hizmeti, geniş tanımıyla, devlet ya da diğer kamu tüzelkişileri tarafından ya da bunların denetim ve gözetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan düzenlilik ve süreklilik isteyen eğitim hizmeti de niteliği gereği kamu hizmeti olarak değerlendirilmektedir.

Madde metninde “memur” ve “diğer kamu görevlisi” tanımlanmakta olup buna göre “atanmış olmak ” memurlar ve diğer kamu görevlileri için gerekli bir koşuldur. Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği belirtilmiştir.

Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde memur ve/veya diğer kamu görevlilerinden hangisinin çalıştırılacağına ilişkin tercih yasa koyucunun takdir alanı içindedir.

Sözleşmeli personel istihdamı, özel meslek bilgisine ve uzmanlığa ihtiyaç duyulması ve gereksinmenin memur tipi istihdamla karşılanamayacak olması koşullarına bağlanmış ve özel bilgi ve yetenek gerektiren alanlardaki ihtiyacı karşılamak için getirilen ve istisnai bir usul olan kamuda sözleşmeli personel uygulaması giderek istisna olmaktan çıkmaya başlamıştır. Asli ve sürekli kamu hizmeti olan eğitim alanında da istisnai olarak kullanılan sözleşmeli statüsü son yıllarda giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Özel bir uzmanlık ve kariyer mesleği ve asli ve sürekli bir kamu hizmeti olan öğretmenliğin sözleşmeli personelce ifa edilmesi istisnai olarak getirilen bir imkânın amacı dışında kullanılması sonucunu doğurmaktadır.

Sözleşmeli personel, kamu hizmetinin insan unsurunun memurlardan (atamayla) oluşturulması ilkesine getirilmiş bir istisnadır. Memurlar, içeriği taraflarca belirlenemeyen bir statüye atanırken, sözleşmeli personel kamu hizmetine sözleşme ilişkisiyle bağlanmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığının yönetim ve denetiminde bulunan eğitim ve öğretim kurumları, bir kamu hizmeti olan eğitim ve öğretim hizmetlerini “genel idare esaslarına göre” yerine getirmekle yükümlüdür. Bu tür görevlerin, memur ya da diğer kamu görevlileri eliyle yerine getirilmesi ise anayasal bir zorunluluktur.

Sözleşme ile çalıştırılacak olan öğretmenlerin Bakanlığın yönetim ve denetimine bağlanması hizmetin, genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, sözleşmeli personel istihdamıyla ilgili sınırı “zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere” diyerek, net olarak çizmiştir. Asli ve sürekli görevlerin, sürekli çalışan personel ile yerine getirilmesi kamu hizmetinin güvenli ve istikrarlı bir şekilde yürütülmesi için gereklidir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B maddesi kapsamında yer alan sözleşmeli öğretmenlerin Anayasa’nın 128. maddesinde sayılan “memurlar” kapsamında olmadığı kuşkusuzdur. Cevabı aranması gereken soru sözleşmeli öğretmenlerin 128. maddede sözü edilen “diğer kamu görevlisi” olarak görülüp, görülemeyecekleridir. Sözleşmeli öğretmenler tarafından sunulacak eğitim ve öğretim hizmetlerinin, Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler olduğu açıktır. İdare ile aralarındaki sözleşme özel hukuk sözleşmesi olmadığından ve gördükleri hizmetin niteliği gereği işçi de sayılamazlar. Bu kişiler, idarenin ihtiyaç duyması sonucunda ve Yasa’da belirtilen şartları taşımaları kaydıyla, idarenin kendileriyle idari hizmet sözleşmesi imzalamak suretiyle çalıştırdığı sözleşmeli personeldir. Sözleşmeli çalıştırma ise ancak geçici ve süreli işlerde mümkündür.

Maddede sözü edilen “diğer kamu görevlileri” kavramı memurlar ve işçiler dışında, kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde, kamu hukuku ilişkisiyle çalışanları kapsamaktadır.

Dolayısıyla Memur olmadıkları konusunda tartışma bulunmayan sözleşmeli öğretmenlerin, “diğer kamu görevlileri”nden sayılmalarının ön koşulu ise idareye kamu hukuku ilişkisiyle bağlı olarak çalışmaları, bunun sonucu olarak da bir kadro karşılık gösterilerek atanmalarıdır.

Memurlarda uygulanması zorunlu “atama” koşulu diğer kamu görevlileri için de geçerli bir koşuldur. Sözleşmeli personelin istihdamında ise “akdi” bir durum olup atamadan tamamen farklıdır. Sözleşmeli öğretmen istihdamı atama işlemi içermemektedir.

Ayrıca, memurlar ve diğer kamu görevlileri atama ile işe başlar. Sözleşmeli öğretmenler ise bir akitle çalışmakta ve bu atamadan farklı bir duruma işaret etmekte olduğundan 128. maddede bahsedilen “diğer kamu görevlileri” kapsamında değildirler. Dolayısıyla Genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli bir kamu hizmeti olan eğitim ve öğretim hizmetlerinin 128. madde kapsamında yer almayan, kadro karşılığı olmaksızın sözleşme ile istihdam edilen sözleşmeli öğretmenlerce gerçekleştirilmesi, Sözleşmeli öğretmenlerin Anayasanın 128. maddesinde yer alan ve atamaya tabi “diğer kamu görevlileri” kapsamına dâhil edilerek diğer kamu görevlisi olarak kabul edilmeleri Anayasal olanak yoktur.

Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu, kamu hizmetinin gerektirdiği aslî ve sürekli nitelikteki eğitim ve öğretim görevini yerine getiren sözleşmeli öğretmenlerin, statülerinin Anayasa’ya uygun olduğunun kabulü için bu personelin memur veya diğer kamu görevlileri kapsamında bulunmaları gerekmektedir.

Dolayısıyla Memur ya da kamu görevlisi olarak kabul edilmemeleri mümkün olmayan Sözleşmeli öğretmenlere, bir kamu hizmeti olan eğitim hizmeti gördürülemez.

EĞİTİM; DEVLETİN GÖREVLERİ ARASINDA YER ALAN ASLÎ VE SÜREKLİ BİR KAMU HİZMETİDİR

Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesinde eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yapılamayacağı kısacası eğitimin hangi esaslara göre yapılacağı, belirtilmiş, 652 Sayılı Özel Barınma Hizmeti Veren Kurumlar Ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait bütün eğitim ve öğretim hizmetlerini planlamak, programlamak, yürütmek, takip ve denetim altında bulundurmak Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevleri arasında sayılmıştır.

Dolayısıyla Anayasa’ya göre eğitim ve öğretim hizmetleri, Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmeti olup öğretmenler tarafından yerine getirilen görevler bu hizmetin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerdendir.

ÖĞRETMENLİK İHTİSAS MESLEĞİDİR GEÇİCİ İŞ TANIMI İÇERİSİNE SOKULAMAZ

Kaldı ki, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun "Öğretmenlik" başlıklı 43. maddesi 1. fıkrasında; "Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir." hükümlerine göre; öğretmenlik Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği olarak tanımlanmış olup öğretmenler bu görevlerini Türk Millî Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlü kılınmıştır.

Görüldüğü gibi öğretmenlik mesleğinin yürüttüğü hizmet, süreklilik arz eden eğitim ve öğretim hizmeti olup, bu hizmetlerin sözleşmeli personel kapsamında geçici iş olarak gördürülmesi hizmetin niteliğine uygun değildir. Kaldı ki, Milli Eğitim politikası ve planlaması ile kadrosuzluk sorununun kadro ihdası ile aşılması her zaman mümkün bulunmaktadır.

Buna göre, eğitim ve öğretim hizmetlerinin, Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu asli ve sürekli kamu hizmeti kapsamı içinde yer aldığı bu nedenle de memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle gördürülmesi gerektiği açıktır.

Bu bağlamda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Ek 16. maddesine dayanılarak hangi kurum ve kuruluşun gördüğü hizmetin Devlete verilmiş aslî ve sürekli kamu hizmeti olduğu, hangilerinin bu nitelikte bulunmadığının saptandığı 26.11.1975 günlü, 7/10986 Sayılı Bakanlar Kurulu kararında da Milli Eğitim Bakanlığı’nın yerine getirdiği hizmetin, devletin genel idare esaslarına göre yürüttüğü aslî ve sürekli bir kamu hizmeti olduğu belirtilmiştir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 43. maddesi 4. fıkrasında ise; “Öğretmenlik mesleği; adaylık döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılır.” hükümlerine göre de adaylık döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak üç kariyer basamağına ayrılmıştır.

Görüldüğü üzere, öğretmenlik mesleğinin yürüttüğü hizmet, süreklilik arz eden eğitim ve öğretim hizmetidir. Dolayısıyla sözleşmeli personel istihdamının kapsamını oluşturan geçici iş tanımı içerisine sokulamaz.

5 Ekim 1966 ILO-UNESCO Ortak Belgesi’nde, Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararının yer almasıyla öğretmenlerin toplumsal statüsüyle ilişkili olarak önemli bir adım atılmış ve kararın alındığı gün olan 5 Ekim, o tarihten bu yana bütün dünya öğretmenlerinin ortak günü ilan edilmiştir.

Türkiye’nin de imzaladığı ILO-UNESCO Ortak Belgesi, 146 maddeden oluşmaktadır. Bu belge; öğretmenlerin salt okul içinde değil toplum içinde de yerine getirdikleri işlevlerin taşıdığı önemi uluslararası düzeyde belgeleyen, öğretmenlerin tüm sorunlarını ele alan ve durumlarını tüm ayrıntıları ile düzenleyen bir belgedir. Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesinin benimsenen ortak ilkelerinde; öğretmenliğin uzmanlık isteyen bir meslek olduğu, öğretmen adaylarının yetenekli kişilerden seçilmiş olması gerektiği, öğretmen adaylarının özendirilmesi nitelikli, uygulamalı iyi bir eğitimden geçirilmesi, öğretmenlerin sürekli meslek içi eğitimden geçirilmesi, öğretmenlerin toplu sözleşmeli yaptırımlı sendika hakkına kavuşması, eğitim örgütleri aracılığıyla eğitim işlerinde ve eğitim yönetiminde söz sahibi olması ve öğretmen örgütlerinin dünya öğretmen örgütleriyle dayanışma içinde olmasının sağlanması gerekli olduğu vurgulanmıştır.

UNESCO’nun 1996 yılında yapmış olduğu Öğretmen Eğitimi Konferansında da öğretmenlerin değişen koşullarla karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümü ve alınacak önerilerin neler olacağına ilişkin temel olgulara işaret edilmiştir. UNESCO’nun bu toplantısında eğitimsel değişikliklerin öğretmenlere yeni yükler getirdiği kabul edilerek ve bu değişikliklere uyum sağlayabilmek için yeni yaklaşım tarzına gerek duyulduğunu belirtmektedir. Bu yeni yaklaşım kendi içinde üç temel ilkeyi barındırmaktadır.

Konferansta kabul edilen diğer ilkeleri destekleyici üçüncü ilke; öğretmenlerin toplumdan uzak bireyler olmadıkları için onları kurumlar ve ekip çalışmasının bir üyesi olarak çalışacak uzmanlar olarak görmek gerektiğidir. (The forty-fifth Session of International Conference on Education, Educational Innovation, December, Number:89, Paris, 1996, s.1).

Yukarıda açıklanan Türkiye’nin de imzaladığı ILO-UNESCO Ortak Belgesinde kabul edilen tavsiye kararı ile uluslararası konferanslar da kabul edilen ilkeler doğrultusunda, 14.06.1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda, öğretmenliğin özel bir uzmanlık mesleği olduğunu önceden kurallaştırmıştır. Bu Kanunun 43. maddesinde öğretmenlik, “...Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir uzmanlık mesleği...” olarak tanımlanmıştır. Yine devlet, öğretmenliğin gerektirdiği nitelikleri taşıdıklarını (eğitim ve öğretim alanında uzmanlık düzeyinde yetiştirildiklerini) saptadıklarını öğretmen olarak atamıştır.

Öte yandan, ülkedeki nüfusun ne kadarının eğitim çağında olduğu, ne kadar öğretmen yetiştirileceği, bu öğretmenlerin eğitimleri için yeterli üniversite sayısı ve bunların verdikleri mezun sayısı vb. verilerin değerlendirilerek bunlara uygun politikalar oluşturulmasının Devletin görevleri arasında olduğu açıktır. Dolayısıyla, Devletin asli ve sürekli hizmetlerinin memur ya da diğer kamu görevlisi statüsünde bulunanlar tarafından yürütülmesi gerekliliği karşısında, eğitim ve öğretim hizmetinin sözleşmeli öğretmen istihdamıyla yürütülmesi Anayasanın belirtilen hükmüne hizmetin sürekliliği açısından aykırılık teşkil etmektedir.

Anayasanın “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5. maddesinde; “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” hükmüyle Devletin temel amaç ve görevleri sayılarak; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak görevlerine yer verilmiştir.

Devletimizin nitelikleri arasında sayılan sosyal hukuk devleti; İnsan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, çalışma hayatını geliştirerek ve ekonomik önlemler alarak çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, milli gelirin adil bir şekilde dağıtılması için gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir.

Anayasa Mahkemesinin çoğu kararlarında Hukuk Devleti; “insan haklarına saygılı ve hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendisini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetime bağlı olan devlet” şeklinde tanımlanmıştır.

Devletin güven verici özelliği, çalışanlar konusundaki tüm düzenlemeler için anayasal ilkelere uygunluğu zorunlu kılmaktadır. Sağlıklı ve kapsamlı güvenceler Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü bakımından da önem taşıdığından özen göstermeyi gerektirmektedir. Sosyal adalet, sosyal hukuk devletinin temelidir. İnsan haklarının büyük değer taşıyan içerikleri gözetildiğinde, bu çağda ücret, yükselme durumları ve buna benzer diğer hakları güvenceden yoksun bir sistem anayasal ilkelerle bağdaşmamaktadır.

Danıştay 2. Dairesinin 29.04.2009 tarihli ve E:2009/1338, K:2009/1799 sayılı kararında; Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa’nın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurularak işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun sağlanmasını gerekli kıldığı hükmüne yer verilmiştir.

"Sosyal devlet" ilkesine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi kararlarında egemen olan görüşe göre; sosyal devletin görevi, kişinin onurlu bir yaşam sürdürmesi ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirmesi için gerekli koşulları oluşturmak, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti, sosyal gönenci, sosyal güvenliği ve toplumsal dengeyi sağlamaktır. Bu kapsam içinde kişileri mutlu kılmak, onların hayat mücadelesini kolaylaştırmak, insan haysiyetine yaraşır onurlu bir hayat sürdürmelerini sağlamak gibi hususların da yer aldığı kuşkusuzdur.

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLERİN MARUZ KALDIĞI AYRIMCILIK 111 SAYILI İLO SÖZLEŞMESİNE DE AYKIRIDIR

İLO diğer adıyla Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye' nin imza koyduğu İLO sözleşmeleri veya diğer uluslararası sözleşmeler 1982 Anayasası'nın "Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma" başlıklı 90. maddesinde yer almaktadır.

Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına, 22.05.2004 tarih ve 5170 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı yasanın 7. maddesi ile eklenen son cümle uyarınca "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükümleri ile Uluslararası Sözleşmeler iç hukukumuzun bir parçası haline getirilmiştir.

Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca iç hukukumuzun bir parçası haline gelen ve bir uyuşmazlık olması halinde yasalardan önce uygulanacak olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin örgütlenme özgürlüğü ve sendikal haklara ilişkin hükümler içerdiği bilinmektedir.

Anayasa’nın 90. maddesinden hareketle iç hukukun bir parçası olan 111 sayılı İLO Sözleşmesi “…iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte tabi olunacak muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan her türlü ayrılık gözetme, ayrı tutuma ve üstün tutmayı” belirtmektedir. Sözleşmeli öğretmenlerin maruz kaldığı ayrımcılık 111 sayılı İLO Sözleşmesine de aykırıdır.

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN ATAMAK İNSAN HAKKI İHLALİ VE AYRIMCILIKTIR

20.04.2016 Tarih ve 29690 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde “Kanunun amacı; insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi” şeklinde düzenlenmiştir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun “Ayrımcılık yasağının kapsamı” başlıklı 5. maddesi 1. fıkrasına göre, ayrımcılık yasağı; Eğitim ve öğretim, yargı, kolluk, sağlık, ulaşım, iletişim, sosyal güvenlik, sosyal hizmetler, sosyal yardım, spor, konaklama, kültür, turizm ve benzeri hizmetleri sunan kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri kapsamaktadır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun “İstihdam ve serbest meslek” başlıklı 6. maddesi 1 ve 2. fıkralarına göre işveren işe alım şartları ile çalışma ve çalışmanın sona ermesi süreçleri dâhil olmak üzere, işle ilgili süreçlerin hiçbirinde sosyal menfaatler ve benzeri hususlar da ayrımcılık yapamaz.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun “İstihdam ve serbest meslek” başlıklı 6. maddesi 6. fıkrasındaki; “(6) Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam bu madde hükümlerine tabidir.” hükümlerine göre sözleşmeli öğretmenlerin bu kanunda faydalanma hakkı bulunmakladır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun “tanımlar” başlıklı 2. maddesinde, Doğrudan ayrımcılık; “Bir gerçek veya tüzel kişinin, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden karşılaştırılabilir durumdakilere kıyasla eşit şekilde yararlanmasını bu Kanunda sayılan ayrımcılık temellerine dayanılarak engelleyen veya zorlaştıran her türlü farklı muamele.” şeklinde tanımlanmış iken

Dolaylı ayrımcılık; “Bir gerçek veya tüzel kişinin, görünüşte ayrımcı olmayan her türlü eylem, işlem ve uygulamalar sonucunda, bu Kanunda sayılan ayrımcılık temelleriyle bağlantılı olarak, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanma bakımından nesnel olarak haklılaştırılamayan dezavantajlı bir konuma sokulması.” olarak tanımlanmıştır.

Peki, bu tanımların konumuzla ne ilgisi bulunmaktadır Şöyle ki; MEB kadrolu öğretmenlere “eş ve sağlık durumu” özrü hakkı vermekte iken sözleşmeli öğretmenlere bu hakları vermeyerek doğrudan ya da dolaylı yoldan ayrımcılık yapmaktadır.

07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesi 1. fıkrasındaki; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükümleri ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun "Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı" başlıklı 3. maddesi 1. fıkrasındaki; “(1) Herkes, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada eşittir.” hükümleri gereğince MEB’in “eş ve sağlık durumu” özrü bakımından kadrolu öğretmenler ile sözleşmeli öğretmenler arasında bir ayrımcılık yapmaması gerekmektedir.

Özellikle bir yaşam hakkı olan sağlık özrü ve uluslararası sözleşmeler ve Anayasamıza göre ailenin, kadının ve çocuğun korunması ilkesi gereği eş ve sağlık durumu özründen yer değiştirme hususu birinci derecede önem kazanmaktadır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun "Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı" başlıklı 3. maddesi 2. fıkrasında; "(2) Bu Kanun kapsamında cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır." hükümleri gereğince;

1- Milli Eğitim Bakanlığı kadrolu öğretmenler ile sözleşmeli öğretmenler arasında medeni hâl ayrımcılığı yapamaz. Buna rağmen yukarıdan sıraladığımız mevzuat hükümlerine göre MEB kadrolu öğretmenlere “eş durumu özrü” hakkı vermekte iken sözleşmeli öğretmenlere bu hakkı vermemekte dolayısıyla da Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu hükümlerine aykırı hareket etmektedir.

2- Aynı durum sağlık özrü içinde geçerlidir. Milli Eğitim Bakanlığı kadrolu öğretmenler ile sözleşmeli öğretmenler arasında “sağlık durumu” ayrımcılığı yapamaz. Buna rağmen yukarıdan sıraladığımız mevzuat hükümlerine göre MEB kadrolu öğretmenlere “sağlık durumu” özrü hakkı vermekte iken sözleşmeli öğretmenlere bu hakkı vermemekte dolayısıyla da Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu hükümlerine aykırı hareket etmektedir.

Zaten bu durum yani kadrolu öğretmenlere verilen eş ve sağlık durumu özrünün sözleşmeli öğretmenlere verilmemesi durumu 07.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesi 4. fıkrasındaki; "Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." hükümlerine göre kadrolu öğretmenler imtiyazlı gurup haline getirilerek bu öğretmenlere eş ve sağlık durumu özrü verilip sözleşmeli öğretmenlere bu özür durumları verilmeyerek kadrolu öğretmenler imtiyazlı grup haline getirilerek ayrımcılık yapılmaktadır.

Hâlbuki MEB, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesi 5. fıkrasındaki; "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." hükmüne uygun hareket ederek işlem tesis etmek zorundadır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun "Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı" başlıklı 3. maddesi 3 ve 4. fıkralarındaki; “(3) Ayrımcılık yasağının ihlali hâlinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ihlalin sona erdirilmesi, sonuçlarının giderilmesi, tekrarlanmasının önlenmesi, adli ve idari yoldan takibinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.

(4) Ayrımcılık yasağı bakımından sorumluluk altında olan gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri, yetki alanları içerisinde bulunan konular bakımından ayrımcılığın tespiti, ortadan kaldırılması ve eşitliğin sağlanması için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.” hükümlerine göre MEB tarafından kadrolu öğretmenlere tanınan “eş ve sağlık durumu” özrü sözleşmeli öğretmenlere de tanınmak zorundadır.

Her ikisi de sözleşmeli öğretmen olarak görev yapan öğretmenlere MEB tarafından eş durumu özrü yer değiştirme işlemlerinin tüm sözleşmeli öğretmenlere verilmemesi insan haklarına ve Anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı olup ayrımcılıktır.

PEKİ, ÇÖZÜM NEDİR?

Millî Eğitim Bakanlığı; eğitim kurumlarının öğretmen ihtiyacının karşılanması, Öğretmen açığının hızla kapatılması, norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması gerekçeleriyle sözleşmeli öğretmen istihdam etmektedir. Bu gerekçelerin hiç birisi makul, mantıklı ve geçerli değildir.

ÇÖZÜM; ZORUNLU HİZMETE ZORUNLU HİZMET TAZMİNATI ÖDENMELİDİR

5 Kasım 2010 tarihli 18. Milli Eğitim Şûrasında “Öğretmenin Yetiştirilmesi, İstihdamı Ve Mesleki Gelişimi” bölümü 9. maddesinde; “Öğretmenlerin gelir düzeyi ve statülerinin yükseltilmesine yönelik çalışmalara hız verilmeli; öğretmen istihdamında kadrolu, sözleşmeli, ücretli, vekil öğretmenlik gibi farklı uygulamalar kaldırılarak tüm öğretmenlerin kadrolu olarak istihdamı sağlanmalı; mevcut sözleşmeli öğretmenler kadroya geçirilmeli; başarılı öğretmenler ödüllendirilmeli ayrıca zorunlu hizmet bölgelerinde çalışanlara zorunlu bölge hizmet tazminatı ödenmelidir.” şeklinde karar alınmasına rağmen bu karar uygulamaya sokulmamıştır.

Öğretmenlerimiz bakımından kalkınmada öncelikli hizmet bölgelerinde belirli sürelerle zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülmüştür. Ancak, bu bölgelerdeki öğretmen ihtiyacının karşılanması için çözüm yolu öğretmenlerimizi bu bölgelerde çalışmaya mecbur bırakmak yerine, bu bölgelerde çalışmanın ekonomik olarak teşvik edilmesi suretiyle gönüllü olarak gitmelerinin sağlanması olmalıdır. Öğretmen ihtiyacının karşılanması amacıyla, zorunlu hizmet bölgelerinde istihdam edilen öğretmenlere, illerin veya yerleşim yerlerinin sosyal, ekonomik, kültürel ve ulaşım imkânları dikkate alınarak kalkınmada öncelikli hizmet tazminatı verilmesi gerekmektedir.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile mahrumiyet bölgelerinde öğretmen açığının kapatılabilmesi için bu bölgelerde çalışmanın ekonomik açıdan teşvik edilmesi ve cazip hale getirilmesi, öğretmenlerin buralarda çalışmasının özendirilmesi gerekmektedir.

Örneğin; Belirlenen hizmet alanlarından 1. hizmet bölgesi alanlarına zorunlu çalışma yükümlülüğü kapsamında atananlara 1 brüt asgari ücret, 2. hizmet bölgesi alanlarına zorunlu çalışma yükümlülüğü kapsamında atananlara 1,5 brüt asgari ücret 3. hizmet bölgesi alanlarına zorunlu çalışma yükümlülüğü kapsamında atananlara 2 brüt asgari ücret tutarında zorunlu hizmet tazminatı ödenmelidir. Bu bölgelere isteğe bağlı olarak atatan ve bu kapsamda görev yapmakta olanlara tazminat tutarlarının ½'si oranında zorunlu hizmet tazminatı ödenmesi durumunda, öğretmenlerimizin bu bölgelere gönüllü olarak gitmesi sağlanacaktır.

Şuan, temininde güçlük zammı ödeneği bu amaca matuf olup, benzer bir düzenlemenin istihdam zorluğu çekilen tüm hizmet sınıflarına getirilmesinde bir mahzur bulunmamaktadır.

Köy ilköğretim okullarında çalışan öğretmenlere köyde çalıştırmayı özendirecek belirli bir miktar tazminat ödenmelidir. Zorunlu hizmet bölgelerinde hizmet eden personelin özlük haklarına yönelik olarak, her yıla extra bir yıpranma payı verilerek teşvik de edilebilir.

Artırımlı Hizmet Puanı Verilmelidir

Zorunlu hizmetlerini tamamlayan öğretmenler ile 2010 yılında yapılan düzenleme ile zorunlu hizmetten muaf tutulmuş olup, atandığı zorunlu hizmet alanlarında halen fiilen görev yapmakta olan öğretmenlerin de hizmet puanlarında aynı oranda artırım yapılması ve ayrıca zorunlu hizmet bölgesinde bir okulda zorunlu hizmet yükümlülüğünü yerine getirmekte iken zorunlu hizmet bölgesinde yer alan başka bir okula yer değiştiren öğretmenlerin artırımlı hizmet puanından yararlandırılmalıdır.

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLER YA EŞİNİ YA İŞİNİ Mİ TERCİH ETSİN, YOKSA İSTİFA MI ETSİN?

Önceki Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın, sözleşmeli öğretmenlerin eş ve sağlık özrü talepleri hakkındaki; "Sözleşmeli öğretmen ya eşini ya işini tercih edecek." , “Sana versek sağlık özrü herkes bulur, bir sağlık durumu veremeyiz. Sen diyeceksin simdi evladım hasta siz olsanız ne yapardınız? Sor bana dedi. "Ben senin yerinde olsam istifa ederim. Başka yerde başka meslek yap özelde öğretmenlik yap. İstifa et başka bir şey yap." şeklinde açıklamalarına konu olan sözleşmeli öğretmenler;  ya eşini ya işini mi tercih etsin, yoksa istifa mı etsin?

Uluslararası hukuk ve ülkemiz hukuku, aile birliğinin sağlanmasını ve bütünlüğünün korunmasını devletin vatandaşına karşı başlıca görevleri arasında saymasına rağmen,

- Öğretmenler odalarında kadrolu, sözleşmeli ve ücretli ayrımı yapmak, Dolayısıyla aynı niteliklere sahip ve aynı görevi ifa eden öğretmenler arasında kast sistemi oluşturmak, Kurum içi çalışma barışını bozmak,

- Sözleşmeli öğretmenin görev yaptığı yerde cebren 6 yıl kalmasını sağlayarak, eşleri birbirinden, çocukları da anne babalarından 6 yıl boyunca ayrı bırakmak, Öğretmenlerin aile birliği ve sağlık özrü hakkını göz ardı etmek, aile hayatlarını hiçe saymak, öğretmenlerin geçerli mazeretlerine duyarsız kalmak,

- Sözleşmeli öğretmenleri; ya eşini ya işini tercih etmeye, sağlık ile işsizlik arasında tercihte bulunmaya zorlamak,

- Kadrolu atama yapmayıp sözleşmeli atamak, ücretli görevlendirmek,

- Öğretmenin mesleki gelişimine ket vurmak, Öğretmenlerin verimliliğini düşüren uygulamalar yapmak, Kariyer ve mesleki gelişim haklarını ellerinden almak,

- Bakanlığa olan güveni azaltmak, geçmiş sözleşmelilikte yaşanılanları unutarak tekrar hak kayıpları ve mağduriyetler yaşatmak, özlük ve sosyal haklarını kısıtlayarak öğretmenlerin sahip oldukları hakları, uluslararası sözleşmeleri, anayasayı ve hukuku ve tanımamak, Anayasal hakları sınırlamak,

- Öğretmenlere mahkeme kapılarını aşındırarak, telafisi mümkün olmayan mağduriyetler oluşturmak

- Öğretmenlik mesleğini ve itibarını zedelemek, öğretmenlerin aile bütünlüğünü ve sağlığını bozmak,

- İki sözleşmeli öğretmenin evlenerek aile birliği oluşturmasını teşvik etmek, Sözleşmeli öğretmeni sözleşmeli öğretmen ile evlenmeye zorlamak, 

- Eşleri atandıkları yerden başka bir yerde çalışan sözleşmeli öğretmeni işleri ve eşleri arasında tercihte bulunmaya zorlamak ve istifa tavsiyesinde bulunmak,

- Eşleri “sözleşmeli öğretmen” olmayan sözleşmeli öğretmenleri aile saymamak hukukun ihlali olduğu kadar insan haklarına saygısızlıktır.

SORUYORUZ; Eşleri sözleşmeli öğretmen olmayanların suçları nedir? Veya Sözleşmeli öğretmenlerin aile sayılabilmesi için eşlerinden boşanıp, sözleşmeli öğretmen ile evlenmesi mi gerekiyor? Ya eşini ya da 12 yıl sonra kavuştuğu işini bırakması mı gerekiyor?

“Kamu hizmetlerinin daha etkili, verimli ve hızlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak ve çalışmalarda etkinliği artırmak ve kadrolularla farklılıkları ortadan kaldırmak” gerekçesiyle sözleşmeli öğretmenler kadroya geçirilmeli ve bu şekilde bir istihdam modeline tekrar başvurulmamalıdır.

Not; Bu araştırma yazısının hazırlanmasında büyük ölçüde mahkeme kararlarından faydalanılmıştır.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber