Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Lise birinci sınıftayım. Dersimiz felsefe. Her zaman olduğu gibi en ön sırada oturuyorum. Ben mi seçiyordum ön sırayı yoksa öğretmenler mi beni oturtuyordu hatırlamıyorum. Öğretmenimiz (adını hiç unutmadım) sıralar arasında dolaşarak ders anlatıyor. Bende felsefeye o günlerde bile çok heyecanlı olduğum için merakla ve ilgiyle gittiği yönü başımla takip ederek dinliyorum.
Bir yandan da merak ediyorum bu kadar ilgi çekici şeyler anlatan biri neden bu kadar kızgın bir yüzle konuşuyor ki. Hep kızgın bir öğretmendi. Derse hep asık bir yüzle gelir ve hiç birimizi tanımazdı. Tanımaya da çalışmazdı. Sen diye hitap eder, ne adımız ne kim olduğumuzla ilgilenirdi.
Ben ve birkaç arkadaşım anlattığı şeyleri ilgi çekici buluyorduk ama sınıfın büyük çoğunluğu ilgilenmiyordu. O yüzden sık sık bağırıyor, elinde dürüm yaparak tuttuğu kitabı oraya buraya sallıyordu. Bu bir süreliğine işe yarıyor ve susuyorlardı ama bir nokta da artık iyice sıkılmış olan bir öğrencinin sesi duyuldu. Artık kim kimle ne konuşuyordu bilmiyorum ama. Sınıfın arka tarafında olan ve bana arkası dönük öğretmenim sesi duyduğu anda döndü ve benimle göz göze geldi. Hızla sıranın başına geldi ve kitap dürümüyle şiddetli bir tokat attı bana.
Nasıl şok olduğumu anlatamam. Sadece anlattığı konuları ilgiyle dinliyor ve onu takip etmekten başka bir şey yapmıyordum. Oysa hep kızgın öğretmenim zaten içinde zorlukla tuttuğu öfkesini bana yönlendirmiş ve elinde kaynak olarak değil de sopa olarak kullandığı kitabını hiç tanımadığı bana sırf onunla göz göze geldim diye hiç düşünmeden savuruvermişti.
Açıklama yapmak için ağzımı her açtığımda bir daha savuruyordu kitabı. Sustum çaresiz. Sınıf şaşkın izliyordu. O gün uğradığım şoku, kırılan gururumu, sarsılan onurumu hiç unutmam.
Kendisi anlattığı konularla ilgilenmiyordu ama o gün bize felsefe ve mantığın insanın olayları analiz edebilmesini ve dünyaya daha sorgulayıcı bir bakış açısı ile bakabilmesini sağladığından bahsediyordu. Sonrasında şunları analiz ettiğimi bugün bile netlikle hatırlıyorum.
*Öğretmenin kızgın bir insan olmasının benimle ve sınıfla bir ilgisi var mıydı?
HAYIR.
*İşini sevmiyor oluşunun veya özel hayatında yaşadığı sorunların sebebi biz öğrenciler miydik?
HAYIR.
*İnsanları tanımaya dahi gerek görmeyecek kadar değersiz algılamasının sebebi biz öğrenciler miydik?
HAYIR.
*Şiddet kullanan bir insan olmasının temel sebebi çocuklar mıydı?
HAYIR.
*Sınıf dışında yaşadığı sorunları sınıfa yansıtmaması gerektiğini öğrenememesinin sorumlusu biz miydik?
HAYIR.
Yıllar yılları kovaladı ve ben öğretmen, müdür yardımcısı, müdür vs oldum. MEB’in okul içinde ki tüm kademelerinde çalıştım. Anne babaları, öğrencileri, öğretmenleri ve okulda diğer çalışanları ve en başta kendimi sürekli gözlemledim. Yukarıda anlattığım olay bana şöyle büyük bir miras bıraktı çünkü.
OLAN BİTENE BAK. HİSSETTİKLERİNİ İZLE. O AN HİSSETTİKLERİN GERÇEKTEN SADECE O AN YAŞADIKLARINLA MI İLGİLİ? YOKSA KİŞİSEL YAŞANTININ ETKİLERİ VAR MI ÜSTÜNDE?
Mesela bazı günler bir sebepten işime uykumu alamamış olarak, eşimle tartışmış son derece gergin hissederek, çocuklarımdan biri hasta olmuş aklım onda kalarak, kredi kartı borcumu ödeyip ödemeyeceğim ile ilgili kaygılar duyarak, istediğim şeyi alamamış olmaya üzülerek, hasta olarak, müdüre veya velilere kızmış, öğretmen arkadaşlarımdan birine gıcık olmuş, MEB bakanlığına şartlarımızı iyileştirmediği için öfke duymuş, ülkede olan bitenlerden huzursuz hissetmiş vs vs vs gibi hemen hepimizin yaşadığı olağan günlük sorunların baskısı ve etkisi altında gidiyorum. Ve tüm bunlar beni çok tahammülsüz kılıyor.
Etrafımda ki olan biteni ve insanları gözlemlediğim kadar kendini de gözlemleyen biriyim ben. Bakıyorum gergin hissediyorum, sinirli davranıyorum. Hemen kendime hatırlatıyorum;
Sema senin şu anda böyle sinirli hissetmene sebep olan olayların hiç birinde bu çocukların rolü yok. Evet sen şu an sessizce dersini anlatmak ve herkesin seni dinlemesini istiyorsun. Ve bunu yapmadıkları için sinirleniyorsun ama söyle senin isteklerin ve sorunların ile bu çocukların ne ilgisi var.
Şunlara bak çocuklar. Sadece çocuk. Sırf sen sinirlisin diye her istediğini yapmak zorundalar mı?
HAYIR.
Sırf sen sesten rahatsız oluyorsun diye saatlerce sessizce oturmaları gerekiyor mu?
HAYIR.
Sırf sen kendini iyi hissetmiyorsun diye senin olumsuz duygularına katlanmaları gerekiyor mu?
HAYIR.
Senin olumsuz duygularının ana kaynağı bu çocuklar mı?
HAYIR.
O halde kendine gel. Duygularının kontrolünü al. Kişisel sorunlarını kişisel zamanlarda düşün ve çöz. Şimdi işinin sorumluluğunu yerine getir ve mutlaka işini yapabileceğin en mükemmel şekilde yapmaya çalış.
Üstelik unutma Sema;
Duygular bulaşıcıdır. Sen eğer kendi olumsuz duygularınla onları kontrol altında tutmaya çalışırsan orada olmaktan nefret eden öğrencilerden başka bir sonuç elde edemezsin. İşin sihri, kendini çocukların duygu durumlarına bırak. Onların içlerinde ki o eğlenceli haşarılıklarına, keyifli hissettiklerinde artan enerjilerine ve çocuğun yaradılışının en derin özelliği olan doğal uyuma bırak kendini. Böyle yaparsan hem sen rahatlarsın hem onlarla eğlenerek istediğin şeyi öğretebilirsin.
Yani kısaca; sınıfa girerken sırtında ki yüreğinde ki yükleri kapının dışında bırak. Unutma ki o yükleri sırtına koyan ellerin arasında bu çocukların elleri yoktu.
Sevgilerimle…
Sema Deniz