Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Ülke gündeminde biliyorsunuz öğretmenler en üst sıralarda yer alıyorlar. Kah dövülüyor, kah önüne gelenin not verip değerlendirmesi adı altında. Peki Eğitim-Öğretimde günah keçisi sadece öğretmenler mi?
Şu sıralar bilindiği üzere öğretmen performansı ile ilgili bazı düzenlemeler zaman zaman haber konusu olmakta ve ülke gündemine oturmaktadır. Öğretmen performansı ile ilgili olarak yapılan bu çalışmalar doğal olarak öğretmenlerin tepkisine neden olmaktadır. Bu durum da sanki eğitimdeki başarısızlıkların faturası dönüp dolanıp bir şekilde öğretmene kesiliyormuş gibi bir algının oluşmasına sebep olmaktadır.
Son zamanlarda bir takım kendini bilmezlerin öğretmenlik sıfatı ile öğrencilerine yönelik uyguladıkları taciz, istismar ve şiddet vakaları ile sınıf hâkimiyetini kaybeden öğretmen haberleri eğitimdeki sorunların odağına öğretmeni koymuş, toplumun ve bazı yetkililerin nezdinde eğitim konusundaki başarısızlıkların öğretmene fatura edilmesine ve günah keçisi olarak görülmesine neden olmuştur.
Peki, gerçekten de eğitimdeki başarısızlığın esas sorumlusu öğretmenler mi?
Konuyu farklı bakış açılarıyla masaya yatırıp analiz etmeye çalışalım. Nasıl ki hastaneleri tıka basa dolduran hastalardan doktorlar, her gün haberlere konu olan hırsız, katil ve diğer suçlulardan polis, hâkim ve savcılar sorumlu değilse eğitimdeki başarısız olan durumlarda da öğretmen sorumlu tutulmamalıdır. Sorunların kaynağı araştırıldığında sorunun etkenlerinden biri de öğretmenlerse buna amenna ancak tüm sorun öğretmenmiş gibi sorunların odağına alınıp günah keçisi seçilmesi öğretmenlerimiz adına üzücü bir tutum olur.
Tüm bunlara rağmen öğretmelerin eğitimdeki başarısızlıkların sorumlusu olduğu varsayımından hareket edecek olursak ki bu durumda da şöyle düşünmemiz gerekmez mi?
Bu öğretmenler o zaman üniversitelerde olması ve gerektiği gibi yetiştirilemiyor mu?
Ya da eğitim fakültelerine öğretmen adayları seçilince mesleğe uygun doğru kişiler seçilemiyor mu?
Bir şekilde seçtiklerini varsayalım, dört yıllık eğitimleri tamamlanınca bu kişilerin öğretmenliğe elverişli olup olmadığı anlaşılamıyor mu?
Mezun olduklarında mesleğe ne kadar hazır olup olmadığı dikkate alınmadan mı diploma veriliyor?
Hadi tüm bunları da geçtik peki ya sınavla ve mülakatla göreve getirilen bu öğretmenler etkili bir şekilde seçilemiyor mu?
Öğretmen olacak kişilerin mesleki yeterlilik ve ahlak kriteri de ayrıca dikkate alınmalı değil midir?
Sizce alkol, uyuşturucu gibi bağımlılığı olan, kumar oynayan, psikolojik olarak belli rahatsızlığı olan, öğretmenlik mesleğine yakışmayacak hayat tarzına sahip olan kişiler öğretmen olabilir mi?
Eğitim sürecinde öğrenci başarısız olununca öğretmen başarısızlıkla itham ediliyor. Peki, bu durumda sorumluları yukarıya doğru aramaya devam edince öğretmen yetiştiren akademisyenler de bu başarısızlığa ortak olmuyor mu? Hatta daha büyük oranda sorumlu oldukları söylenemez mi?
Öğrenci başarılı olamayınca iş öğretmene uzanıyorsa bu noktadan hareketle öğretmen başarısız olduğunda onu yetiştiren üniversite ve hocaları da bundan sorumlu olmazlar mı?
Üniversitelerde görev yapan akademisyenlerin mesleki ehliyeti ve başarısı ne durumdadır? Tabi ki başarılı olanlar ve saygıyı sonuna kadar hak edenler var. Onları tenzih ediyorum. Buradaki amacım yukarıda işler tam ve doğru şekilde işliyor mu ki aşağıda da tam manası ile yürüsün. Sürekli bu işin odağına öğretmeni koyup taşlamak haksızlık olmuyor mu? Üniversitelerimiz dünyada ilk 500’e bile giremiyorsa bunun da mı sorumlusu öğretmen?
Bilim insanlarımız acaba araştırma yapıp bilgi üretebiliyor mu? Yoksa bu işler daha çok yüksek lisans ve doktora öğrencilerine tez ödevi olarak mı veriliyor? Pedagoji ile ilgili kitapları okuyup dikkatle incelerseniz yerli araştırmalarla desteklenmiş neredeyse tek bir düşünce, tez, iddia ve teoriyle karşılaşamazsınız. Kitap okuma alışkanlığı ile ilgili araştırmaları inceleyin. Tüm araştırmalar öğretmen ve öğrenci üzerinden yapılıyor. Bugüne kadar akademisyenlerin ya da ülkeyi idare eden yönetici ve bürokratların ya da öteki meslek gruplarının ne kadar kitap okuduğuyla ile ilgili her hangi bir araştırma maalesef yok.
Tüm bu etkenler değerlendirildiğinde soruyorum size günah keçisi öğretmen mi?
Eğitim konusu tartışılıp enine boyuna masaya yatırılırken herkes konuyla ilgili ahkâm keser, konuşur. Bununla birlikte eğitim faaliyetinin içinde olan eğitimle ilgili tüm bilimsel çalışmaların icracısı, saha bilgisi bakımından en bilgili ve tecrübeli olan öğretmenler 657 sayılı devlet memurları kanunundan dolayı basında ve tartışma programlarında maalesef konuşamıyor. Bu tartışmaların odağında pasif ve savunmasız bir şekilde dışarıdan olan bitenleri izleyerek haksız ithamlar altında eziliyor.
Özellikle eğitimci akademisyenlere seslenmek istiyorum. Okullar, sınıflar ve öğrenciler hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz? Öğretmenlere fakülte sıralarında kitaplardan öğrendiğiniz teorik bilgileri ve yabancı meslektaşlarınızın kendi kültürleri içindeki kendi insanları hakkında yaptıkları araştırmalarla yazdıkları kitaplardan alıntılar yaparak yazdığınız telif eserlerle öğretmen yetiştirecek, öğrettiklerinizi bizzat siz deneyimlemeden öğretmene teorik bilgi olarak verecek, sonra da mesleki hayatında karşılaştığı deneysel olarak araştırma konusu yapmadığınız bin bir çeşit sorunla onları baş başa bırakarak işini yapmasını söyleyecek ve başarısızlıkla itham edeceksiniz.
El insaf…
Ya ailelere ne demeli…
Bu durumda eğitimdeki başarısızlıklarda aileler hiç mi kabahatli değil?
Aileler, çocuklarının başarılı bir eğitim alabilmesi için ne kadar çabalıyor? Çocukları iyi yetiştirmek demek maddi ihtiyaçlarının (ders araç-gereci, kıyafet, servis, özel okul, özel ders vs) karşılanması mı demek sizce? Aileler çocuk eğitiminin ne kadar farkında acaba? Çocuk eğitimi 80’li 90’lı yılların şartlarıyla aynı değil. Eğitim günümüzde çok daha teknik bilgi ve uzmanlık gerektiren bir hal almış durumdadır. Seksenli ve doksanlı yıllarda mahalle, komşu, akraba ve arkadaş çevresinde sosyalleşen çocuk şimdilerde kitle iletişim araçları ile her türlü tehdide açık bir şekilde sosyalleşiyor. Bu bakımdan en az öğretmenler kadar aileler de eğitimle ilgili kitaplar okuyarak, konferans, seminer ve anne-baba okulu gibi çeşitli eğitimlere katılarak kendilerini geliştirmelidir.
Eğitim-öğretim faaliyeti boyunca çocuklara rehberlik etmelidir. Unutmamalıdırlar ki çocukların eğitim sağlığı da biyolojik ve fizyolojik sağlığı kadar hassastır.
Çocuklarımızın hastalandığı zamanki tedavi sürecini hatırlayarak konuyu soru cevap şeklinde açıklayacak olursak; hastalandıklarında hastaneye kendi başlarına mı gönderiyoruz? Hayır. Peki, muayene sırasında doktor, hastalığın sebeplerini ve tedaviyi çocuğa mı anlatıyor? Hayır. Doktorun yazdığı ilaçları eczaneye almak için çocuğu mu gönderiyoruz? Hayır. Eczacı ilaçları nasıl kullanacağını çocuğa mı anlatıyor? Hayır. Son olarak çocuklarımız ilaçlarını evde kendileri mi kullanıyor? Yine hayır. Tüm bunları sağlıklı bir tedavi süreci açısından nasıl ki saçma ve kabul edilebilir bulmuyorsak; okul hayatında da velilerin okula hiç uğramadan, çocuğun öğretmeni ile görüşmeden, ödevlerini yaparken onlara refakat edip ödevlerini doğru yapıp yapmadıklarından emin olmadan, çocukları okula hazırlamadan aç, uykusuz ve bakımsız bir şekilde okula göndermek, çocuğun eğitim sağlığı açısından ne kadar doğru ve faydalı olacaktır?
Nasıl ki çocuğumuz hastalandığında sağlığına tekrar kavuşması için kendisine refakat edip yakından ilgileniyorsak okul yaşantısında da başarısız olduğunda bu durumu da eğitim sağlığı açısından bir hastalık olarak görmeli, kendisiyle yakından ilgilenip çalışmalarında da ona refakat etmeliyiz. Doktordan ve eczacıdan aldığımız bilgi gibi öğretmenden ve okul rehberlik servisinden de çocuğumuzun durumu ve yapılması gerekenler hakkında bilgi ve yardım almalıyız. Ödevlerini yaparken de tıpkı ilaçlarını tek başına içirmediğimiz gibi ödevlerini de tek başına kendi haline bırakarak yapmasını istememeliyiz. Nasıl ki çocuk tadı acı olan ilacı içmeyi, acı veren iğneyi yaptırmayı istemez ise aynı şekilde bazen zor olan, anlamadığı ödevi de yapmak istemeyecektir. Ebeveynin çocuğun tedavi sürecinde ilacını içip içmediğini kontrol etmesi, tedavi sürecinin ne kadar sağlıklı ilerlediğiyle ilgili verdiği bilgi gibi ödevlerin kontrolü de kendisine eğitim sürecinin sağlığı hakkında önemli bilgi sağlayacaktır.
Hastanın tedavi sürecinden ne kadar doktor sorumlu değilse çocuğun evdeki aile rehberliğinden mahrum kalması sonucu başarısız olmasından da öğretmen sorumlu değildir. Evdeki ödev takibi ve rehberlik aileye aittir. Ailenin bu durumda öğretmen ile sağlıklı bir iletişim sürecinde olması çok sağlıklı olacaktır.
Peki ya sürekli olarak değişen eğitim sisteminin bu başarısızlıklarda hiç mi etkisi yok. Sürekli olarak değişen müfredat ve sınav sistemi öğrenci ve ailelerin kafalarını karıştırıp kaygılandırdığı kadar
öğretmenleri de ikilem içerisinde bırakıyor. Merkezi sınavlara göre öğrenci yetiştirmeye çalışsa öğretim odaklı bir performansa yöneliyor ki toplum içinde yasalara ve kültürel değerlere aykırı davranışlarla karşılaştığımızda sorun yine eğitim oluyor. Eğitime ağırlık verse bu durumda da merkezi sınavlarda arzulanan başarılar elde edilmediğinde yine öğretmen hedef tahtasına oturtuluyor. Öte yandan eğitimde arzu edilen sonuçlara ulaşılıp başarı sağlandığında bu başarı öğretmenden başka herkesin eseri olabiliyor. Öğretmene ancak başarısızlığın günah keçisi olma rolü düşüyor.
Sonuç olarak ülkemizde gerçekten eğitim adına güzel şeylerden bahsedeceğimiz günleri görmek istiyorsak eğitim camiasının en fedakâr neferleri olan öğretmenlerimizi sorunların baş kaynağı olarak görmemeli, kendine ve topluma karşı küstürmemeliyiz. Onları da bu sürecin çözümünde masanın başköşesine oturtarak etkin bir şekilde çözüm üretme noktasında dinlemeli engin tecrübe, bilgi ve düşüncelerinden istifade etmeliyiz. Milli kültür, değer ve potansiyelimize uygun insanımızı ve toplumumuzu sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin rehberliğinde bilimsel araştırmalarla anlamaya çalışıp sağlıklı bir eğitim çerçevesi oluşturmalı ve ona uygun bir eğitim sistemini hayata geçirmeliyiz.
Vedat Demir