Eğitim... Adı kadar derin ve anlamlı bir yolculuk. Yıllardır bu yolculuğun içinde olan biz eğitimciler, ne yazık ki zaman zaman asıl hedefi gözden kaçırıyoruz. Elimize verilen müfredatı bir "bitirilmesi gereken liste" olarak görüp öğrencilerimizi bu listenin bir parçası haline getiriyoruz. Oysa ki, eğitim dediğimiz şey bir yarış değil; öğrenmenin, keşfetmenin ve insan olmanın derinliklerine yapılan bir yolculuktur.

Her öğretim yılı başında önümüze konan kazanımlar, standartlar ve süreler, bize bir hedef gibi gösterilir. Ancak bu hedefin, öğretmenlik mesleğinin özünden ne kadar uzak olduğunu fark etmek zorundayız. Çünkü eğitim, yalnızca müfredatı tamamlamakla değil; öğrencilerimizin hayal dünyalarını geliştirmekle, onları birey olarak hayata hazırlamakla ilgilidir. Eğitim felsefesi derslerinde sıkça duyduğumuz "öğrenci merkezli eğitim" kavramı, yalnızca teoride kalmamalı. Çocukların bireysel farklılıkları, öğrenme stilleri ve duygusal gelişim süreçleri göz önünde bulundurulmadan yapılan her eğitim, onları tek tipleştiren bir çarka dönüşüyor.

Peki, müfredatı yetiştirme çabası içinde neleri kaybediyoruz? İlk olarak, öğrenme motivasyonunu. Öğrenciler, bilgiyi sorgulamak yerine ezberlemek zorunda bırakıldığında öğrenme bir angarya haline geliyor. Bloom’un öğrenme basamaklarından en değerlisi olan "yaratıcılık," müfredatın baskısı altında neredeyse yok oluyor. Oysa ki eğitim, öğrencinin bilişsel, duyuşsal ve psikomotor alanlarının dengeli bir şekilde gelişimini hedeflemelidir. Bir fizik dersinde bir formül ezberletmek yerine, o formülün günlük hayatta nasıl bir karşılık bulduğunu göstermek; bir tarih dersinde yalnızca savaşları öğretmek yerine, tarihsel süreçlerin insana dair hikâyelerini anlatmak... İşte, çocuklara dokunan gerçek eğitim budur.

Ayrıca unutulmamalıdır ki, eğitim yalnızca bilgiyle değil, değerlerle de inşa edilir. Duygusal zekâ (EQ), günümüz dünyasında bilişsel zekâdan (IQ) çok daha büyük bir öneme sahip hale geldi. Peki, müfredatın yetiştirilme baskısı içinde öğrencilerimize empati kurmayı, hoşgörüyü, sorumluluk bilincini ne kadar öğretebiliyoruz? Bir çocuğun matematik sınavında aldığı yüksek puan, onu iyi bir insan yapmaz. Ama o çocuğa yaşam boyu karşılaşacağı zorluklarla başa çıkmayı, merhameti ve azmi öğretebilirsek, işte o zaman gerçek bir eğitim vermiş oluruz.

Bir öğretmenin sınıfta harcadığı her dakika, geleceği şekillendiren bir yatırımdır. Çocuklarımıza sadece müfredatı değil, yaşamı öğretmeliyiz. Eğitim, bir çocuğun zihnini bilgiyle doldurmak değil; o zihne keşfetme, sorgulama ve yaratma tohumları ekmektir. Yetiştirmemiz gereken bir müfredat yok. Yetiştirmemiz gereken çocuklar var. Ve bu çocuklar, yalnızca bizim değil; bir toplumun, bir dünyanın geleceğini taşıyor.

Bize düşen, bu sorumluluğu layıkıyla taşımak. Eğitimde teknik terimler, stratejiler ve müfredatlar elbette önemli. Ancak hepsi, asıl hedef olan "çocukları hayata hazırlama" amacına hizmet ettiği sürece anlamlıdır. Eğitim, öğrencilerimizi sınavlara değil; hayata hazırlamak için vardır. Ve biz, geleceği yetiştiriyoruz. Unutmayalım, onların başarısı bizim başarımızdır.
Eser ATAKAN - 24.12.2024

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber