Büyük şairin bu sözleri, geride kalanları anmak yerine hareketin kendisine odaklanmamızı öğütler. Ancak Türkiye’de memur sendikacılığı, ne yazık ki, hareketin ruhunu kaybedip yalnızca geçmişin anılarıyla avunan bir yapıya dönüşmüştür.
Sendikacılığın tarihine baktığımızda, kamu çalışanlarının haklarını koruma ve geliştirme mücadelesi göz kamaştırıcıdır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren memur sendikaları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, insanca yaşam standartlarının sağlanması ve demokratik hakların genişletilmesi için önemli roller üstlenmiştir. Ancak günümüzde sendikal mücadele ruhunun yerini çıkar çatışmaları, siyasal bağlantılar ve statükoya teslimiyet almıştır. Kuş çoktan ölmüş, ama biz hâlâ uçuşu hatırlamak yerine, kanatları bile kırılmış bir sendikacılık anlayışıyla yol almaya çalışıyoruz.
Bugün Türkiye’de memur sendikalarının büyük bir kısmı, siyasi aktörlerin gölgesinde şekilleniyor. Gerçek bir sendikal mücadelenin öznesi olmaktan çok, belirli siyasi partilerin uzantısı gibi hareket eden yapılar, memurların haklarını savunmaktan çok kendi ideolojik duruşlarını koruma telaşına düşmüş durumda. Oysa sendikalar, hükümetlerden bağımsız, tamamen kamu çalışanlarının haklarını koruyan ve geliştiren örgütler olmalıdır. Ancak mevcut tablo, bu bağımsızlıktan oldukça uzak bir gerçekliği karşımıza çıkarıyor.
Özellikle eğitim ve kamu sektöründeki sendikaların durumu içler acısıdır. Bugün birçok sendika, üyelerinin haklarını savunmaktan çok, üye sayılarını artırma peşine düşmüş, toplu sözleşmelerde göstermelik kazanımlarla büyük zaferler elde etmiş gibi davranmaktadır. Memur sendikacılığı, artık ideolojik söylemlerden ibaret hale gelmiş, sahada etkili bir varlık gösteremeyen yapılar haline gelmiştir. Sonuç olarak, öğretmenler, sağlık çalışanları ve diğer kamu görevlileri, aidat ödedikleri bu sendikalardan gerçek anlamda bir fayda sağlayamamakta, yalnızca belli dönemlerde yapılan eylemlerle yetinmek zorunda kalmaktadır.
Sendikacılık, yalnızca grevden greve hatırlanan bir mücadele alanı olmamalıdır. Örgütlü mücadelenin her gün ve her an devam etmesi gerekir. Ancak mevcut sendikal yapı, yalnızca seçim dönemlerinde hareketlenen, üyelerine sadece formel destek veren, ama özünde hareketsizleşmiş bir organizasyon haline gelmiştir. İş yerlerinde yaşanan mobbing vakalarına karşı sessiz kalan, kamu çalışanlarının haklarının düzeltilmesi için etkin bir baskı kuramayan sendikaların, gerçek anlamda emekçilerin yanında olduğunu söylemek mümkün müdür?
Memur sendikacılığının yeniden hayat bulması için, örgütlerin tabandan güç alması, ideolojilerden sıyrılarak yalnızca kamu çalışanlarının haklarını merkeze alması gerekmektedir. Aksi halde, sendikalar yalnızca birer tabela kuruluşu olarak kalacak ve kamu çalışanlarının gözünde her geçen gün daha fazla itibar kaybedecektir.
Eğer gerçekten “uçuşu hatırlamak” istiyorsak, geçmişin mücadele ruhunu yeniden canlandırmalı, sendikaları bağımsız, güçlü ve gerçekten kamu çalışanlarının sesi olabilecek yapılar haline getirmeliyiz. Aksi takdirde, bir gün geldiğimiz noktaya baktığımızda, yalnızca düşüşün hikâyesini yazanların haklı olduğunu göreceğiz.
Eser ATAKAN - 22.02.2025