Türkiye’de eğitim sistemi, “Hasta Adam” özelliği taşımaktadır. Türk eğitim sistemi, kronik ağrıları, bir türlü iyileşemeyen yaraları, ambulansta taşınırken sedyeden düşürülen ve kolu bacağı kırılan hastaya benzer. “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun kabinesi açıklandığında, bu vizyonu gerçekleştirecek ekip de açıklandı. Daha önce 5,5 yıl Millî Eğitim Bakanlığında müsteşar olarak görev yapan, Hacı Bayram Veli Üniversitesinin rektörü sayın Prof. Dr. Yusuf Tekin’in yeni Milli Eğitim Bakanı olarak atandığını öğrendik. Yeni bakanı masasında yüzlerce çözüm bekleyen sorun beklemektedir. Kendisine ve ekibine şimdiden başarılar dilerim. Bu sorunlardan önceliği, hassasiyeti olanları saptadım ve kendimce öneriler geliştirdim.
Millî Eğitim Bakanlığının en önemli sorunlarından birisi, Öğretmenlik Meslek Kanunu’dur. Kanun prematüre doğmuştur ve halen daha kuvözde bakıma muhtaç halde beklemektedir. Sayıları 1 milyonu aşan öğretmenlerle ilgili kanun topu topu 1,5 sayfadır. Mesleğe giriş, mesleğin giriş şartları, meslekte yükselme, mesleğin etik ilkeleri, kariyer sistemi vb. gibi onlarca hayati konu yer almamıştır. Kanunun iki önemli başlığı uzman öğretmenlik ve başöğretmenliktir. Bu kariyer sistemi için getirilen 10 ve 20 yıl şartı, akabinde öğretmenlere hakaret mahiyetinde yapılan sınav, eğitim camiasında tepkiye yol açmıştır. Aynı işi yapan öğretmenler arasındaki maaş farkı, okuldaki örgütsel barışı tehdit etmekte, öğretmen motivasyonunu ve öğretmenlerin iş doyumunu ortadan kaldırmaktadır. Öğretmenlik Meslek Kanunu lağvedilmeli, yerine sendikalar, meslek kuruluşları, öğretmen, yönetici ve akademisyenlerin de bir araya gelip toplumsal uzlaşı içerisinde yeni bir Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun hazırlanmasıdır.
Öğretmenlerin maaşı, asgari ücretle eşitlenmek üzeredir. 2012 yılında bir öğretmenin maaşı asgari ücretin 3 katı iken, şu an yaklaşık 1,41 katı kadardır. Öğretmenler diğer meslek grupları ile kıyaslandığında çok düşük maaş aldıkları gibi, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu maaşla ev, araba, yazlık almak bir yana kirayı dahi ödeyememektedirler. Büyük şehirlerde çalışan öğretmenler taşraya gitmek için mücadele etmekte ya da ikinci, üçüncü iş yapmaktadırlar. Bu şartlar altında çalışan eğitim emekçilerinden yüksek performans beklemek, eğitimde kaliteyi artırmak sadece hamasetle atılan nutuktan farksızdır. Öğretmenlerin ve akademik personelin maaşları, asgari ücretin minimum 4 katı baz alınarak periyodik bir ödeme sistemine kavuşturulmalı, öğretmen ve akademik personelin mağduriyeti çözülmelidir.
Özel okullarda görev yapan öğretmenler resmen emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Öğretmenlerin banka hesabına asgari ücretten maaş yatırılmakta, elden 2000-3000 TL alınmakta, hafta sonları da dahil olmak üzere yoğun programla, dinlenme fırsatı dahi verilmeden çalıştırılmaktadır. Çoğu özel okul öğretmeni, 10 ay maaş almakta, yaz aylarında ödeme yapılmamakta, SGK primleri düzenli yatırılmamakta, resmî tatillerine müdahale edilmekte, standart bir mesai uygulaması olmadığı için keyfi uygulamalara maruz kalmakta, her yıl içinde ayrı sözleşme yapıp öğretmenler patron tarafından mağdur edilmektedir. Özel okullarda görev yapan öğretmen maaşları, iyileştirilmiş Millî Eğitim Bakanlığı öğretmen maaşına endekslenmeli, çalışma şartları ve özlük hakları, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir kanunla güvence altına alınmalıdır.
Ücretli-sözleşmeli öğretmen uygulaması, eğitim sisteminde çözülemez sorunlar ortaya çıkartmakta, emek sömürüsüne neden olmaktadır. Sosyal devlet ilkesini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, aynı işi yapan kadrolu öğretmenle, ücretli- sözleşmeli öğretmen uygulaması arasında bu kadar fark olması beklentilere uygun bir durum değildir. Şartları taşıyan öğretmenler kadroya geçirilmeli, ücretli öğretmen uygulaması kademeli olarak azaltılmalı, öğretmen açığını kapatmak için cumhuriyetin 100. yılında 100 000 öğretmen ataması yapılmalıdır. Öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri azaltılmalı, kontenjan sınırı getirilmeli, pedagojik formasyon, eğitim fakültelerinde olmayan branşlar için sınırlı düzeyde açılmalıdır.
Her eğitim-öğretim yılı başında verilen eğitim-öğretim ödeneği, enflasyon karşısında kuşa dönmüş, kifayetsiz bir hale dönüşmüştür. Yılda iki defa her dönem başında maaşın en az yarısı kadar ödenmesi gerekir. Çünkü 2000 TL’nin altında ayakkabı, takım elbise, 500 TL’nin altında gömlek yoktur. Öğretmenin, öğretmene yakışır şekilde giyinmesi ve yaşaması isteniyorsa, bu kalemlerde acilen iyileştirmeye gidilmesi zaruridir. Öğretmenler aldıkları maaş ve eğitim-öğretim ödeneği ile kitap okuyamamakta ve kendilerini geliştirememektedirler. Bu durum, eğitim sistemine kısa ve uzun vadede zarar verecektir.
Şehirlerde özellikle Ukrayna-Rusya savaşı, Suriye iç savaşı, Afganistan ve Pakistan’da yaşanan sorunlardan dolayı ülkemiz dış göç almış, bu durum ülkemizdeki emlak fiyatlarını artırdığı gibi, kiralarda da fahiş artışlara neden olmuştur. Öğretmenler aldıkları maaşla okulun çevresindeki konutlarda kiracı olarak ikamet edememekte, uzak semtlerde yaşamakta, bu durum da hem kira hem de ulaşım sorunu yaratmaktadır. Öğretmenlere kira ve ulaşım ödemesi yapılması, aynı zamanda öğle yemekleri için ek bütçe yaratılması gerekir.
Öğretmenler, adı üzerinde Öğretmenevlerinden yeterince yararlanamamaktadır. Öğretmenevlerinde ya yatacak yer bulamamakta ya da piyasa şartlarında ödeme yapılması istenmektedir. Öğretmenevleri, öğretmenlerindir. Mülki amirlerin tasarrufunda ya da onların misafirlerinin barındığı mekanlar değildir. MEBBİS üzerinden öğretmenler istedikleri öğretmenevine rezervasyon yapıp kalabilmeli, öğretmenlerin doldurmadığı odalar başkasına verilmelidir. Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da öğretmenler mağdur edilmekte, tatil bölgelerindeki öğretmenevlerinde, öğretmen dışında herkes yararlanmaktadır.
Her yıl düzenli olarak yapılan branş değişikliği, son yıllarda savsaklanıp, öğretmenler mağdur edilmektedir. Düzenli bir takvim dahilinde branş değişikliği hayata geçirilmeli, öğretmenlerin hak ettikleri statüye atanması için tedbir alınmalıdır.
Okul yöneticiliği ve eğitim yöneticiliğine atanma ve yükseltilmelerde sendika, parti vb. dayatmalar ortadan kaldırılmalı, liyakat esasına göre yapılmalıdır. “İşi ehline verin.” hadisi şerifi yönetimin düsturu olmalıdır. Yönetimde eşit ve adaletli davranılmadığında eğitimin kantarı bozulmakta, çözülemez sorunlar ortaya çıkmakta ve büyük bir kaos ortamı yaratılmaktadır. En büyük eziyet, hak etmediği makama atanan bir kişinin mahiyetinde çalışmaktır.
4+4+4 uygulamasından vazgeçilmesi, Türkiye’nin yararına olacaktır. Erken çocukluk eğitimi + Okul öncesi eğitim + 5 yıllık İlkokul + 3 yıllık ortaokul zorunlu olmalı, lise zorunlu olmaktan çıkarılıp isteğe bağlı hale getirilmeli, 3 yıllık ortaokul eğitimi çıraklık ve mesleki eğitim seçenekleri ile zenginleştirilmelidir. Açık lise uygulaması devam ettirilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Mesleki ve teknik eğitim, “Meslek lisesi memleket meselesi.” düsturu ile yeniden gözden geçirilmelidir.
Sonuç olarak bu sorunlar çözülmeden, bu sorunlara kayıtsız kalarak da bakanlık yapılabilir, sorunlar halının altına süpürülebilir. Çözülmeyen her sorun Türk milletinin geleceğinden çalacak, ülkemize zarar verecektir. Bugün küçük müdahalelerle çözebileceğimiz sorunlar yarın büyük operasyonları gerektirecektir. Hülasa, yönetim küçük dokunuşlarla büyük fırtınalar koparabilir. Yeni milli eğitim bakanının ilk üç aylık çalışma programında ifade ettiğim sorunların çözülmesi halinde mutlu ve huzurlu bir eğitim çalışanı, yarınlara umutla bakan bir öğretmen camiası olacaktır. “Türkiye Yüzyılı” bir slogan olmaktan çıkacak, vizyon haline dönüşecekse, sorunların çözülmesi elzemdir. Aksi taktirde kısır bir döngünün paydaşı olmanın ötesine asla geçilemeyecektir. Özel okul, devlet okulu öğretmeni yoktur, öğretmen vardır ve öğretmen nerede çalışırsa çalışsın mutlaka aynı özlük haklara kavuşmalı ve sahip çıkılmalıdır. Öğretmene öksüz evlat muamelesi yapılmamalıdır.