Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Rose ve Rose
İşte nadir karşılaşılan, yazımı ve söylenişi aynı olan bu sözcükle başlayalım. Rose hepimizin bildiği, pek çok çekici pastel renkte olabilen ve çok güzel kokan güldür. Ancak, bir şeyin ayaklandığından veya bir ihtilalden bahsederken, rose up kalıbını kullanırsınız. (Risen fiilinin 2. Hali) Rose to the occasion (üstesinden gelmek) kalıbında da görüldüğü gibi olayın gülle hiç bir alakası yok.
See and Sea
Bu iki kelime arasındaki yazım benzerliği ve anlam farkı için kimsenin mantıklı bir açıklaması bulunmuyor. Yokmuş gibi davranalım. To see temelde bir şeyi gözlerinizle fiziksel olarak fark etmek yani görmek anlamına gelir. Eğer eyleminizi “see the sea” olarak tanımlarsınız, büyük bir su birikintisine veya okyanusa baktığınızı, gördüğünüz anlatırsınız. Olayı biraz daha karıştırmak için: Almanlar, gölleri (büyük su birikintilerini) see olarak adlandırırlar.
Brake ve Break
Her türlü ulaşım türünde, brake(fren) aracı yavaşlatmak veya durdurmak için kullanılan mekanizmanın adıdır. To break ise tamamen farklı bir anlama gelir. Bir şeyin kırıldığını veya çalışmadığını anlatmaya çalıştığınızda bu kalıbı kullanmalısınız. Üzgünüm ki, bu iki kelime İngilizcedeki en temel kelimelerdendir ve yazılarınızda bu ikisini karıştırmak biraz komik kaçacaktır. Kabullenmesi zor gerçekler.
Buy ve By
Buy, herhangi bir satıcıdan bir şey satın aldığınızda kullanılır. Ama kafanızı karıştırmak için, by kelimesi (bir şeyin konumunu belirtmek için veya bir işi kimin yaptığını belirtmek için kullanılmak gibi pek çok anlama gelir) tıpkı aynı şekilde okunur ama u harfini barındırmaz. Neden sorusuna “çünkü ”den başka hiç bir cevabım yok.
Meet ve Meat
To meet bir başka insanla veya grupla buluşmak anlamına gelir. Meat ise bundan yine çok farklı bir anlama gelir. Temelde, yenilebilir hayvan eti anlamına gelir (argoda ise burada bahsetmek istemediğimiz pek çok farklı anlama da gelir). Kısacası, bu ikisini sakın karıştırmayın. Sonu iyi bitmeyecektir.
Hour and Our
Sessiz harfin laneti yine başlıyor. Hour 60 dakikalık zaman dilimi yani saat anlamına gelmektedir. Our kelimesiyle hiç bir alakası yoktur Our ise bir grubun bir eşyaya vb. sahip olmak, sahiplik anlatır. Yani bizim anlamına gelmektedir. Uyarı: yazılarınızda eğer “we stayed at the beach for three ours” yazarsanız hocalarınızı güldürürsünüz. Dikkatli olmakta fayda var.
Eşsesli kelime | Eşsesli kelime | Okunuşu |
---|---|---|
ate (past of eat ) | eight (sekiz) | eiht |
allowed (izinli) | aloud (yüksek sesle) | ılaud |
add (eklemek) | ad (reklam) | ed |
ant (karınca) | aunt (teyze,hala) | ant |
ball (top) | bawl (bağırmak) | bo:l |
band (grup) | banned (yasaklı) | bend |
berry (dut) | bury (gömmek) | beri |
been (past part. of be) | bean (fasulye) | bin |
berth (kamara yatağı) | birth (doğum) | börth |
better (daha iyi) | bettor (bahisçi) | betır |
board (geniş) | bored (sıkılmış) | bord |
boarder (daha geniş) | border (sınır) | bordır |
break (kırmak) | brake (fren) | breyk |
cache (zula) | cash (nakit para) | keş |
scents (kokular) | sense (his) | sens |
chance (şans) | chants (dinsel şarkılar) | çens |
Chile (Şili) | chili (acı) | çili |
choir (koro) | quire (kağıt tabakası) | kuayır |
site (mekan) | sight (görüş) | sayt |
climb (tırmanmak) | clime (iklim) | klaym |
facts (gerçekler) | fax (faks) | feks |
Finnish (Finlandiyalı) | finish (bitirmek) | finiş |
flea (bit) | flee (kaçmak) | fli: |
flew (past of fly) | flu (grip) | flu |
gene (gen) | jean (kot pantalon) | ci:n |
gilt (altın kaplı) | guilt (suç) | gilt |
knew (past of know) | new (yeni) | niu |
Greece (Yunanistan / YUnanlı) | grease (makine yağı) | gri:z |
he'll (he will) | heal (iyileştirmek) | hiıl |
heard (past of hear) | herd (sürü) | hörd |
higher (daha yüksek) | hire (kiralamak) | hayı: |
hoarse (kısık ses) | horse (at) | ho:s |
knead (yoğurmak) | need (ihtiyacı olmak) | ni:d |
knows (bilmek) | nose (burun) | no:z |
leak (sızmak) | leek (pırasa) | li:k |
merry (mutlu) | marry (evlenmek) | merri |
miner (madenci) | minor (ikincil) | maynı |
muscle (kas) | mussel (midye) | masıl |
pain (acı) | pane (kapı camı) | peyn |
pair (eş) | pear (armut) | pe: |
prasie (övmek) | prays (dualar) | preyz |
profit (kâr) | prophet (peygamber) | profit |
rain (yağmur) | reign (krallık) | rein |
rough (kaba) | ruff (dövüşken kuş) | raf |
seen (past part of see) | scene (sahne) | si:n |
seas (denizler) | seize (yakalamak) | si:z |
sew (dikmek) | so (söylece) | sou |
soar (ekşi) | sore (boğaz ağrısı) | so:r |
solace (teselli) | soulless (ruhsuz) | solıs |
steal (çalmak) | steel (çelik) | sti:l |
thyme (kekik) | time (zaman) | taym |
vary (çeşitlenmek) | very (çok) | veri |
wore (past of wear) | war (savaş) | vo: |
we'll | wheel (teker) | viıl |
your (senin) | you're | yo: |
İngilizce Eş Sesli Kelime Örnekleri
ate, eight
bare, bear
buy, by, bye
dew, do, due
eye, I
fairy, ferry
flour, flower
for, four
hear, here
hour, our
know, no
knight, night
mail, male
marry, merry
meat, meet
pair, pear
right, write
sight, site
son, sun
their, there, they’re
to, too, two
one, won
wait, weight
wear, where
İngilizce Eş Sesli Kelime Örnekleri
ate, eight
Ate: “to eat” fiilinin geçmiş zaman çekimidir.
İngilizceyi Konuşarak Öğren
I ate an entire pizza.
Pizzanın tamamını yedim.
Eight: Sekiz
Gizem will wake up at eight o’clock.
Gizem, sekizde uyanacak.
bare, bear
Bare: Çıplak, yalın ayak
Hasan likes to walk around his house in bare feet.
Hasan, evde yalın ayak dolaşmayı sever.
Bear: Ayı
I’m afraid of bears.
Ayılardan korkarım.
buy, by, bye
To buy: Satın almak
I’m going to buy a t-shirt.
Tişört satın alacağım.
By: Yakınında, tarafından
My favorite autobiography is “The Autobiography of Malcolm X.” It’s written by Malcolm X and Alex Haley.
En sevdiğim otobiyografi “The Autobiography of Malcolm X”tir. Malcolm X ve Alex Haley tarafından yazılmıştır.
Bye: Görüşürüz.
Bye! Take care of yourself.
Görüşürüz, kendine iyi bak.
dew, do, due
Dew: (bitki üzerinde olan) çiğ
When I went outside early in the morning, the dew on the grass made my shoes wet.
Sabah erken saatte dışarı çıktığım zaman çimlerin üzerindeki çiğ ayakkabılarımı ıslattı.
To do: Yapmak
What do you usually do on Saturday nights?
Cumartesi geceleri genellikle ne yaparsın?
Due: Olacak en son tarihi ifade eder.
My friend is pregnant. Her baby is due in October.
Arkadaşım hamile. Bebeğinin Ekim’de doğması bekleniyor.
eye, I
Eye: Göz
My eyes hurt when I read.
Okuduğum zaman gözlerim ağrıyor.
I:Ben
I’m 15 years old.
Ben, 15 yaşındayım.
fairy, ferry
Fairy: Sihirli
I’m love with a fairytale.
Bir peri masalına aşığım.
Ferry: Feribot
The ferry in Bursa is really hot.
Bursa’daki feribot çok sıcak.
flour, flower
Flour: Un
Ayşe wanted to make a cake, but she didn’t have any flour, so she couldn’t.
Ayşe kek yapmak istedi ama hiç unu yoktu, bu yüzden kek yapamadı.
Flower: Çiçek
My mother’s favorite flower is rose.
Annemin en sevdiği çiçek güldür.
for, four
For: İçin
It’s a present for you.
Senin için bir hediye
Four: Dört
My son is 4 years old.
Oğlum 4 yaşında.
hear, here
To hear: Duymak
I can’t hear the TV. Can you please turn up the volume?
Televizyonu duyamıyorum. Sesini açar mısın lütfen?
Here: Burada.
I’m here.
Buradayım.
hour, our
Hour: Saat
It takes about six hours to drive from İstanbul to Ankara
İstanbul’dan Ankara’ya sürmek yaklaşık altı saat alıyor.
Our: Bizim
We should study for our exams.
Sınavlarımıza çalışmalıyız.
know, no
To know: Bilmek
Selen knows how to speak French.
Selen nasıl Fransızca konuşacağını bilir.
No: Hayır
No, I don’t want to go.
Hayır, gitmek istemiyorum.
knight, night
Knight: Şövalye
One popular English legend talks about King Arthur and the Knights of the Round Table.
Popüler bir İngiliz efsanesinde Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyelerinden bahsedilir.
Night: Gece
I prefer to work at night.
Gece çalışmayı tercih ederim.
mail, male
Mail: Mail göndermek, mail
I haven’t gotten the mail yet today.
Bugün daha posta almadım.
Male: Erkek
My baby is a male.
Bebeğim erkek.
marry, merry
To marry: Evlenmek
I’m going to marry.
Evleneceğim.
Merry: Mutlu
“Merry Christmas!”
‘’Mutlu Noeller!’’
meat, meet
Meat: Et
Vegetarians don’t eat meat.
Vejetaryenler et yemez.
To meet: Bir kişiyle tanışmak
I’m excited to travel to Londra so I can meet some new people!
Yeni insanlarla tanışmak için Londra’ya seyahat etmeye sabırsızlanıyorum!
pair, pear
Pair: Çift
Most of these examples of homophone sets are pairs of words, but some are groups of three or four words.
Bu sesteş sözcük dizilerinin birçoğu sözcük çiftleridir ama bazıları üçlü veya dörtlü sözcük gruplarıdır.
Pear: Armut
I and my father like pears.
Babam ve ben armutları severiz.
right, write
Right: Doğru
I should turn right when I get to 10th Street, right?
Caddeye vardığımda sağa dönmeliyim, doğru mu?
To Write: Yazı yazmak
Deniz’s dream is to write a novel, but she hasn’t decided what the book should be about.
Deniz’ in hayali bir roman yazmak ama kitabın ne hakkında olması gerektiğine henüz karar vermedi.
sight, site
Sight: Görme duyusu
Blind people can’t see. They have no sight.
Görme engelliler göremez. Onların görme duyusu yoktur.
Site: Website kelimesi içinde yaygın olarak kullanılır.
There’s an awesome site for language learners. It’s Konuşarak Öğren
Dil öğrencileri için harika bir site var. Adı Konuşarak Öğren
son, sun
Son: Erkek evlat
Grandma and grandpa had four sons and three daughters.
Büyükanne ve büyükbabanın dört oğulları ve üç kızları oldu.
Sun: Güneş
Don’t look directly at the sun, or you’ll damage your eyes.
Güneşe doğrudan bakma, yoksa gözlerin zarar görebilir.
their, there, they’re
Their: Onların
We should study for our English exam, and they should study for their German exam.
İngilizce sınavımıza çalışmalıyız ve onlar da Almanca sınavlarına çalışmalılar.
There: Orada
Who is that over there? Is that Simge? If so, I hope she comes over here, since I want to talk to her.
Oradaki kim? Simge mi o? Öyleyse umarım buraya gelir, çünkü onunla konuşmak istiyorum.
They’re (kaynaştırma): Bu, “they are” sözünün bir kısaltmasıdır
The children all passed their exams, so they’re very happy!
Çocukların tümü sınavlarını verdi, bu yüzden onlar çok mutlular!
to, too, two
To Bu edat genellikle bir şeyin hareket ettiği yönü ifade etmektedir.
Everyday Fatih ve Ahmet drive together to school.
Paul ve Judy her gün okula birlikte arabayla gelir.
Too: Çok
I’m too full to finish this plate of food. I’ll ask the waiter if we can have a container to take it home. And I’ll ask for the bill, too.
Bu tabağı bitirebilmek için çok doydum. Garsondan yemeği eve götürmek için bir kapları olup olmadığını soracağım. Ve hesabı da isteyeceğim.
Two: İki
I have two children.
İki çocuğum var.
one, won
One: Bir
I have one dream.
Bir hayalim var.
Won: “Won” sözcüğü “to win” fiilinin geçmiş zaman çekimidir.
Grandpa won $500 in his poker game!
Büyükbaba poker oyununda 500$ kazandı!
wait, weight
To wait: Beklemek
It was snowing a lot, so the bus came late. I had to wait in the cold for 20 minutes.
Çok kar yağıyordu, dolayısıyla otobüs geç geldi. 20 dakika boyunca soğukta beklemem gerekti.
Weight: Ağırlık
Every year around festal, many people gain a lot of weight because they eat lots of food but don’t exercise.
Her sene bayram zamanlarında birçok kişi bol miktarda kilo alır, çünkü çok yemek yer ama egzersiz yapmazlar.
wear, where
To wear: Giyinmek, takmak
I hate wearing ties. They’re uncomfortable, hot, and hard to tie.
Kravat takmaktan nefret ediyorum. Onlar rahatsız edici, bunaltıcı ve onları bağlaması zor.
Where: Nerede
Where should we meet for dinner?
Akşam yemeği için nerede buluşalım?
Kaynak: https://www.ef.com.tr