Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Eski Türkler'de saç bir kimlikti. Türkler uzun saçlarıyla o kadar bütünleşmiş ve ün yapmışlardı ki Türk dendiğinde uzun saçlı insanlar akla gelirdi. Selçuklular döneminden başlayarak geriye gidildiğinde Türklerin saçlarına ne kadar önem verdikleri daha da iyi anlaşılıyor. Mesela Çağrı Beyin kumandasında 1015 yılında Doğu Anadolu'dan gelen Selçuklu akıncılarıyla ilk kez karşılaşan Van Gölü civarındaki Ermeniler, Türk savaşçılarını sanki Brewehard filmindeki gibi tarif ediyordu: "Herşeyden evvel Türkmenlerin rüzgar gibi atlar üstünde bambaşka kıyafetleri, kadınlarinkine benzer uzun saçları, mızrakları ve yaylarıyla görünüşleri, böyle bir manzara ile ilk defa karşılaşan insanları telaşa düşürmüştü." Prof. Dr. Faruk Sümer:" Oğuz Türklerinin saçları uzun ve kesmezler. Hükümdarlar genelde saçlarını serbest bırakırken, savaşçılar ve diğer erkekler belik örerler.
Oğuz erkekleri, saçlarının örgüleri çok olmasıyla tanınır. Peçeneklerin de saçları örülüydür. 9. yy yaşayan Horasan Türkleri'nin de saçları uzundu. Harzemşahlar'ın da saçları uzundu fakat hacca giderken kısaltıyorlar. Uygur metinlerinde de alplerin saçları aslan yelelerine benzetiliyor. Uygur hükümdarı ise saçlarını topuz şeklinde toplamakta ve topuzun üstünde, beş sınıf halkı temsil eden, beş dilimli taç giymekteydi." Rus kaynaklarında da, 'sarışın' olmalarıyla tanınan Kuman Türk erkeklerinin saçlarının uzun olduğu ve örgü yaptıkları bildiriliyor. Hatta Kuman erkekleri, saçlarına üç model veriyormuş.
Birinci model: Yan yana üç saç örgüsü; üç eşit uzunlukta ve kalınlıkta.
İkinci model: Şakağın iki tarafından ve ensenin ortasından bir tutam olarak örülüyor ve üç örgü aşağıda birleşiyor.
Üçüncü model: Bir tek uzun saç. Saçlarının bakımlı ve taranmış olmasıyla ün yapan Kuman erkekleri en çok birinci ve üçüncü modelleri tercih ediyordu.
Uygurlar'da saçlar omuzları örten kalın örgüler halinde örülmüş dağınık haldeydi. Bazan da iki düğüm atılır ve kulakların önünden ve şakaklardan aşağı sarkıtılırdı. Fakat Uygur erkeklerinin favorisi arkaya doğru taranmış ve ortadan ikiye ayrılmış modellerdi. Hun erkekleri ise diğerlerine göre daha hızlıydı. Ortaya çıkardıkları bir model o dönemde moda akımı haline gelmişti. Bizans tarihçisi Prokopios Avrupa Hunları'nı anlatan yazısında Hun Tarzı olarak adlandırılan bu modeli "Saçlarını ön taraftan geriye şakaklara kadar keser ve arka kısımlarını uzatırlardı" şeklinde tarif ediyor. Avarlar ve Bulgarlarda da bu tip yaygınmış. Çin yıllıkları ise, Asya Hunlarının da saçlarının uzun olduğunu fakat tepeden ördüklerini yazıyor.
Tanınmış sinolog O. Franke, saç örgüsünün yalnız Türklere mahsus olduğunu söylüyor. Güney Rusya bozkırında bulunan Türk kavimlere ait taş heykellerin ekserisinde başın arka tarafından aşağı doğru sarkmış üç saç örgüsü bunu doğruluyor. Fakat Göktürkler saçlarını örgü yapmayıp genelde serbest bırakırlardı. Ön taraf kirpiklere kadar uzatılır. Uzun saçlarını sol taraftan sırta atarlardı. Göktürk erkekleri de diğerleri gibi görünüşüne çok büyük önem veriyordu. Aynanın her erkeğe gerekli olduğu düşünülür ve aynanın tabiatüstü bir güce sahip olduğu varsayılırdı. Bir askerin ölümünden sonra da ayna, sahibinin yanında kalmalıydı. Arkeolojik kazılarda birçok mezarda diğer bazı eşyalarla birlikte, üzerinde sahiplerinin özel işaretlerini taşıyan ya da Göktürk alfabesiyle adının kazındığı aynalar çıkıyor. Manas Destanı'nda Yakup Han'ın karısından şikayet ederken saçını taramamasından söz etmesi ise Türklerin saçlarına verdikleri önemin bir başka göstergesi ...
Türkler için saçlar o kadar önemliydi ki esarete düştüklerinde bile saçlarını dilleri ve gelenekleri gibi koruma gayretindeydiler. Işbara Hakan'ın 585 tarihinde Çin İmparatoruna gönderdiği mektupta yazılanlar da bunu ispatlıyor. Mektupta şöyle deniyordu: "Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem, Çin adetlerini almama imkan yoktur. Çünkü bu bakımlardan milletim, fevkalade hassastır, adeta çarpan tek bir kalp gibidir" ... (TC Şevki Demircan'dan alıntıdır)