Denizli’nin bütün kaleleri zaptedilmiş sanki. Mahremlerine girilmiş, yolları tutulmuş gibi. Öyle bir hissiyat var içimde. Görüyor muyum diye sorsanız; gözüm görmüyor da aklım görüyor derim. Yine aynı şekilde kulaklarım duymuyor, sanki direk beynimdeki duyum merkezine düşüyor gibi. Hani “subliminal mesaj” derler, “gözün görmediği ama aklın gördüğü” denilir ya; öyle bir şey sanki.
Bazılarına “yemin edebilirim ama ispat edemem” diyorum. Çünkü satır aralarında yer alıyor onlar. Küçük çaplı şeyleri görmüş, duymuş ya da biliyorsanız öyle görebilirsiniz. Ama damlaya damlaya çok kişinin boğulacağı bir göl oluveriyor.
Hani “Kara Murat” film serilerinde meşhur zindanlarını gözlerimin önünde canlandırıyorum. İğne atsan yere düşmeyecek o kadar dolu. Kral dolu, teşbihte hata olmaz imiş. Güzel elbiseli, vakur duruşlu, tok kişiler, sanki az önce tahtan inivermiş gibi. Zindanların bir gram tozu daha bulaşmamış. O kadar yeni her şey.
Gerçekten bakın, film sahnelerini anlatıyorum ama gerçekten şu anda da onu görüyorum. Yanımda olursanız siz de görürsünüz bana özel bir durum değil yani.
Şimdi en önemli noktasına geliyorum işin. Yine teşbihte hata olmaz imiş; müteahhit deyin, mimar deyin yolu yapıyor, yoldan geçenleri esareti altına alıyor. Ama burada müteahhite tüm suçu yüklemiyorum. O yoldan geçenler; o yolu da, yolun sonunu da çok iyi biliyordu. “Bile bile lades mi dediler yani?” diye soracaksınız. Öyle görünüyor.
Anlatılır aslını bilemem ama derler ki; develerin çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Keskin dikeni yediğinde devenin ağzında yaralar açılır kanarmış. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adına da “harese” derlermiş. Hırs, ihtiras gibi gibi kelimelerin kökü de buradan gelirmiş. İnsanlar, yıllar yıllar birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamazmış ya. İşte öyle bir şey.
Bakıyorum bulunduğum camiaya; en önemli mekanizmalar o zindanlarda. Ama Krallar yani ona diyecek söz yok. Küçük bir alanda, hatta tahtlarını koymuşlar oraya. Küçük alanda bir sürü Kral. Halkını yönetiyorlar kendilerince. Biraz gülümsetiyor doğru.
“Şimdi bunlar nereden aklına geldi?” diyeceksiniz. Ben de aklıma değil başıma geldi diyeceğim.
Nasıl elleri mahkum; nasıl taht devrilmiş altında kalmış gibi. Hatta kimi zaman tahtında, dünya Güneş’in etrafında 24 saatte değil de 3 saatte dönüyormuş gibi sallanıyorlar. Ama “tamam” deyince her şey normale dönüyor.
Krallar yoldan geçip tahta oturunca müteahhite vefalarını asla bırakmıyorlar. Krallar huzurunda; müteahhit için personel sözleşmeleri imzalatıyorlar. Ne cesaret!
Kralın birine gittim, naçizane talebim oldu. Sordum, söylemedi. Mektup yazdım, olmaz dedi. Ama müteahhit beye; “ne vereyim abime” diye “dükkan senin” muhabbeti. Biz sizi kral gördük, öyle davrandık. Bir müteahhitin arz makamı olduğunuzu görmüş olduk.
Sorsak hepsi işini layıkıyla, mevzuata göre yapıyor. Bir söylesek, bin kişinin de ahı dillenecek. Ama ne de güzel duruşları var. Bir kişinin iki dudağının arasındaki saltanat da saltanat mıdır hani?
Ah ah kimlerin ahı var? Sizin bastırdıklarınız bir yerlerde nefes alıyor bilginiz olsun istedim. Çok ilginç de bir şey diyeyim, dibinizdekiler bile dile geliyor. Ee napacaksınız önce can, sonra siz!
Nasıl girift olmuşsunuz? Insan dokunmaya çekiniyor. Devamı konusunda “ömrüm yetmez” kaygısı yaşıyor. Ama zevkli de olur, domino taşlarının yıkılışını izler gibi. Şimdilik taşlardan yapılan şaheseri doyasıya bir izleyelim.
Gerek var mı? Oturmayıverseniz de borçlu olmasaydınız? Kalkana kadar da bu borcun faizini bile ödeyemeyeceksiniz? Bitmeyecek hiç. Kızıyorum sanmayın, üzülüyorum aslında. Dedim ya gerek var mıydı?
Kara Murat filmlerinde Kara Murat gelirdi ama zindandakiler çıkmak isterdi. Şimdi gelse de siz o zindanlardan çıkmak ister misiniz?
Gülay ÇETKİN
Eğitim Gücü Sendikası Denizli İl Temsilcisi