Hasan TÜLÜCEOĞLU
Dilimize batı dillerinden giren seküler kelimesi farklı anlamlarda kullanılmakla birlikte sade ve yalın anlamıyla ifade edecek olursak ‘dünyevilik’ demektir. Dünyaya ait olan, hiçbir şekilde dini ve ahireti çağrıştırmayan. Dünya hayatını hedefleyen, yaşamı ve menfaati öne çıkaran.
Bu yazıda kulllanığımız seküler kavramıyla bahsedilen zamana münhasır olarak özellikle şunları kastediyoruz. Bu hususlar kendine özel, kendi zamanı içinde değerlendirilirse yazı daha anlaşılır olacaktır: 1.Yöneticilerin kendileriyle halk arasına aracı koymamaları. Kim olursa olsun halktan herhangi birinin yöneticiye kolayca ulaşıp dert ve sorununu rahatça anlatabilmesi esastır. Bu sadette yöneticinin, nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin kendi ile halk arasına aracı kişiler koymaması. 2. Yöneticinin halktan farklı olarak konut, kıyafet, yeme, içme kısaca yaşam tarzı olarak halktan ayrı ve onlara rağmen üstün olarak bir hayat sürmemesi. 3. Halka ait olan toplum imkanlarını kendisi veya belirli bir zümre adına kullanmaması, aksine halka ait olanı halka yayması. 4. Her ne olursa olsun yöneticinin kesinlikle adil olması ve adaletten ayrılmaması. Kişiler gruplar zümreler arasında ayrım yapmaması. O günün şartlarında bütün bu uygulamaları sekülerlik olarak ifade ediyoruz.
Bilindiği üzere Hz. Muaviye, Hz. Ömer zamanında önce Ürdün’e sonrası yıl Şam’a vali olarak atanır. Bu andan itibaren Muaviye, hilafetine kadar ara vermeden 20 yıl Suriye bölgesinin valiliğini, yöneticiliğini yapar.
Hz. Ömer ‘Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa ben bundan sorumluyum’ bilincinde hakperest, kılıkırk yararcasına adil bir yöneticiydi. Bu bağlamda atadığı yöneticilerden de aynı şekilde davranmalarını isitiyor ve bekliyordu. Hak, hukuk ve adalete riayet etmeyen, kendini halktan üstün görüp bunu yaşamına yansıtıan bazı yöneticileri sert bir şekilde uyarmış, yanlışında ısrar eden bazılarını da azletmişti.
Putprestlik ortamnda hak ve adalete uyup gözetmek, her hususta, her konuda doğru ve dürüstlükten ayrılmamak, kendini halktan ayrı üstün görmemek özellikle adil olmak ‘lailahe illallah muhammedün resulullah’ demenin ayrılmaz gereklerindendi.
Hz. Ömer bunları imanın bir gereği olarak görüyor ona göre yaşıyor ve iman gereklerini toplumda uygulamaya çalışıyordu. Bunun için toplumun alışıla gelmiş öngördüğü değere rağmen bir kölenin bile hakkına riayet ediyor. Köleyle eşit süreli olarak toplumun öngörülerine rağmen bineğe biniyordu. Beytü’l-malı(toplum geliri) eşit ve adil bir şekilde topluma yayıyordu. Onun öncelikle çabası insanların imanını koruyabilmek, yanlış sapmalara girmelerini engellemekti. Putperestliği andıracak her şeye karşı hassastı. Adil olması, toplumda uygulamarıyla kimseyi öne çıkarmaması, toplum gelir ve imkanlarını halka dengeli olarak yayması, şahıs ve zümrelerin toplum aleyhine üstünlük ve ayrıcalık elde etmemesi, bütün bu hususlarda özellikle yöneticilerin kendisi gibi aynı hassasiyetleri gözetmelerini beklemesi imanın gereğinden dolayıydı. Bu hassasiyeten dolayı çok başarılı olan Halid Bin Velid’i bile ordu komutanlığından azletmişti.
Bütün bunların aksi, sekülerliğe giden her uygulama Hz. Ömer için imandan inhiraftı. Yukarıda kullandığımız manalarda o zamanda bir çok davranış ve uygulama sekülerliğe giden yoldu. O günün sekülerliği bir anlmda imandan inhiraftı. Halife Hz. Ömer bunun için mücadele verdi. Hz. Ebu Bekir gibi, Efendiler Efendisinden canlı olarak gördüğü gibi. Onlar topluma ait olanı yine topluma verip dengeli yaymışlardı. İmanı, tevhid esassını iş davranış ve uygulamalarında açık ve net ortaya koymuşları. Yaşamları boyunca bu gayrette olmuşlardı. Tevhid esasına aykırı bir uygulamada bulunmamışlardı. Bu esasa ters düşme ihtimali hassasiyeti ile yönetici olarak kendilerine ve yakınlarına küçükte olsa bir ayrımcılık, bir paye ve üstünlük tanımamışlardı.
Hz. Ömer, Şam’a geldiğinde bazı yöneticilerin sekülerliğe kaydığını gördüğünde onları sert şekilde uyarmıştı. Aynı şekilde Hz. Muaviye’yi uyarmış ve bu sekülerliğin sebebini sormuştu. Hz. Muaviye zeki olduğu gibi dilide iyi kullanan biri olduğu için yaptığı seküler uygulamalara halifeyi ikna edici manidar cevaplar vermişti. Aynı zamanda halifeye bağlılığını da sürekli ifade ediyor, ‘ne emrederse öyle davranacağını’ söylüyordu.
Her hususta çok hassas olan Hz. Ömer, Hz.Muaviye’nin ikna edici cevapları karşısında bir anlamda kararsız kalmıştı. Olayın anlatılığı rivayette mealen ‘yaptıklarına devam et de demem, yapmada demem’ diyerek Muaviye’nin öne sürdüğü ‘bölgesel şartlar’ gereği sekülerliğe kayışa bir süreliğine ses çıkarmayacaktı. Muhtemelen günümüzün bekle gör politikası gereği bir süre beklemeyi düşünmüştü. Hz. Muaviye’nin ‘bölgesel şartlar’ diye öne sürdüğü, buranın dünyanın en güçlü devleti Roma toprakları olması hasebiyle kendilerininde güçlü ve gösterişli olmaları gerekliliğiydi. Esasta bu bir bahaneydi. Kurduğu ordularla Roma topraklarında zafer kazanıp büyük ganimetler elde etmişti. Bu da onu zamanla güçlendirecekti. Hz. Hasan zamanına gelindiğinde yirmi yıldır uyguladığı makul ve seküler siyaset sonucu elde ettiği güç ve itibarla artık İslam dünyasının doğal halifesiydi.
Hz. Ömer, Hz. Muaviye’nin seküler uygulamalarına yol vermeseydi, İslam dünyası Muaviye ile yönetimde saltanata gider miydi? Veya saltanata gidiş bir süreliğine gecikir miydi bilinmez. Ancak Hz. Osman’ın sekülerlik konusunda Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kadar hassas olmadığı, seküler yaklaşımları eleştiren Ebu Zerr’i sürgün ettiği düşünüldüğünde o günkü İslam dünyasının hızla İslam öncesi Mekke yönetimi eğilimine doğru gittiğini söylemekte imkansız değil.
Hz. Ebu Bekirler Hz. Ömerler, Hz. Aliler hassasiyeti en az bir yüzyıl devam etseydi muhtemelen demokrasiyi dünyaya tanıtanlar müslümanlar olurdu. Bir ara gelen Ömer Bin Abdulaziz Ömerli günleri anımsatsa da bu kısa bir huzur devri olmuştu.
Bilindiği üzere ilk dört halife müslümanların kendi aralarında seçimiyle göreve gelmişti. Hz. Ömer kendinden sonraki halifenin seçimi için özel kriter ve esaslar getirmişti. Saltanata dönmeseydi Hz. Ömer benzeri bazılarıda farklı esaslar getirecek böylece zamanla günümüz manasında demoktatik uygulamaların esasları belirlenip yerleşecekti. Demokrasiyi de asırlar öncesinden dünyaya müslümanlar öğretmiş olacaktı.
Her olay, olgu ve durum kendi şartları içerinde kendine özeldir. Burada bahsettiğimiz sekülerlik ile günümüzde anlaşılan sekülerliği birbirinden ayırmak gerekir. Vurgu yaptığımız sekülerliği o günün şartları açısından bu yazıda yukarıa ifade ettik. Söyledimiğiz ifade, mana ve anlatılar günümüze göre değerlendirilip kastımızın dışına çıkılmasın. Yanlış yönlere, meramımız dışına çekilmesin. Bir yazarın en büyük endişesi anlaşılmamaktan daha da öte yanlış anlaşılmaktır.