Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Çanakkale Savaşının Resmi Olarak Hangi Tarihte Bitti
Türklerin geçmişi her zaman zorluklar içinde zafer kazanmalarıyla bilinir. Türkler hiç bir zaman kolay yoldan zafer kazanmış bir millet değildir. Bunun en güzel ve en doğru örneği Çanakkale savaşıdır.
Türkiye Cumhuriyeti en büyük destanını Çanakkale zaferiyle elde etmiştir. Düşmanların gözünü diktiği Çanakkale'de, Türk askerleri yokluklar ve zorluklar içerisinde en büyük zaferlerden birine kanlarıyla imzalarını attılar. En kanlı savaşın yapıldığı Çanakkale zaferiyle ilgili her Türk insanı bilgi sahibi olmalıdır. Geçmişimizin nasıl yazıldığını bilmeyen insanlar, gelecekleri olamaz.
Bu ülke öyle kolay yoldan kazanılmadı. Bu ülkenin her karış toprağında , atalarımızın kanları mevcuttur.
Kısaca Çanakkale Muharebeleri; 1914 – 1918 yılları arasında devam eden Birinci Dünya Savaşı içerisinde en önemli, en yoğun, en kanlı muharebelerin yaşandığı cephelerden biridir. Hep 1915 tarihli olarak bilinir, aslında 3 Kasım 1914 tarihinde Çanakkale Boğazının giriş bölgesinin bombardımanı ile fiilen başlamış ve 9 Ocak 1916 tarihine kadar devam etmiştir. Çanakkale cephesinde İtilaf devletlerinin birinci amacı Çanakkale boğazı geçmektir. 18 Mart 1915 gününe kadar Çanakkale boğazını geçebilmek amacı ile Deniz Muharebeleri yapılmış, Sadece donanma ile Çanakkale Boğazını geçmenin mümkün olmadığı görülünce Deniz ve Kara gücünden oluşan birlikler kullanılarak 25 Nisan 1915 sabahı Kara Muharebeleri başlatılmıştır. Seddülbahir ve Arıburnu cephelerinde devam eden muharebelerden istenilen başarılar elde edilemeyince Ağustos ayında 3. bir cephe olan Anafartalar cephesi açılarak devam edilmiştir. Her üç cephede bu muharebeler 9 Ocak 1916 günü son düşman askerinin yarımadadan ayrılmasına kadar toplam 260 gün devam etmiştir.
İtilaf Devletlerinin tüm imkânlarını kullanarak sürdürdükleri muharebelerde Ne donanmaları ile denizde, ne de Deniz – Kara ve Hava güçlerinin kullanarak Kara Muharebelerinde karşılarındaki Türk askerlerine karşı hiçbir başarı elde edememişlerdir. Bunun neticesinde yenilgilerinin kabul edip, yarımadayı boşaltarak terk etmek zorunda kalmışlardır. O kadar ki 1918’e kadar süren Birinci Dünya Savaşı içerisinde stratejik önemi çok fazla olan Çanakkale bölgesinde tekrar bir Deniz veya Kara muharebeleri yapılmamıştır.
Çanakkale cephesinde canını kanını ortaya koyarak Destan yazan tüm Şehitlerimizin, Gazilerimizin, Askerlerimizin ve bu cephede görev yapan tüm Komutanlarımızın anılmayı hak ettikleri en önemli günlerden biri de 9 Ocak günleridir.
Bu önemli mevzuda her senenin 9 Ocak günü maalesef memleketimizde ve Çanakkale ilimizde önemine binaen resmi törenler yapılmıyor. Son birkaç senedir Sadece birkaç sivil toplum kuruluş örgütleri tarafından Alçıtepe’de ufak bir tören yapılıyor. Fakat bu törenler resmi makamlarca desteklenmediği için sınırlı imkânlar dâhilinde, sınırlı kişilerin katıldığı mahalli bir tören niteliğini aşamıyor.
Çanakkale Muharebeleri, Osmanlı Devletinin son büyük savunma savaşı olan ve bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin atılmasına vesile olan en önemli muharebelerden biridir. Bu muharebelerin ilk safhası olan 18 Mart Deniz Zaferinin – özellikle son yıllarda artan büyük bir coşku ile- törenleri yapılmakta ve Şehitlerimiz anılmaktadır. Fakat asıl bu muharebelerin son noktası olan ve düşmanın geri çekilmeyip, yenilgisini kabul ederek yarımadayı tamamen boşalttığı gün olan 9 Ocak gününün de Çanakkale’de ve Çanakkale savaşının yaşandığı topraklarda şanına yakışır bir şekilde anılması gerekmektedir.
9 Ocak günlerinde Anma törenlerinin şimdiye kadar yapılmamasının yada yetersiz olmasının sebebini bu günün öneminin yeterince anlaşılamamış veya yanlış anlaşılmış olduğundan zannediyorum.
9 Ocak 1916 tarihinde son bulan Gelibolu Yarımadasından düşman birliklerinin tahliye hareketini anlamak için bu olayı önce Harp Tarihi olarak incelemek gerekir.
Harp içerisinde başlıca üç hareket vardır. Taarruz – Savunma – Geri çekilme.
Geri çekilme; harp içerisindeki bir taktiktir. Birlikler bulunulan mevziiden geri çekilir; zaman, mekân, güç, kuvvet vs. toplanır ve muharebeye devam edilir. Yani bir nevi geri çekilme muharebe içerisinde bir taktiktir ve neticesinde tekrar muharebeye devam etme vardır. Gerekli gücü toparladıktan sonra tekrar taarruz yapılır.
Tahliye ise; Boşaltma – demektir. Harp içerisinde artık yapılacak hiç bir şey kalmamışsa en son çare tahliyedir. Yenilgiyi kabul edip bir daha dönememek üzere gitmek demektir.
Gelibolu Yarımadasında 9 Ocak 1916 günü Seddülbahir (Güney) bölgesinde son bulan hareketi – tahliye – olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü İtilaf güçleri artık yapılacak hiçbir şey olmadığını anlamış daha fazla zayiata uğramadan yapılacak en akıllıca işin tahliye olduğuna karar vererek – yani yenilgiyi kabul ederek – tahliye faaliyetlerine başlamış 9 Ocak 1916 günü de bitirmiştir.
Mustafa Kemal “Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe adlı kitabında, “ 27 Kasım tarihinde düşmanın çekilmekte olduğu ve bu nokta-i nazardan cephede tetkikat ve keşfiyat icrası ve ateş baskınları yapılması hakkında ordu kumandanından emirler ve talimat verilmişti. Her fırka cephesi üzerinde bu nokta-i nazardan keşfiyata devam olundu. Fakat düşmanın cephede kesbi zaaf ettiğine dair bir kanaat hâsıl olmuyordu. Bu hususun aydınlatılması için her iki Kolordu (15. ve 16.) cephesinde birer taburdan ibaret bir kuvvetle (****) düşmanın muayyen iki noktasına ciddi bir keşif taarruzu yapılmasını uygun görülmüş ve buna muktezi tertibatı lâzıme dahi ikmal edilmiş idi ise de, Ordu kumandanı uygun görmediğinden neticesiz kalmış ve bin netice düşmanın hal ve vaziyeti hakkında fikirlerimiz aydınlanmadığı gibi, kanaatimizde düşmanın Anafartalar cephesinde kuvveyi kafiye bulundurmakta olduğu zemininden ibaret kalmıştı.”
Celal Erikan “Komutan Atatürk” adlı eserinde bu durumu şöyle yorumluyor; Düşmanın büyük bir çabayla uyguladığı çekilme hazırlığının meydana çıkarılması için ışıtma, denizde karakol gemileri gezdirme olanağından ve üstün bir hava keşfinden yoksun Türkler için zorlu keşifler yapılması tek yoldu. Mustafa kemal’in bu isteğine verilen karşılık “Harcanacak kuvvetimiz, hatta tek bir erimiz yoktur!” oldu. Sanki Mustafa Kemal önemsiz bir iş için kuvvet kullanmak istiyordu. Düşmanın çekilip gitmesine seyirci kalmak aymazlığına düşen zihniyet önce onu, sonra burnu kanamadan düşmanı elinden kaçırdı.
Atatürk’ün Yaveri Cevat ABBAS; “Anafartalar’dan düşmanın çekileceğini yalnız Mustafa Kemal, kendine has o büyük hassasiyetiyle duymuştu. Bu duygusunu geçen birkaç gün içinde daha ileri götürerek düşmanın çekilmeye başladığına hükmetmiş ve bu hükmünü fiilen tahakkuk ettirmek istemişti. Ordu Kumandanı Müşir Von Sanders yalnız bu hüküm ve karara itiraz etmiyordu. Başkumandanlık vekâleti ile Mustafa Kemal, her türlü hareketten men ediyordu. Hâlbuki kimsenin görmediğini Mustafa Kemal görmüş, kimsenin hissedemediğini hissetmişti. Mustafa kemal’in tasvir ve takrir ettiği ve üzerinde ısrarla durduğu; keşif taarruzunun muvaffak olacağı mutlak görülmüş ve anlaşılmıştı. Bu aydınlanan yeni büyük muvaffakiyetin gerçekleşmesini karanlıklara gömmek azmiyle ona engel olmuşlardı. Mustafa Kemal’in taarruzuna “israf edecek kuvvetimiz, hatta bir tek neferimiz yoktur” cevabı ile vatani ve milli endişeler yaratılıyordu.”
Mustafa Kemal Atatürk, bu durumu daha sonra yaveri Salih Bozok’a şöyle anlatmıştır. “Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim. Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı canım sıkıldı. Çok da yorgun olduğum için izin alarak İstanbul’a geldim. Eğer ben orada iken düşman çekilmiş olsaydı her halde daha çok canım sıkılacaktı.”