Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Yüksek öğretmen okullarının başlangıcı 130 yıl öncesine dayanıyor. Tanzimat döneminde batılılaşma hareketi olarak açılan yüksek öğretmen okulları, eğitimin ne kadar önemli olduğunu ve bir ülkede değişecek ve gelişecek şeyin eğitimle sağlanabileceğinden dolayı, 130 yıl gibi çok uzun bir zaman önce yüksek öğretmen okulları inşa edilmiştir. Eğitime değer veren, eğitime önem veren ülkeler her zaman 1-0 önde olurlar diğer ülkelerden. Bunun tarihte ve günümüzde örnekler vererek gösterebiliriz.
Osmanlı devleti zamanında Tanzimat döneminde bir çok alanda değişiklikler ve yenilikler oluşturulmuş, bunlardan biride yüksek öğretmen okulları açmak olmuştur
1839’da Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi en çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü çeşitli alanlarda düşünülen köklü değişimle Türk toplumuna getirilecek yeni dünya görüşü ancak eğitim yoluyla sağlanabilirdi. Ancak dinsel kaynaklardan beslenen mevcut sistem bu işi gerçekleştirmekten çok uzaktı. Bu bakımdan eğitime; araştırıcı ve akılcı bir anlayışın kazandırılması, açılacak ve çağdaş eğitim yapacak batı modeli okullara, bu anlayışta öğretmen yetiştirilmesi gerekiyordu. 16 Mart 1848’de açılan Dârülmuallimîn bu amaçla kuruldu.
Dârülmuallimîn zaman içinde geliştirilerek, bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren kısımları da içine alan “Dârülmuallimîn-i Âliye” adlı kuruma dönüşmüş, 1891 yılında bu kurumun içinde yer alan ‘Âli’ kısmı bugünkü lise düzeyindeki okullar olan idâdilere öğretmen yetiştiren bir yüksek okul haline getirilmiştir. Yüksek Öğretmen Okullarının asıl çekirdeği olan bu kurum, Cumhuriyete kadar sık sık yapı değiştirmiş ve 1915 yılında şekillenen yapısıyla Cumhuriyete devrolmuştur.
Cumhuriyet Dönemi: Darülmuallimîn-i Âli, Yüksek Muallim Mektebine Dönüşüyor
Cumhuriyetten önceki yapısı ile devralınan Dârülmuallimin-i Âliye’nin durumu, Cumhuriyet henüz kurulmadan, 15 Temmuz 1923 tarihinde toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) toplantısında ele alınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bu çalışmalarla, “Yüksek Muallim Mektebi” adını alan okul, “Ecole Normale Superieure” adlı Fransız Yüksek Öğretmen Okulu’nu kendine model olarak almıştır.
16 Ağustos 1934 tarihinde, Yüksek Muallim Mektebi’nin, Cumhuriyet dönemindeki yapılanması başlangıç düşünülerek onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanmıştır. Bu tarihte okulun adındaki Arapça kökenli sözcükler değiştirilerek artık okul; Yüksek Öğretmen Okulu olarak isimlendirilmiştir. Ancak okul, bir kaç on yıl daha, eski adıyla anılmaya devam edilmiştir.
1930 ve 1940’lı Yıllar
Yüksek Öğretmen Okulu 1930’lu yılların ortalarında, okulun hedefi olan Fransız Yüksek Öğretmen Okulu niteliğindeki yapıya çok yaklaşmıştır. 1930 ve 40’lı yıllarda, tıp fakülteleri dahil, üniversitelerin pek çok bölümüne sınavsız öğrenci alınırken, Yüksek Öğretmen Okulu, sınavla öğrenci alan bir-kaç okuldan biri durumundadır. Dahası, okulun bu niteliği nedeniyle, o yıllarda liselerin başarısının, Yüksek Öğretmen Okuluna sokabildikleri öğrenci sayısı ile ölçüldüğü eğitimciler tarafından hep dile getirilmiştir. Okulun bu başarısında şüphesiz öğretim kadrosunun etkisi büyük olmuştur. Lisans derslerini İstanbul Üniversitesinde gören öğrenciler, akşamları dönemin en seçkin eğitimcilerinden meslekleriyle ilgili ek dersler almışlardır. Prof.Z. Fahri Fındıkoğlu, Sadrettin Celal Antel, Prof.Cemil Bilsel, Prof.Mazhar Osman, Prof.Besim Darkot bu kadroda yer alanlardan ilk akla gelen isimlerdendir.
Yüksek Öğretmen Okulu, bir bakıma altın dönemini yaşadığı bu yıllarda, Türk Millî Eğitimine daha ileriki yılarda yön verecek mezunlar vermiştir. Arif Akçabay, Mesut Talaslıoğlu, Kamil Günel, Selman Erdem, Hasan Erk, Behçet Necatigil, Orhan Dengiz, Nuri Kodamanoğlu, Selman Erdem ve Turan Birinci bunlar arasında yer alır.
Giderek gelişen ve yıldızı parlayan Yüksek Öğretmen Okulu, 1946 yılında kötü bir gelişme ile yüz yüze gelir. 12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan üniversiteler yasası, öğretim üyelerinin dışarıda görev almasını yasaklamıştır. Bu gelişme, Yüksek Öğretmen Okulu için bir dönem noktası olmuştur. Çünkü, bu yasa ile, okulda eğitimin niteliğinin artmasında önemli rolü bulunan müzakereci akademik kadronun okulla ilişkisi kesilmiştir. Okul, bu gelişmenin ardından bir öğrenci yurduna dönüşme sürecine girmiştir. Gelişen olumsuzluklar, 1949-1950 yılı başında okulun kapatılmasına kadar uzanır. Okul, 2 yıl sonra, 1 Mart 1951’de, tarihi ve görkemli bir mekan olan Çapa’daki binada eğitime yeniden başlar.
Yüksek Öğretmen Okulu, kapalı kaldığı iki yıl içinde, önemli ölçüde prestij kaybetmiştir. 1940’lı yıllarda lise mezunlarının, öğrencisi olmaya can attığı okul 1950’li yıllarda eski çekiciliğini yitirmiş, her yıl verebildiği 3-5 mezunla öğretmen ihtiyacını gidermede yetersiz bir duruma gelmiştir(Tablo 1).
Tablo 1 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun 50’li yıllardaki mezun sayısı
Yıl Mezun Sayısı
1950-1951
0
1951-1952 4
1952-1953 0
1953-1954 3
1954-1955 7
1955-1956 4
1956-1957 5
1957-1958 7
1959 -1960 24
Lise Öğretmeni yetiştiren tek kaynak durumundaki Yüksek Öğretmen Okulu’nun verdiği mezun sayısındaki gerilemenin tersine, 1950’li yıllarda, sanayileşmenin hız kazanmasıyla köyden kente göçün başlaması nedeniyle lise ve lise öğrenci sayısında önemli bir artış başlar. Öteyandan, Türkiye’de bu yıllarda mühendislik dallarının gözde meslek olmaya başlaması Yüksek Öğretmen Okulunun çekiciliğini olumsuz etkilemiş, sonuçta okul nitelikli öğrenci bulmada eski gücünü yakalayamamıştır.
Bu gelişme, dönemin eğitimcilerini, lise öğretmeni yetiştirmede yeni bir öğrenci kaynağı aramaya yöneltir.
1950’li ve 60’lı yıllarda İlköğretmen Okulları
1950’li yılların ortalarında ülke genelinde 42 öğretmen okulu bulunmaktadır. 1950’li yılların sonlarında bu sayı 52’ye yükselmiştir. Bu okulların 21’i Köy Enstitülerinin devamı niteliğinde olup eğitim süresi 6 yıldır Bu okullar, Köy Enstitülerinin kuruluş amaçlarının da bir gereği olarak tüm ülkeye neredeyse eşit aralıklarla serpiştirilmiş bir şekilde kurulmuştur. Bundan amaç, tüm ülkenin köy çocuklarına okumada fırsat eşitliği sağlamak, bu okulların ışığından ülkenin tüm köylerini aydınlatmaktır.
Köy Enstitüleri henüz yeni kapatılmıştır. Bu yüzden onların yerlerinde eğitimi sürdüren altı yıllık ilköğretmen okullarındaki eğitim geleneği Köy Enstitüsü ortamına çok yakındır. Öğrenciler, üretimde doğrudan yer almamakla birlikte, yaz döneminde bir ay süreli yaz kursları uygulamalarında, bölgenin özelliğine göre, duvar örme, arıcılık, meyvecilik, kavakçılık gibi çalışmalar içinde bulunurlar, bu çalışmalar yıl içindeki tarım derslerinde de sürdürülürdü. Ayrıca tüm öğrenciler, kendi sınıflarının temizliğini kendileri yapar, yemekhane ve çamaşırhane gibi birimlerde nöbet tutarak bu hizmetlere katkıda bulunurlardı. Onlar da tıpkı Köy Enstitülü ağabeyleri gibi birer müzik aracı çalar, sık sık yapılan eğlence gecelerinde Enstitüden kalma türkülerle halay çekerlerdi.
1958-1959 döneminde 52 ilköğretmen okulunda, %75’i köy çocuğu olmak üzere 19 835 öğrenci bulunmaktaydı.
Bu tarihlerde ilköğretmen okulları, askeri okullar gibi parasız yatılılık imkânları en geniş olan eğitim kurumları durumundaydı. Bunun sonucu olarak öğretmenlik mesleği Cumhuriyet döneminden 1960’lı yılların sonlarına kadar özellikle köy çocuklarının okuması için tek seçenektir. Gerçekte onlar başka meslekleri de çok iyi tanımamaktadırlar. Dolayısıyla her köy çocuğunun gönlünde öğretmenlik büyük bir ideal olarak yaşamaktadır. Ancak bu ideale erişilmesi o kadar kolay değildir. Çünkü her ilçe bünyesindeki köylerden ancak bir iki kişi bu okullara girebilmekteydi.
Cumhuriyetle çatışan hiçbir ideoloji ve tarikat gölgesine yer verilmeyen bir yatılı okul ortamında verilen eğitimle, Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin erdemleri işlenir, yurtseverlik duygusu aşılanırdı. Özellikle Köy Enstitülerinin devamı niteliğindeki 6 yıllık ilköğretmen okullarında öğrenciler okullarının şehirden uzak oluşu nedeniyle 6 yıl boyunca ve yılın 10 ayında, tüm zamanlarını öğrencilerine ayıran seçkin öğretmenlerinin denetiminde eğitim görürlerdi.
52 öğretmen okulunda eğitim gören; üstün meslek motivasyonu kazandırılmış, yetenekli daha da önemlisi öğretmenlik mesleğinin erdemleri küçük yaşlarda kavratılmış büyük, heyecanlı bu gür kaynak Yüksek Öğretmen Okullarına yeni bir öğrenci kaynağı olabilirler miydi?
Yeni Modelin Doğuşu: Köy Çocuklarına Üniversite Kapıları Açılıyor
İlköğretmen okulu öğrencilerinin Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilebilmeleri, dolayısıyla üniversiteye girebilmeleri için önemli bir engel bulunmaktaydı. O dönemde ilköğretmen okulu öğrencileri lise mezunu sayılmadıkları için üniversite sınavlarına girememekteydi. O halde bu kaynaktan nasıl yararlanılacaktı? Önce lisenin bitirilmesi ve olgunluk sınavının verilmesi gerekiyordu. Bu sorun nasıl çözümlenecekti? Tüm bu olumsuzluklara rağmen, lise öğretmeni yetiştirmede bu dinamik kaynak göz ardı edilemezdi
1950’li yılların ortalarında, Millî Eğitim Bakanlığının üst kademelerinde bu kaynağı çok iyi bilen eğitimciler bulunmaktaydı.Bu kaynaktan mutlaka yararlanılacaktı. Objektif ve belirleyici sınavlarla ilköğretmen okullarında eğitim gören ve üstün bir meslek motivasyonu kazandırılmış olan bu çocuklar, Yüksek Öğretmen Okullarına yönlendirilebilirlerdi.
Model Kimler Tarafından ve Nasıl Gündeme Getirildi?
Peki bu modeli ilk kez kim düşünmüştü? İlgililere kim önermişti? Modelin sahibi kimdi?
Modelin sahibi, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu 1945 yılında bitiren, 1950’li yılların ortalarından itibaren Millî Eğitim Bakanlığı’nda Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi olarak görev alan Nuri Kodamanoğlu adlı genç bir eğitimciydi. 1960-1964 yılları arasında iki kez Millî Eğitim Bakanlığı müsteşarı olan ve 1965’te İsmet Paşa’nın teklifi ile kontenjan milletvekili olarak meclise giren Nuri Kodamanoğlu bu modeli, dönemin siyasi iktidarına nasıl benimsetmişti? Bu tarihi gelişmeyi o şöyle özetliyor:
“Kasım 1951’de Bakanlığın erkânı arasına şube müdürü olarak girdim. 1956’da Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi oldum. Yüksek Öğretmenli olan iki arkadaşa modeli anlattım. Bunlar, Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin Özel Kalem Müdürü Cahit Okurer ve sonradan Müsteşar da olan Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi Hikmet İlaydın’dı.
Cahit Okurer siyasi eğilimi ve pozisyonu nedeniyle Bakana yakındı ve benim teklifimin Demokrat Parti için değerini hemen kavradı. 1956 sonu veya 1957 başında, Cahit Bey’den ayrı olarak bu konuyu Bakan Tevfik İleri’ye açtım. O zamanki Müsteşar Osman Faruk Verimer Yüksek Öğretmenli değildi ancak bize yandaş oldu. DP’nin Köy Enstitülerine bir alerjileri vardı – ki bu onlar için bir ayıptır- ancak yine de Bakan olayı benimsedi. Ben Bakan’a; “Efendim, Köy Enstitüleri yoluyla köy çocukları orta öğretime kavuşturulmuşlar ve eğitimin kalkındırılmasına dahil edilmişlerdir. Siz de bu proje ile köy çocuklarını üniversiteye dahil edeceksiniz ve siz de Millî Eğitimde hayırla yad edileceksiniz” diyerek sayın Bakanı ikna etmeye çalıştım.”
Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Açılıyor
Bakan Tevfik İleri, kendisine açıklanan bu modelden etkilenir. Onun etkilenmesinde Müsteşarı Osman Faruk Verimer’in ve Özel kalem Müdürü Cahit Okurer’in katkısı büyüktür. Bakanın çabaları ile, köylüye yakınlığı temel politika olarak gördüğünü her fırsatta ifade eden hükümet de projeyi benimser. Kusurlu idiyse düzeltmek varken, Köy Enstitülerini kapatarak, köylünün eğitiminde bir çığır açan bu kurumlara gönül verenleri ve köy çocuklarını gücendiren hükümet, bunu telâfi edercesine 1959 yılında yeni projeyi yürürlüğe koymayı kararlaştırır. 3-7-1959 tarih ve 209 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okulu fiilen açılır.
Bu gelişmelere paralel olarak bir taraftan da okul yönetimi oluşmaya başlar. Henüz bir mekanı bile bulunmayan okulun kurucu müdürlüğüne, eski bir Yüksek Öğretmenli olan Hasan Erk atanır.
Kurucu yöneticiler belirlenip işe koyulurken Millî Eğitim Bakanlığı tarafından aday öğrencilere ulaşılmaya çalışılır. Valiliklere gönderilen 4562 sayılı genelge ile, üç ve altı yıllık İlköğretmen Okullarını 1959 Haziranında bitirenlerden, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na aday olarak adları gönderilenlere tebligat yapılır. Ekmeğini kazanmış, köy okullarına atanma beklerken kendilerine üniversitede okuma fırsatı verilen gençler bu gelişmeyi büyük bir coşku ile karşılar.
76 genç, bu coşku içinde Bakanlığın çektiği telgraflarla, açılacak hazırlık kursuna katılmak üzere Başkente gelirler. Köy okullarına atama beklerken kendilerini bambaşka bir geleceğin içinde bulan bu başarılı gençler, mutlu olmakla birlikte kaygılıdırlar da... Kendilerine gönderilen yazı, geleceklerine bambaşka bir ufuk açmıştır. Ancak köylere öğretmen olarak atanmak yerine 4 yıllık çetin bir üniversite eğitiminden geçerek lise öğretmeni olmayı istemek kolay bir tercih değildir. Onlar, mesleğini ellerine almışken 4 yıl gibi uzun bir süreyi düşünmektedirler. İçlerinde nişanlı olanlar, alacağı maaşla ailesine bakmak zorunda olanlar da bulunmaktadırlar. Bu modelin, kendilerini geleceğin seçkin öğretmenleri, Profesörleri, Dekanları ve Rektörleri yapacağını da hiç beklememektedirler.
Kurs süresi olarak 10 Ağustos 1959 ile 5 Ekim 1959 tarihleri arası belirlenir. Açılış töreni, eğitimin yapılacağı Atatürk Lisesi bahçesinde yapılır. Tören, 12 Ağustos 1959 günü saat 15.00’te başlar. Törene, Millî Eğitim Bakanlığını vekâleten yürütmekte olan Tevfik İleri, Millî Eğitimin üst kademe yöneticileri ve ilköğretmen okulu müdürleri katılır.
Bakan Tevfik İleri, törende yaptığı uzun konuşmasının bir bölümünde, “vatandaş bizden aynı zamanda essah öğretmen istiyor” diyerek modeli savunur ve modelin başarılı olacağını şu sözleriyle ifade eder: “Gün gelecek, bugün Fen Fakültesi, Edebiyat Fakültesi talebe bulamazken ve bulduğu talebelerden zaman zaman şikayet ederken, bizim yakamıza yapışacak, “bana o muallim mektebi mezunlarından, seçtiğin çocuklardan, daha çok gönder” diyecek. Çünkü bu çocuklar üniversitemizin her zaman sevilen, aranılan, beğenilen, muvaffak çocukları olacak.”
Böylece 17 Nisan 1940 yılında açılan Köy Enstitüleri ile eğitim alanında bir kapı aralanan köy çocuklarına, eğitimde zirveye ulaşmak için yeni bir kapı açılmış, yeni bir şans daha doğmuştur.
Tarihin cilvesi, köy çocuklarına üniversitenin kapısını aralayan bu köprünün kurulma kararının altındaki imza ile, Köy Enstitülerinin kapatılma kararı altındaki imza aynı kişiye, dönemim Millî Eğitim Bakanlığı görevini yürüten Tevfik İleri’ye aittir. Bazıları bunu şaşırtıcı olarak görürler. Ama şaşırtıcı da olsa bu bir gerçektir. Yüksek Öğretmen gerçeğinin doğuşudur.
Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun İlk Yılı
Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna ilk öğrencilerin seçilme biçimi, zamandan kazanılmak için düşünülen geçici bir çözümdür ve modelin ilk adımıdır. Öğrenciler nitelikli de olsa, üç aylık bir kursla lise olgunluk sınavlarına hazırlanmalarında güçlükler olmuştu. Bu ders yılında asıl modelin uygulanmasına başlanacaktır. Model gereği, ilköğretmen Okulunun mezun öğrencileri yerine son sınıfa geçen başarılı öğrencilerin aday olarak seçilmesi ve seçilen adayların Yüksek Öğretmen Okulu bünyesinde açılacak bir yıllık hazırlık sınıfı eğitimi ile lise fen kolu bitirme sınavlarına hazırlanması esas alınır. Bu çok daha akılcı bir yoldu ve modelin özünü oluşturuyordu. Bu doğrultuda 1959-1960 yılında ilköğretmen okullarının son sınıfına geçen başarılı öğrenciler arasından seçim yapılır. Bu seçimde, model gereği, İlköğretmen okullarının öğretmen kurulları, haziran ayının ilk yarısında son sınıfa geçen; zekâ, yetenek, bilgi, çalışkanlık ve kişilik bakımından üstün nitelikli, güvenilir, disiplin cezası almamış öğrenciler arasından Bakanlıkça belirlenen kontenjana göre uygun sayıda öğrenciyi belirler ve bunların listesi Bakanlığın ilgili birimine gönderilir. Yüksek Öğretmen Okulu da gönderilen listelerdeki adaylardan bir eleme daha yapar, her ilköğretmen okulunun ilk üçe girme başarısı gösterenini, hazırlık sınıfına kabul eder.
1959-1960 Eğitim öğretim dönemi başında Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nda yoğun bir çalışma vardır. Yüksek Öğretmen Okulu’nun henüz bağımsız bir mekanı bulunmamaktadır. Geçici mekân olarak kullanılan Atatürk Lisesinde hazırlıklara başlanır. Modelin odak noktasında yer alan kurucu müdür Hasan Erk, bir yığın sorunu aşarak Yüksek öğretmenlilere iyi bir eğitim ortamı hazırlar.
Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinin Fakültelerdeki başarıları kısa zamanda kendini gösterir. Çoğu köy kökenli bu cin gibi çocuklar, öğretim üyelerini şaşırtacak sonuçlar almaya başlarlar.
Model tutmuştur. Köylerden, kasabalardan seçilen zeki, yetenekli, kavrayışlı, sorgulayan, irdeleyen, eleştiren, birey-toplum çıkarlarında önceliği daima topluma verecek şekilde yetiştirilmiş idealist topluluk bu yeni modelle üniversite ortamına dahil edilmişlerdir. İşte bu Yüksek Öğretmen gerçeğidir!
Amerikalı Eğitim Danışmanlarının İlginç Tutumları!
Yeni model ile ilgili bunca olumlu gelişmeye rağmen durumdan hoşnut olmayan birileri de bulunmaktadır. Bunlar, Amerikalı eğitim danışmanlarıdır. Danışmanlar, yeni modelle başarılı köy çocuklarının Yüksek Öğretmen Okulları kanalı ile lise öğretmeni yapılmasından her nedense pek mutlu olmazlar.
Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na bina yapılması için 1960 yılında 28 milyon lira yardım yapmayı kararlaştıran Amerika’nın Eğitim Müşavirleri tarafından Bakanlığa muhtıra gibi bir yazı verilir. Bu yazıda özetle şu can alıcı cümleler yer alır: “Ankara’da açılmış bulunan Yüksek Öğretmen Okulu, şimdiye kadar öğretmen yetiştirmede yetersiz kalmış bulunan İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun tamamen bir benzerini açmaktan ibaret kalmıştır. Yüksek Öğretmen Okulu bu statüde devam ettiği takdirde, biz Amerikalılar olarak bütün yardımları keseceğimizi üzülerek bildiririz. Ancak bu yoldan dönüldüğü takdirde, yardımların kesilmesi gibi bir tehlike asla melhuz değildir.”
Dönemin Millî Eğitim Bakanı Hilmi İncesulu, bu yazıya şu yanıtı verir: “Ben bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Bakanıyım. Görevlerimin ne olduğu, neyi yapmam gerektiği hakkında başkalarından emir alacak değilim. Bu memleket, bir Yüksek Öğretmen Okulu binası yapmaktan aciz değildir. Biz İstiklâl Savaşlarından çıktıktan sonra bile neler yaptırdık. Bunu da yaptırırız. Amerikalılar yardımlarını kessin” Bu kararlı tutum, danışmanları susturmaya yeter ve model gelişmesini sürdürür.
Bakan Genel Müdüre Soruyor: “Biz Bu Okulları Öğretmen Yetiştirmek İçin mi? Yoksa Üniversitelere Asistan Yetiştirmek İçin mi Açtık?”
Okul ilk mezunlarını 1962-1963 yılında verir. Mezun olan 49 kişinin yarıya yakını üniversitede asistan olarak kalır. Okulun bu başarısı ikinci-üçüncü yılda da sürer. Mezunlar, üniversite yetkililerinin gözdeleri, Yüksek Öğretmen Okulu, üniversitelerin akademisyen fidanlığı olmaya başlar. Bu dönemi, hem okulun Felsefe Öğretmeni hem de Öğretmen Okulları Genel Müdürü olan Selman Erdem’in tespit ve gözlemlerinden öğrenelim:
“Karşımızda yetenekli, zeki, kavrayışlı, sorgulayan, irdeleyen, eleştiren ve okuyan bir öğrenci topluluğu vardı. Hemen tümü, birey - toplum çıkarlarında önceliği topluma vermeye hazır bir yapıdaydı. Yetenek ve başarıları övgüye değerdi. Bir değerlendirme toplantısında Ankara Fen Fakültesi öğretim üyelerinden Prof .Dr. Esat Egesoy şöyle demişti: “Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri Ankara Fen Fakültesi’nin eğitim düzeyini yükseltmekle kalmadılar, öğretim üyelerini daha çok ve sistemli çalışmaya da yönelttiler”.
Yüksek Öğretmen Okulları, yalnızca liselerin değil, fen ve edebiyat fakültelerinin öğretim üyesi ihtiyacını karşılayan gür bir kaynak da oldular. Şu örnekte bu gerçek açıkça görülmektedir: Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ilk mezunlarını vermeye başlamıştı. Üniversitelerden gelen listelerde 30’u aşkın mezunumuzun kendi fakültelerinde görevlendirilmeleri için Bakanlık’tan izin isteniyordu. O yıllarda Öğretmen Okulları Genel Müdürü idim. İlgili arkadaşlarla sorunu enine boyuna irdeledik ve isteğe olumlu yanıt verilmesini gerektiren gerekçeleri saptadık. Müsteşar Nuri Kodamanoğlu’nu bilgilendirdikten sonra listeyi onaylaması için Bakan İbrahim Öktem’e sundum. İbrahim Öktem ileri görüşlü bir kişiydi. Listeyi inceledikten sonra başını kaldırdı ve bana: “Selman, biz bu okulları liselere öğretmen yetiştirmek için mi yoksa üniversitelerin asistan ihtiyacını gidermek için mi açtık?” diye sordu. Ama sonuç olumluydu. Gerekçelerimiz gerçekçi bulunmuş, Yüksek Öğretmen Okullarının geleceği için bir güvence oluşturacak liste onaylanmıştı”.
Selman Erdem’in katkılarıyla sağlanan bu gelişme, daha 1960’lı yıllarda bile sonucunu göstermeye başlayacak, Yüksek Öğretmenliler birer birer Üniversitelerin Fen ve Edebiyat Fakültelerinin akademisyenleri olmak üzere asistan olarak kürsülerde yerlerini alacaklardır. Birkaç on yıl sonra ise onlar Üniversitelerin profesörleri, dekanları ve hatta rektörleri olacaklardır
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Kaynağını Değiştiriyor
Ankara Yüksek Öğretmen Okulundaki başarılı uygulama, 116 yılı aşan bir geçmişi olan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu da yeni öğrenci kaynağına yöneltir. Okul, ilk kez 1964- 65 öğretim yılında yeni modelle öğrenci almaya başlar. Aynı yıl İzmir Yüksek Öğretmen Okulunun da açılmasıyla Yüksek Öğretmen Okulları sayısı üçe çıkar.
Modelde Bozulma Başlıyor!
1960’lı yılların ortalarına doğru modelde bozulma işaretleri görülmeye başlar. Bunlardan birisi nicelikle ilgilidir. Yüksek Öğretmen Okullarının sayılarının üçe çıkması öğrenci kontenjanlarının arttırılmasını beraberinde getirir. 1959 yılında 52 öğretmen okulundan sadece 70, ikinci yıl 80 öğrenci seçilirken 1964 yılında, Yüksek Öğretmen Okullarına toplam 400 öğrenci seçilir. Bu ölçüsüz artış, öğrenci niteliğinde ve öğrenci seçmede gösterilen özende bir gevşemeye yol açar.
Yeni modelin bir bakıma zirveyi yakaladığı 1965 yılında, Ankara’da ilginç gelişmeler olur. Yüksek Öğretmen Okullarındaki öğrencilerin hiç dikkatini çekmeyecek olan bu gelişmeler aslında bu okullarda her şeyin tersine gitmesinde etkili olacaktır. Bu gelişme, 1965 yılı seçimlerinin ardından gelen hükümet değişikliğidir. Bakan İbrahim Öktem görevini, 20 Şubat 1965 günü yeni hükümetin Millî Eğitim Bakanlığına getirilen Cihat Bilgehan’a devreder. Bu değişiklikle, Yüksek Öğretmen Okullarını zirveye çıkaran kurmaylar görevlerinden ayrılırlar.
Millî Eğitimdeki kadro değişikliği ile Yüksek Öğretmen Okulları artık yeni bir yol ayrımına gelmiştir. Bu kurumlar kendi mensubu olan kurmayların Millî Eğitimden ayrılmasının yol açtığı bedeli, bu gelişmenin üzerinden henüz 5 yıl geçmeden çok acı bir biçimde ödeyeceklerdir.
Siyaset Okullara Girmeye Başlıyor.
1960’lı yılların ortalarında, nicelik sorununun yol açtığı sorunlara ek olarak okullara siyasi ortamın girmesi ile Yüksek Öğretmen Okulları bir bakıma bozulmanın işaretlerini daha da belirgin bir şekilde vermeye başlar. Esasen bu okullardaki eğitim ortamının politize olmaya başlaması, 1965 yılındaki iktidar değişikliği ile neredeyse eş zamanlı gibidir.
1968 olayları Yüksek Öğretmen Okullarını çok etkiler. Her üç okulda tartışma ile başlayan gerginlikler zamanla kavgalara dönüşür. Yatılı olan okulda artık iki grubun aynı mekânları paylaşması imkansız hâle gelir. Bu olumsuz gidiş, fakültelerdeki başarıyı ters yüz etmeye başlar. Üniversite Öğretim Üyeleri artık Yüksek Öğretmenlileri başarıları ile değil, kavgacı kişilikleri ile anmaya başlarlar.
... Ve Kapanış
24 Haziran 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu, öğretmen yetiştirmede çok köklü değişiklikler getirecek maddeler içermektedir. Bu kanun, ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması ve her seviyede öğretmenin yetiştirilmesinde yüksek öğrenim şartı gibi yenilikler getirmiştir. İlk anda köy çocuklarının lehine gibi görülen bu gelişme, ilerleyen yıllarda beklenenin tam tersi sonuçlar verecektir. Çok yakın bir gelecekte, onların evdeki bulgurdan da olmalarına yol açacaktır.
Kanunun yol açtığı önemli bir gelişme de Yüksek Öğretmen Okullarının durumu ile ilgilidir. Çünkü ilköğretmen okullarının öğretmen liselerine dönüştürülmesi ile Yüksek Öğretmen Okullarının kaynağı da kurutulmuş olmaktadır. Artık hazırlık sınıfı da işlerliğini yitirmiştir. Dahası bu durum, birkaç yıl sonra bu okulların kapatılmasına gerekçe olarak gösterilecektir.
Beklenen gelişme gereği, Millî Eğitim Bakanlığı, 1974-1975 öğretim yılından başlayarak hazırlık sınıfı uygulamasına son verir. Bu gelişme üzerine, 1975-1976 yılından itibaren Yüksek Öğretmen Okulları, üniversite sınavını kazanan lise mezunları arasından sınavla öğrenci almaya başlar. Öğretmenlik mesleğinin çekiciliğinin 1960’lı yıllardan çok gerilerde olması, üniversiteye giren öğrencilerin mesleğe son tercihlerde yer vermeye başlaması ve öğretmen liselerinde öğretmenlik motivasyonunun yerini başka mesleklere bırakması nedeniyle Yüksek Öğretmen Okulları için artık nitelikli öğrenci bulmak zorlaşmıştır.
Önce siyaset bulaştırılan, sonra kaynağı kurutulan Yüksek Öğretmen Okulları nihayet beklenen sona gelmiştir. Mili Eğitim Bakanlığı, 3 kişilik müfettişler kurulunun, 31 Mayıs 1978 tarihli ve 85.22.11 sayılı raporundaki talebe uyarak, 18 Temmuz 1978 tarih ve 405.1.37 sayılı kararı ile Yüksek Öğretmen Okullarını kapatır. Kapatılma gerekçeleri gerçekçi değildir. Siyesin girdiği okullar sanki sadece Yüksek Öğretmen Okullarıymış gibi, bu bedel bu kurumlara ödetilir.
Yüksek Öğretmen Okullarının kapanışı yalnız bu kurumların sonu değildir . Bu karar, ülkemize nitelikli lise öğretmeni yetiştirilmesinde, 1959 yılında keşfedilen kaynağın Türk Millî Eğitimine kazandırılmasına da son verir.
Yüksek Öğretmen Okullarının kapanışı yalnız bu kurumların sonu değildir
• Bu karar, 130 yıllık görkemli bir geçmişi olan tarihi kurumun sonudur.
• Bu karar köy çocuklarının Yüksek Öğretmen Okulları ile ilişkilendirilerek üniversite anfilerinde boy göstermesine son verir.
• Bu kararla ülkeye essah öğretmenlerin yetiştirilmesi fırsatı kaybolur.
• Bu karar, ülkemize nitelikli lise öğretmeni yetiştirilmesinde, 1959 yılında keşfedilen kaynağın başka merkezlere yönelmesine de fırsat yaratır.
Yüksek Öğretmen Okulları Neden Başarılıydı ve Ülkeye Ne Kazandırdı?
Öğretmen yetiştiren bir kurum olarak Yüksek Öğretmen Okullarının başarı nedenleri irdelendiğinde şu üç noktanın belirleyici olduğu görülür:
1. Okullara, eleye eleye en nitelikli öğrencilerin seçilmesi,
2. Öğrencilere öğretmenlik ruhunun kazandırılması için yatılı okul ortamında eğitim süresi boyunca kesintisiz bir pedagojik formasyon eğitiminin verilmesi,
3. Lisans eğitiminin, bir bilim yuvası olan üniversitede yapılması.
Yüksek Öğretmen Okulları hizmet verdiği dönemlerde ülkeye saygın eğitimciler yetiştirmiştir. Ulaşılan belgelere göre mezunların sayısı 6.177 dir. Bunların 1200 kadarı lise çıkışlı, 5000’e yakını ilköğretmen okulu kökenlidir. Mezunlar arasından; biri Başbakan, üçü Millî Eğitim Bakanı olmak üzere 24 parlamenter çıkmıştır.
Üniversitelerde bu güne kadar, 350’ye yakını Profesör olmak üzere 600’e yakın Yüksek Öğretmenli akademisyen görev almıştır. Bunlar arasından; 2’si rektör 45’i dekan olmak üzere üst düzeyde yönetici çıkmıştır. Böylece Yüksek Öğretmen Okulları, asıl işlevleri olan lise öğretmeni yetiştirmenin yanında üniversitelerin öğretim üyesi kaynağı da olmuşlardır.
Yüksek Öğretmen Okullarının bir model olarak başarısı, yalnız yetiştirdikleri bilim, siyaset ve sanat adamları ile değil ortaöğretimde görev alan mezunlarının niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
Öğretmen yetiştirmede halen doğru bir model bulamayan, ülkenin ihtiyacına uyan öğretmeni yetiştirmede yurtdışında model arayanların, Yüksek Öğretmen Okulu gerçeğinden öğrenecekleri çok şey bulunmaktadır.
* Bu yazı, Yazarın “Yüksek Öğretmen Okulları” adlı kitabından derlenmiştir. Makaledeki bilgi ve belgeler bu kaynağa dayandığından ayrıca kaynak adı verilmemiştir. (Bilgi Başarı Yayınevi, 2001 –İstanbul)
** Prof.Dr.; Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı