Amin Maalouf Semerkant kitabında İran’da Hz. Ali’nin ölümüne insanların İranlıların dün ölmüş gibi tepki gösterdiklerini, üzüntülerinde aşırıya kaçtıklarını yazmış. Bunun üzerinden de Doğu halklarının geçmişe olan bağlılıklarını eleştirmiş. Bu durum üzerine biraz düşününce bizde de benzer bir anlayışın olduğunu farkettim. Geçmişin hayatımızın merkezinde olduğunu, geçmişin şimdiden daha çok önemsendiğini...
İnsanlarla olan ilişkilerimizde, siyasi tercihlerimizde, insanlara bakışımızda, her türlü değerlendirmelerimizde geçmiş ön planda. Sadece geçmişte yaşananlar üzerinden hareket ediyoruz gibi. Şimdi, zerre kadar önemli değil sanki. Bir insanın ya da kurumun yaptığı bir çalışma, insanlığa hizmeti, medeniyet uğruna katkıları söz konusu dahi edilmiyor. O insan ya da kurum geçmişte ne yapmış, asıl olan bu bizim için. Geçmişte hatası varsa ağzıyla kuş tutsa boş şimdi. Yapacağı hiçbir çalışma bizim bakışımızı, değerlendirmelerimizi iyileştirmiyor, yumuşatmıyor. Geçmişe sığınma anlayışı ruhumuzu ele geçirmiş.
İnsanların bu hali belli ki yaşadığı toplumsal koşullar altında oluşmuş. Toplumsal vizyon kişisel vizyonumuzun belirleyicisi olmuş. Toplumsal vizyonumuzda sorgulama, değerlendirmenin olmaması bize de yansımış; sorgulama yetimiz gelişmemiş. Bize ne verilirse onu alır bir duruşumuz var. Bize anlatılan kadarız. Anlatımlara, değerlendirmelere katkı payımız yok neredeyse.
Farklılıklara karşı aşırı sert ve hoşgörüsüzlük takdir edilir duruma gelmiş. Ve öfke... İçimizi bir öfke kin kaplamış. Ergen çocuklarda bile aşırı bir öfke görüyoruz. Onlar geçmişi görmediğine ve yaşananların üzerinden asırlar geçtiğine göre bu öfke nereden kaynaklanıyor? Değerli zamanlarımızı gençlerin kalbini kin be nefretle mi dolduruyoruz yoksa? Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin neslinden gelip sevgiyi, kardeşliği, yardımlaşmayı, hoşgörüyü, paylaşmayı, dostluğu, barışı, birlik ve beraberliği, kardeşliği unuttuk mu yoksa?
Geçmişten bize kalan miras hataların güncel tutularak nefret, kin duygularını aşılamak mı olmalı yoksa insanı insan yapan büyük, güçlü manevi duyguları yaşatmak mı olmalı? Geçmiş bize kaybettiren mi olmalı, kazandıran mı? Geçmişte kültürümüzü besleyen öğeler değerlerimizi tüketmemeli, daha da güçlendirmeli, canlandırmalı. Büyük medeniyetler geçmişin kötülükleri ile beslenmez. Geçmişte bu kadar zengin, değerli bir kültüre sahipken bunları unutup sevgi, anlayış dolu sıcak yüreklerimizi kin ve düşmanlıklarla yakıp küle çevirmek kendimizi tüketmekten başka bir şey değildir. İnsanı yaşatan sevgidir. Kültürleri zenginleştiren hoşgörüdür. Sevgisiz ve hoşgörüsüz toplumlarda savaşlar eksik olmaz ve savaş yok edicidir. Varoluşumuz sevgi, anlayış, paylaşım üzerine olmalıdır.