Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
2000'den sonra doğan Z kuşağı belkide gelişen teknolojiye çok iyi adapte olabiliyorlar fakat teknolojiyle içiçe olduğu kadarda mekanikleşiyorlar ve bazı adımları atarken insan canına zarar gelecekmiş gibi soruları düşünmeden, gözlerini bile kırpmadan hareket edebiliyorlar.Bu kuşak aslında teknolojinin de etkisiyle gözümüzün önünden kayıp gidiyor.
Nerde kaldı o duygu yüklü 15’liler? Vatan gidiyor deyince omuz omuza vererek gözlerini kırpmadan cepheye koşan o 15’lilerden öğretmenini öldüren ve duygusu körelen bir 15’li kuşağa.
Öyle bir kuşak var ki gözünüzün önünden kayıp gidiyor ve bizler bu durumun farkında bile değiliz.Birde kendimize şu soruyu sormalıyız; onların gelecekte kaybolup gitmelerine seyirci mi kalıyoruz? Tabi ki bu sorunun cevabını kendimize samimice vermemiz gerekir. Muhtemelen de hiç kimse, gelecekleri kaybolan nesle seyirci kaldığımız gerçeğini kabullenmeyecektir; ama ortada kaybolan bir nesil var ve sorumlusu zamanın büyükleri yani kimse kusura bakmasın ama bizleriz. Çünkü bizler büyükleri olarak onlara yol gösterici olabilirsek işte o zaman kaybolan bir nesilden bahsetmemiz de mümkün olmayacaktır.
Bizler gözümüzün önünde cereyan eden bu tehlikeye kör olmuşuz. Klavuz istemeyen köy gibi bu büyük tehlikenin farkında değiliz ne yazık ki. Aslında gençlerin, neden hayatta olduklarının farkında olmaması ve geleceğe dair herhangi bir hedeflerinin olmaması ülkemizin en büyük tehlikelerinin başında geliyor. Zira devletler, içindeki insanlarla ancak varlığını sürdürebilirler. Ayrıca içinde amaçsız ve hedefsiz insanların olması ile içinde herhangi bir insanın olmaması arasında hiç bir fark bulunmamaktadır.
Devletleri geleceğe taşıyacak ve medeniyetler arasında güçlü bir şekilde var olmalarını sağlayacak unsur ise sahip olduğu insan gücünün devlete hizmet etme istekleri ile hedeflerine ulaşabilme nitelikleridir. Bir hedefi olmayan ve hatta neden hayatta olduğunun bile farkında olmayan insanlar sıkıntılar ve başarısızlıklar karşısında daha çok yılgınlığa düşebilmektedirler. Bu yılgınlık durumunun kız ve erkekler arasında her hangi bir farkı da bulunmamaktadır. Baktığımız zaman gençlerin çoğunun yılgınlıkla beraber boşluk duygusunuda yaşadıklarına şahit oluyoruz ne yazık ki. Boşluk duygusunu ise herhangi bir hedefi olmayan ve hedeflerine uygun hareket etmeyen insanların karşılaştığı olaylar karşısında neler yapacağı konusunda fikri olmamasından kaynaklandığı yapılan bilimsel çalışmalar sonucu gözler önüne serilmiş durumda.
Belki de insanın yaşamını devam ettiren unsurlar olmazsa olmaz somut ihtiyaçlar olan aldığı nefes, içtiği su olarak görülse de aslında insanın varlığının ispatı veya bir diğer deyişle varoluşsal devamlılığını sağlayan kıssas; düşünceleri, hedefleri ve geleceğe dair planlar yapabiliyor olmasıdır. Bu niteliklere sahip değilse insan zaten sadece nefes alan canlıdır insanlar. Bu hali ile de yaşam belirtisini göstermeyen gençliğin devletine ve milletine herhangi bir olumlu etkisinin olması da beklenemez çünkü böyle kimselerin zaten kendine hayırları yoktur ki devletine bir katkısı olabilsin.
Gençlerin şu andaki pozisyonuna baktığımızda, hem ülkemizin değerlerine hemde dünyada gerçekleşen olaylara bihaber olduklarını görüyoruz. Yanı başında şiddete uğrayan birini gördüğünde dahi ona yardım etmek yerine eline telefonu alıp çektiği görüntüleri sosyal medya hesaplarından paylaşabilecek kadar duygusuzlaşan robotlaşan bir nesilden bahsediyorum.
Özellikle okullarımızda akran zorbalığının arttığıda yapılan araştırma ve çalışmalar ortaya koymakta. Bu durum, bir gün boyunca birbirlerine vuran veya zarar veren öğrencilerin gözlemlenmesi sonucunda rahatlıkla görülebilir. Arkadaşına vuran bir öğrenciye neden arkadaşına vurduğu sorulduğunda ise herhangi bir nedenin olmadığı cevabı alınabiliyor. Yani birbirlerine nedensizce vurabilen ve karşıdakinin canının yanabileceğini hissedemeyen ya da canının yandığını görse de yüreğinde hissedemeyen gençlerin sayısı da bir hayli fazla durumda. Bu gençler büyük ihtimal büyüdüklerinde sergiledikleri bu davranış örüntüsünden daha da fazlasını sergileyecekler. Tabi eğer mani olunmaz ve bu davranışlar değiştirilmez ise. Akran zorbalığı, birbirinden kopuk, birbirlerine olumlu duygularla bağlanamayan ve birbirlerine karşı olumsuz duygu geliştiren; hatta bu duygusuzluğu (olumsuz duygu) hayatına empoze olmuş bireylerde oluşmaktadır. Dolayısıyla birbirlerine karşı sevgi ve saygı besleyemeyen gençlerin, milletine ve devletine bağlı olmaları da beklenmesi hayalden ibaret olur. Vatandaşların devletlerine sevgi bağıyla bağlanması halinde devletin varlığını sürdürebileceği gerçeğini de hatırlayacak olursak işte o zaman duygusuz gençlerin birbirinden kopuk olmalarının devletin ileride varlığını ve bekasını tehlikeye attığını rahatlıkla idrak edebileceğiz. Bu yüzden bu tehlikenin farkına vararak geç olmadan elimizi taşın altına koyup gözümüzün önünden kayıp giden nesli kurtarmamız ve gereken hangi adımlar varsa tespit ederek bir an evvel atmaya başlamamız lazım.
Burada bir dipnot açmak gerek, bu olumsuz davranışları sergileyen gençlere karşı okulların işlevselliğide neredeyse bitme noktasına gelmiş durumda. Dolayısıyla okulların olumsuz davranışlarının değiştirilmesi adına işlevini yitirmesi de gözümüzün önünden kayan bir nesle engel olunmasının en büyük sebebidir. Bir okul zaten öğretmenlerinin itibarı kadardır. Yani öğretmenlerin ne kadar itibarı yüksek konumda ise okullarında o kadar öğrencilerin yetiştirilmesindeki rolü büyük olur. Aksi durumda okulların gençliğin yok olmasında önleyici bir rol üstlenmesi de beklenemez.
Sabah yataktan kalkmak için hiçbir nedeni olmayan, neden güne başladığını bilmeyen, her yaşadığı günün gelecekteki günlerinin bir temeli olduğunun farkında olmayan veya en basit tanımıyla geçen günlerinin bile farkında olmayan gençlerin sayısı her geçen gün bir hayli fazlalaşmakta. Amaçsız ve hedefsiz yaşamak yaşamamaktır aslında. İnsanı insan yapan en önemli güç: hedefleridir desek abartmış da olmayız sanırım. Ülkemizde hiçbir amacı olmayan günübirlik yaşayan, günübirlik düşüncelerle vaktini harcayan gençlerin sayısı önemsenmesi gerekecek kadar çok sayıda. Bu yaşama şekli, aslına bakacak olursak hayatın kendisine yapılmış en büyük ihanettir. Bir davası olmayan en önemlisi millet ve devlet sevgisiyle oluşan davası olmayan gençlerin varlığı devletin ve devletin geleceği olan nesil için tehlike arz etmekte. Tabi sözlere baktığımızda herkes devlet ve millet sevgisini yüreğinde hissediyor ama yaşantı biçimlerine ve duyarsızlıklarına baktığımızda, aslında birçok sorun ve olaydan uzak yaşadıkları aşikâr.
O halde son yıllarda özellikle okullarımızda şiddet olaylarının artması da şu anki genç neslin sevgi ve saygı gibi duygulardan yoksun olmalarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü şiddet unsurunun bir kişide gelişebilmesi ancak kalbinde sevgi ve saygının bulunmamasının sonucudur. Tarihten beri gelen zengin kültürümüz ve milli değerlerimize sahip olmayan bir gençlik ile okullarımızda öğretmenlerine ve kendi aralarında şiddet olaylarının artışını beraberinde getirdi. Çünkü bizim kültürümüzde bırakın öğretmene vurmayı öğretmenine elini kaldırmayı düşünmek bile yoktur.
Bizler Fatih gibi bir öğrencinin, hocaların hocası Akşemseddin gibi hocanın torunlarıyız. Çokça dilden dile dolaşan herkesin bildiği ama büyük bir ders niteliğinde bir hikâyeden bahsetmedende edemeyeceğim;
Fatih Sultan Mehmet Han’ın çocukken çok yaramaz bir öğrenci olduğu söylenir. Derslerde yapmış olduğu şımarıklıklarla Fatih Sultan Mehmet Han Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman ise hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit de ediyordu. Ama Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu tabiki. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi. Bunun üzerine hocaların hocası Akşemseddin destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğer pareniz Fatih çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.
Ertesi gün yine derste Fatih Sultan Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.
Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.
İşte akşemsettinin kulağına fısıldanan muhteşem plan,işte onlar, işte biz….Koskoca padişah sırf çocuğunu terbiyesi için gözünü kırpmadan tokat yemeği göze almıştı…
Yukarıda anlatılan olayda tokat meselesini sembolik olarak algılayıp bir öğrencinin eğitimine verilen önemin ve padişahın bile sahip olmuş olduğu kültürün nasıl da ince bir naiflikte olduğunu görmemiz lazım. Nitekim de hocaların hocası ile eğitim alan işte o çocuk yani Fatih Sultan Mehmet Han büyüyor ve çağ kapatıp çağ atlatacak bir insan haline geliyor.
Peki şimdi durum nasıl? Dost acı söyler ve üzülerek söylüyorum ki durum çok vahim. Çünkü okullarımızda öğretmene eller kalkmaya başladı ve kalktığı gibi de iniyor ne yazıkki. Sonucunda ise sonunu düşünmeyen ne yaptığının farkında olmayan gençlerin tutarsızca öğretmenlerine karşı saldırganlıkları oluşuyor. Her geçen gün daha da vahim bir tablo kendini göstermeye başladı. En son ki olayda bir meslektaşımız, bir canımız gitti. Kocaeli'de Necmettin Kuyucu öğretmenimiz öğrencisi tarafından maalesef bıçaklanarak öldürüldü.Gecen yıl ise İzmir'in Ödemiş ilçesindeki Kaymakçı Anadolu Liseli Müdürü Ayhan KÖKMEN okulun içinde iki öğrencisinin pompalı tüfekli saldırısı sonucu şehit edildi. Bu olay yeni nesil öğrenci ile eğitim profilimizin nerelere doğru gittiğinin acı şekilde göstergelerinden sadece biri oldu. Necmettin öğretmen ne yazık ki eğitimde ilk şehidimiz değil ve üzülerek belirtiyorum ki son da olmayacak. Çünkü gün geçmiyor ki bir öğretmen saldırıya uğramasın. Bu saldırılar sonucu ise ya yaralanıyor öğretmenler ya da bu olayda olduğu gibi şehit ediliyor. Acımızı arttıran ve düşünmeye sevk eden ise müdürlerini öldüren çocukların sorguları sırasında sarf ettikleri cümleler oluyor çünkü geçen yılki olayda 2 öğrenciye pişmanlığı sorulduğunda pişman olmadıkları gibi yine olsa yeniden öldüreceklerini ifade ediyorlar. Bu kan dondurucu açıklama ne yazık ki daha 15’li yaşta olan iki öğrenciye ait. Bir öğretmene kıyabiliyorlar ve yinede pişman olmayacak bir konuma gelmişler. Bu his ve düşünceler ne zaman bu haliyle oluştu. Kim bilir onlar gibi hisseden veya potansiyeli olan kaç tane öğrenci daha var. Bunları düşündükçe bir insan olarak geleceğimizden endişe etmeye başlıyorum. Nerde kaldı o duygu yüklü 15’liler? Vatan gidiyor deyince omuz omuza vererek gözlerini kırpmadan cepheye koşan o 15’lilerden öğretmenini öldüren ve duygusu körelen bir 15’li nesil ile karşı karşıyayız. Ve dediğim gibi bu vahim olay ilk değil öğrencisi tarafından öldürülen öğretmenlerin sayısı bir hayli artmış durumda. Yazarken bile bir garip oluyorum “öğrencisi tarafından öldürülen öğretmenler”! Ne kadar çok acı değil mi?
Sadece bir kaçına bile değinmek gözümüzün önünden kayıp giden bir neslin varlığını ortaya koymaya yetecektir. Kız öğrencisini öldürmeye çalışan eski erkek arkadaşından korumaya çalışan Kartal Endüstri Meslek Lisesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Hüseyin Ağırman’ın silahla vurularak öldürülmesi bu acı örneklerden sadece bir tanesi. İzmir’in Karabağlar İlçesinde dersin ortasında öğrencisi tarafından bıçaklanarak öldürülen 4 aylık hamile Rabia Sevilay Durukan öğretmenimiz. KAYSERİ'de lise son sınıf öğrencisinin yumruklu saldırısı sonucu başını kaldırıma çarpan okulun müdür yardımcısı Mehmet Aktaş’ın ölümü…Bu anekdotları çoğaltabiliriz.Belkide bu olaylardan çoğunu unuttuk hatta bu olayları ilk kez duyanlarımız bile vardır.Ama bir gerçek var ki o da eğer öğrenciler bu konuma geldi ise geleceğimizin tehlikede olduğudur.
Amaçsız ve gayesiz yaşayan gençlerin çokluğu ülkemize zarar vermeden ve bir neslin zamanın içinde kaybolup gitmeden geleceğimiz gençler için elimizi taşın altına koyarak radikal adımlar atma vaktimiz geldi de geçiyor bile.
Saygılar
Sedat DEGER
Lider Eğitimci Yazarlar Derneği Genel Başkanı