Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Türkiye’de 1 milyon civarında öğretmen 60 bin civarında okul yöneticisi var. Bu okul yöneticilerinin seçimi, eğitilmesi, atanması ve istihdam süreci hep bir muamma özelliği taşımaktadır. 2000 yılından sonra yönetsel erki elinde bulunduranlar, okul yöneticileri ile ilgili karar süreçlerinde daha çok siyasal kaygı ile hareket etmiş ve karar süreçlerinin ana belirleyici değişkeni, sübjektif ölçütler olmuştur.
Sübjektif ölçütlerle seçip, eğitip atadığınız ya da seçip eğitmeden vekâleten atadığınız okul yöneticileri, eğitim sisteminin doğasını, özgünlüğünü ve özelliğini bozmuştur. Eğitim sistemlerinin insan, yapı ve hava boyutu, eğitim örgütlerini diğer örgütlerden ayıran en önemli özelliklerdir. Bilimsel ölçütlere göre seçmediğiniz ve eğitmediğiniz her okul yöneticisi eğitim sistemine bulaştırılan ölümcül bir virüsten farksızdır. Bir virüs nasıl sağlıklı bir organizmayı hasta edip ölümüne neden oluyorsa, bilimsel ölçütlere dayalı layık, liyakatli olanları okul yöneticisi olarak seçip atamadığınız kişiler de, aynı etkiyi okul yönetimi üzerinde yapabilmekte, tedavisi olmayan sorunlar, yaralar açabilmektedir.
Birlikte bir senaryo yazalım. 21 yaşında büyük umut ve beklentilerle mezun olmuş bir öğretmen eşit, adaletli ve bilimsel ölçütlerle seçilip öğretmen olarak atanmış olsun. Amacı iyi, başarılı, nitelikli bir öğretmen olmak. Meslekte temayüz etmek. Mensubu olduğu ülkeye hizmet etmek olsun. Büyük umutlarla başladığı öğretmenlikte, iyi ve başarılı bir öğretmen olursa, mesleğinde yükselebileceğini, ülkesine eğitim alanının farklı görevlerinde hizmet edebileceğinden emin olsun. Bu öğretmen öncelikli olarak kendisini yetiştirir. İyi öğretmen olabilmek için var gücüyle çalışır. Niteliğini artırabilmek için kitap okur, lisansüstü eğitim yapar, yabancı dilini geliştirir. Seminer ve konferanslara gönüllü katılır, potansiyelini geliştirmeye çaba sarf eder. Vicdanen rahattır. Bu çalışmalarının fark edileceğini, nesnel ölçütlere göre layık olduğu yerde istihdam edileceğini bilir. Oyunun kuralı bellidir. Ölçütler açık ve herkese eşit ve adaletli bir şekilde uygulanmaktadır. Kimse kimseden üstün değildir. Üstünlük yeterlilik ve yetkinliğe dayalıdır. Her atama, her karar, izleyenler tarafından gönül rahatlığı içerisinde kabul edilmekte ve uygulanmaktadır. Herkes büyük Türkiye hayalini gerçekleştirecek eğitim sisteminin paydaşı olmaktan mutludur. Atama ve yükseltmelerde kamu vicdanı rahattır. Böyle bir süreçte bireyler kendilerine ve mesleki gelişimlerine odaklaşır. Eğitim örgütlerinde uzlaşılan ve paylaşılan değerler üst değer haline dönüşür. Öğretmenlerin motivasyonu, örgütsel bağlılığı ve örgütsel adanmışlığı üst düzeydedir. Öğretmenler birbirlerinin mesleki gelişimlerini gıpta ile izlemekte, kendilerini üst düzeyde geliştirmek için var güçleriyle mücadele etmektedirler. Mesleki gelişim eğitim örgütlerinde bulaşma özelliği göstermektedir. Öğrenciler ulusal ve uluslararası sınavlarda üst düzeyde başarılar elde etmeye, projeler geliştirmeye, sanatsal ve sportif etkinliklerle başarıdan başarıya koşmaktadır.
Yukarıdaki senaryoyu bir de şu şekilde ele alalım. 21 yaşında çiçeği burnunda, henüz torpil, adam kayırma, rüşvet, iltimas gibi kokuşmuş toplumlara ait kavramlarla tanışmamış masum bir öğretmen, öğretmenlik için önce KPSS’ye, sonra ÖABT’ye girmiş ve yeterli puanı almış olsun. Sözlü sınavda onunla aynı yeterliğe ve yetkinliğe sahip kişiler onu sözlü sınav yapıp öğretmen olarak atanıp atanmayacağına karar versin. Bu süreçte bir partinin, ya da bir sivil toplum örgütünün referansları öğretmen olarak atanmasında etkili olsun. Öğretmen olduğu hafta bir sendika, sendika üye formunu zorla doldurmasını istesin. Sendika üyesi olduğunda elde edeceği kazanımları, olmadığı taktirde kaybedeceklerini açıklamış olsun. Okulda öğretmenlerin okul yöneticisine hiç saygı duymadıklarına, öğretmenlerin, okul yöneticisiyle çatıştığına şahit olsun. Neden çatıştıklarını merak edip araştırdığında, okul yöneticisinin liyakatsiz, beceriksiz birisi olduğunu, bir sivil toplum örgütünün desteğiyle atandığını, bu durumun da öğretmenler tarafından kabul görmediğini fark etsin. Öğretmenlerin büyük çoğunluğunun motivasyon kaybı yaşadığına, örgüte olan güvenlerini kaybettiğine, örgütsel bağlılıklarının düştüğüne ve yoğun bir şekilde yukarıdan aşağı mobbing mağduru olduklarını fark etsin. Öğretmenler zamanlarını kendilerini geliştirmeye değil de gereksiz konularda zaman harcamaya başladıklarını, zihinsel geviş getirdiklerini, direnme ve başıboşluğun bulaşma etkisine neden olduğuna şahit olsun.
Bu durum mesleğin baharındaki öğretmenin psikolojisini, davranışlarını, gelecek planlarını nasıl etkiler? Bu öğretmen meslekte yükselmek için fanatik partici, fanatik sendikacı olmayı tercih edebilir. Zamanını daha çok eğitim dışı örgütlenmelerde kendisini ispatlamaya çalışmakla geçirebilir. Daha çok slogan atmaya ve Türk Milli Eğitimi Sisteminin amaçlarına değil de, mensubu olduğu ya da olmak istediği yapıya hizmet etmeye başlayabilir. Bu durum da, eğitim sisteminde başarılı bir öğretmen olma olasılığı yüksek olan bir öğretmen, sınıftan alınmış, yozlaştırılış ve kaybedilmiş olur. Kaybeden sadece öğretmen değil Türk milletidir ve Türk milletinin geleceğidir. (Not: Tüm gayri ahlâki uygulamalara rağmen sistemin yozlaştıramadığı öğretmen ve yöneticileri tenzih ederim).
Eğitim örgütlerinin çevresinde bulunan baskı grupları daima eğitim sistemlerini ele geçirmeye ve eğitim sistemlerinin amaçlarını doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemeye çalışır. Bu durum sosyal yaşamın, örgütsel hayatın doğal bir akışı içerisinde normal bir süreç olarak ele alınabilir. Yönetimin işlevi, baskı gruplarının amaçlarını gerçekleştirmesini engellemek, makul ve eğitim sistemine katkı sağlayacak beklentilerde ise iş birliği yapıp uzlaşma yoluna gitmektir. Baskı gruplarının beklentilerine teslim olan eğitim sistemleri, kısa ve uzun vadede mensubu olduğu topluma değil farklı güçlere ve onların farklı amaçlarına hizmet etmeye başlar. Bu sebeple eğitim, başka bir kurumla paylaşılmayacak ve devredilmeyecek kadar hayati bir öneme sahiptir.
Eğitim örgütlerinde kalite süreci daima Açık Sistem Kuramına göre ele alınır. Açık sistem kuramının beş tane bileşeni vardır. Girdi, işleme, çıktı, dönüt ve çevredir. Eğitim sistemlerinde başarılı olmak isteyen örgütler, öncelikle girdi kalitesini artırmak zorundadır. Kaliteli girdi, işleme ve çıktı sürecinde kalitenin artmasında etkili olur. Kaliteli bir öğretmeni, kaliteli bir yöneticiyi seçip, eğitip sisteme entegre etmediğiniz süreçte müfredatın, kitabın, okulun kaliteli olması hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bu sebeple nesnel ölçütlere göre seçilmeyen okul yöneticisi ve öğretmen, eğitimin kalitesinin düşmesinde etkili rol oynayacaktır.
Sonuç olarak okul yöneticisi seçme sürecinde eşit, adaletli ve bilimsel ölçütlerle hazırlanmış sistemleri tesis etmek ve hayata geçirmek zorunluluğu vardır. Bu şekilde seçip eğittiğimiz, bu şekilde istihdam ettiğimiz okul yöneticileri, alanda daha başarılı hizmetler verecektir. Bu okul yöneticilerinin mahiyetindeki kişiler, alanda yetkin ve yeterli bir eğitim lideri ile çalışıyor olmaktan mutlu olacak, işine odaklanacak ve sürekli olarak kendisini geliştirmeye çalışacaktır. Sistemde yükselmenin, sistemde bir makama gelmenin ölçütü bilimsellik olunca, bireylerde kendilerini yetiştirmeye çalışacaklardır. Eğitim sisteminde kendisini yetiştiren eğitimci sisteme daha fazla katma değer kazandırabilir. Alanda temayüz eden öğretmen öğrencinin akademik başarısını daha da artırabilir. Bu sebeple eğitim sisteminin yapısı liyakat esaslı olması ve layık olanların mevki ve makama atanması son derece önemlidir. Çünkü eğitim sistemlerinde her şey “Kelebek Etkisi” özelliği gösterir. Ayarı ile oynanan kantar, her şeyi yanlış tartmaya başlar. Her yanlış tartılan nesne toplamda eğitim sisteminin çökmesinde ve etkisizleşmesinde önemli rol oynar. 2023 Eğitim Vizyonunun tanıtım toplantısında sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bu konuya özellikle vurgu yapmış, liyakatin önemi üzerinde durmuştu. Liyakatten taviz verdiğimiz her dakika her saniye 21. yüzyılda olmak istediğimiz, ulaşmak istediğimiz her hedeften kopmamız anlamına gelmektedir. Bu sebeple okul yöneticilerinin ÖSYM tarafından yapılacak bir sınavla seçilecek olması iyi bir gelişmedir. Bu süreç Türk eğitim sisteminin aşil tendonunu güçlendireceğine olan inancım tamdır. Ayrıca okul yöneticiliğinin meslek haline gelmesi, meslek kanununun çıkarılması eğitim sisteminin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır.