Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Liseye zar zor ulaşmıştı. İlkokuldan itibaren tüm okul hayatı boyunca tıpkı evde olduğu gibi hep suçlanmış, olan biten kötü bir şey varsa ondan bilinmiş, saygısız, itaatsiz, söz dinlemezin biri olduğu kafasına kafasına binlerce kez vurulmuştu. Bunu o kadar çok kez duymuştu ki artık o da kendisinin işe yaramaz aptalın teki olduğuna inanmıştı.
Aslında daha küçükken kendisi ile ilgili iyi şeyler düşünürdü. Fena biri olmadığına inanırdı. Anne babası özellikle dedesi onun ne kadar terbiyesiz ve serseri olduğunu söyleyip dursalar da o içinden gelen bir hisle bu kadar kötü olmadığına biraz olsun inanırdı.
Düşünüyordu zaman zaman…
Yaptığı şeyleri kimseye saygısızlık ve kötülük olsun diye yapmıyordu ki…
İçinden geleni, istediğini yapmak istiyordu sadece. Ama nedense bunlar hep saygısızca bulunuyordu büyükleri tarafından. Örneğin dedesi sürekli kaba konuşan, terbiye etmek için zaman zaman tehdit eden, özellikle ne yaparsa yapsın günah olduğunu, böyle giderse cehennemde yanacağını söyleyip duran biriydi. Annesi daha anlayışlıydı, babası da dedesi kadar acımasız değildi ama onlar da babalarından korkularından çocuğu onun istediği gibi davranmadığı için hırpalayıp duruyorlardı.
Okula başladığında ödevlerini yapmadığı, derslerde sıkılıp konuştuğu, sınavlardan düşük aldığı, arkadaşlarıyla oynarken biraz fazla eğlendiğinde aptal, kurallara uymayan, saygısız, söz dinlemeyen ve yaramaz bir çocuk olarak etiketlenmekten başka seçeneği hiç olmamıştı.
Böyle böyle lise öğrencisi olan Oğuz artık okula neden gittiğini bile anlamaz hale gelmişti. Nasılsa başarılı bir insan olamayacaktı. O zaman bu okul işkencesine neden katlanıyorum ki düşünüyordu sık sık. Dedesinin babasına;
“Liseye gönderme bu oğlanı. Bundan bir şey olmaz. Okutma, ver bir işe. Hiç olmazsa eli iş tutar, ekmek parası kazanır.” dediğini duymuştu kaç kez. Ama babası kendisi ilkokul mezunu olduğu için çok zorluk çektiğini, oğlunun en azından liseyi bitirmesini istediğini söylemişti.
Öylesine gidip geliyordu okula. Aynı diğer okullarda olduğu gibi, burada da sınıfa girip dersini anlatıp çıkmak için sık sık sınıfa bağıran, onları saygısızlık, değer bilmezlik ve sorumsuzlukla suçlayıp duran öğretmenlerle geçen günler birbirini kovalıyordu.
Tüm öğretmenler birbirinin aynı geliyordu Oğuz’a. Yalnız matematik öğretmeni Sibel Hoca farklı biriydi. Sınıfta diğerleri gibi davranmıyordu. Öğrencilerinin her birinin adını öğrenmiş, hemen her derste tüm öğrencileriyle bir şekilde yakınlık kurmaya çalışıyordu. Oğuz matematiği hiç sevmezdi, çünkü bir şey anlamazdı ki. Tüm o formüller falan akıl alır şeyler değildi onun için. Diğer derslerde olduğu Hoca ders anlatırken o defterine bambaşka şeyler yazmakla meşgul olurdu. Yine bir gün matematik dersinde kendi dünyasına dalmış defterine bir şeyler karalarken başında bekleyen Sibel Öğretmeni fark etti. Hemen defteri kapattı, yiyeceği azarı beklemeye başladı.
Sibel Öğretmen gözlerinin içine içine bakarak, hiçbir şey demeden bir süre durdu öyle başında. Elini uzattı, sırtını sıvazladı ve dersini anlatmaya devam etti. Zil çaldığında herkesle birlikte çıkmaya hazırlanan Oğuz öğretmeninin sesiyle irkildi;
“Oğuz’cum hemen çıkma lütfen.”
Herkes çıkınca yanına gelip sıraya oturdu Sibel Öğretmen.
“Defterine bakabilir miyim?”
Vermek istemedi Oğuz. Hemen hiç ders notu olmayan defteri görünce vereceği tepkiyi tahmin edebiliyordu. Ama öğretmen ısrar edince vermek zorunda kaldı.
Sayfaları inceleyen öğretmen hayretler içinde kalmıştı. Hemen hiç ders notu yazmayan defterin sayfaları Oğuz’un yazdığı şiirler ve küçük öykülerle doluydu.
“Bunları sen mi yazdın?”
“Hı hı…”
“Bu harika. Okumama izin verir misin?”
Defter elinizde der gibi omuz silkti sadece. Konuşmayı sevmez olmuştu bir süredir. Ne dese ne yapsa yanlış anlaşılıyordu uzun zamandır. Bu yüzden konuşmayı bırakmış, insanlarla hemen hiç iletişim kurmamayı seçmişti. Ancak içinde öyle yoğun hisler oluşuyordu ki baş etmekte zorlanıyordu bunlarla. Ortaokuldayken bir gece aniden içinden gelen bir duyguyla ilk şiirini yazmış ve biraz olsun rahatlamıştı. Sonra sonra yazarak rahatlayabildiğini ve içindeki kimsenin anlamadığı, dinlemediği şeyleri çıkarabilmenin yolunu böyle bulmuştu.
Birkaç sayfa okuyan öğretmen;
“Oğuz’cum bunu hissediyordum biliyor musun?”
“Neyi?” dedi umarsızca. İnsanlar bir şey hissetmez ya da iyi bir şey hissetmez diye karar vereli çok olmuştu çünkü.
“Sen de farklı bir şeyler olduğunu. Derslere katılmadığın halde seni gözlemliyordum. Ve ilginç bir şekilde gözlerinde görüyordum sanki bazı şeyleri.”
“Neyi görüyordunuz?”
“Ne kadar ince ruhlu olduğunu, derin duygularla dolu bir kalbin olduğunu gözlerinde görüyordum.”
İnce ruh, derin duygularla dolu bir kalp ve gözlerde görmek….
Oğuz bu tür kelimeleri ilk kez duyuyordu. Tuhaf hissetmeye başladı. Öğretmeninin bakışlarında ki takdir ve şefkat kalbine dokunuyor, ruhunu dolduruyordu sanki…
“Defterin bu gece bende kalabilir mi? Hepsini okumak istiyorum. İzin verirsen seni daha yakından tanımayı çok isterim.”
“Tamam…” dedi ağlamamak için kendini zor tutarak…
Sibel öğretmen o gece hemen hiç uyumadı. Defteri okumayı bitirdikten sonra şiirleri ve hikayeleri gönderebileceği yarışmaları, dergileri araştırdı tüm gece. Ve Oğuz’un elini bir daha hiç bırakmadı.
Şiirleri pek çok ödül aldı. Hikayeleri dergilerde yayınlandı.
Oğuz şu an üniversitede ve çok başarılı bir yazar olma yolunda hızla ilerliyor...
Sevgilerimle ❤
Sema Deniz