Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Ömer Seyfettin’in Falaka öyküsünü sanırım çoğu kişi hatırlıyordur. Mahalle mektebindeki falakayı, hocayı, öğrencileri ve ilişkilerini anlatan öyküde hoca enfiye tutkunu agresif bir kişiliktir. Falaka ile çocukları ‘yola getiren’ hocaya karşı çocukların başetme taktikleri de yabana atılır cinsten değil: Hocanın eşeği ‘Abdurrahman Çelebi’nin de dahil edildiği intikam planı ve hocanın mektepten kovulmasına varan olaylar. Öyküde anlatılan hoca-öğrenci çatışması eğitim ortamlarının süreğen olgusu. Hatta hoca-öğrenci bağlamı genişletilerek genç-yetişkin olarak konulsa, gerilim ve çatışmanın insanlık tarihiyle neredeyse yaşıt olduğu görülecek.
Günümüze ulaşan ilk yazıtlardan birinde gençlerin örf-adet tanımayan hallerine ilişkin yetişkin yakınmalarına yer verildiği rivayeti de bunun ıspatı. Dolayısıyla geniş anlamıyla kuşak çatışması spesifik olarak eğitim ortamlarında yaşanan öğretmen-öğrenci gerilimi tarafların konumları icabı olarak biraz da olağan görülebilir. Birkaç gün önce basına düşen Çorlu Ahi Evran Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ndeki görüntü ve görüntüye verilen tepkiler mevzuyu bir kuşak çatışması, kronikleşen bir öğretmen-öğrenci gerilimi üzerinden tekraren okuyacağımızı gösteriyor. Yine bir süre önce Ödemiş’te öğrencileri tarafından öldürülen öğretmenin durumu, darp edilen öğretmen haberleri alışılagelen ezber üzerinden okundu ve buna göre tepkiler verildi. Soruşturma başlatma, müfettiş görevlendirme, olayın durumuna göre birtakım psiko-sosyal etkinlikler yürütme şeklinde özetleyebileceğimiz bu çözüm sistematiği, genetiği itibariyle meseleyi lokal ve teknik kavrayıcıdır.
BU OLAYLAR İSTİSNAİ DEĞİL
Oysa basına yansıyan bu sansasyonel haberlerin eğitim ortamlarımızın büyük çoğunluğunun rutini olduğunu ilgili olanların tümü bilmektedir, bilmek durumundadır. Uzaydan gelinmemişse modern zorunlu eğitimin üstelik sadece Türkiye’de de değil tüm yerkürede benzer manzaraları yaygın bir şekilde içinde barındırdığı hatta bizatihi yapısı dolayısıyla bu tarz insandışılıkları üreten bir niteliğinin olduğu rahatlıkla görülebilir. Modern hayatın niteliğine ayna tutan sinema-edebiyat ürünlerinde çoğunlukla arka fonda bir şekilde kendisine yer bulan eğitim-okul-öğrenci-öğretmen ilişkisine azıcık dikkat kesildiğinde bu manzaranın rahatlıkla görüleceği açıktır: Tükenmiş-itibarsız öğretmen, agresif-isyankar öğrenciler, şiddet, çete, madde bağımlılığı, zorbalık menbaı okul ortamı vs.
Sahici bir bakış meselenin ve mevzunun teknik ve lokal olmadığını açık ediyor. Dolayısıyla çözüm olarak ileri sürülen hususların hepsinin Alev Alatlı’nın ifadesiyle ‘mış gibi yapmak’ dışında bir hükmünün olmadığını bilelim. Burada sistemin, yapılanmanın, zaman ve mekân tasarımının, ilişki biçiminin gerilim üreten, çatışma ve saldırganlık büyüten bir nitelik arz ettiğini görebilmeliyiz. Mesele her bir bileşenin bağımsız olarak ne olduğu değildir. Elbette her bir bileşenin ayrı ayrı anlamı vardır ve niteliği ziyadesiyle önemlidir. Ancak sistemin, bileşenlerinin toplamından fazla ve öte birşey olduğunu hatırlarsak karşımızdaki sorunu anlama imkanımız olacaktır. Eğitim sosyolojisinin, psikolojisinin ve felsefesinin egemen klişelere sarılmadan, Baudrillard’ın tanımlamasıyla ‘Çaresiz Stratejiler’in ağına düşmeden ciddiyetle eğilmesi gereken bir alan karşımızda duruyor.
‘ÇARESİZ STRATEJİ’LERİN AĞI
Modernleşme tarihimizdeki tüm iyileştirme çabalarına rağmen istikrarlı bir şekilde varlığını devam ettiren akademik başarısızlık başta olmak üzere sosyal, bireysel, psikolojik ve mesleki yetersizlik eğitimimizin değişmeyen şikâyet konularıdır. Akademik başarısızlığı gidermek için başvurduğumuz teknik düzenlemelerin elimizde kaldığını göstergelerden biliyoruz. Daha vahimi eğitim ortamlarında mevcut ilişkinin gittikçe insani olmaktan çıkan ve modernliğin kaba dönemlerinden kalan disiplin konseptine bağlanmış olmasıdır. Tören ve ritüellerden kıyafete, okul ve sınıf ortamından egemen ilişkiye, öğrenci yerleştirme sisteminden zorunlu eğitime uzanan bu geniş düzeneği; eğitimin toplumsal bellekteki olumlu çağrışımlarıyla bir yere kadar idare edebiliyoruz. Zira sorunlar, problemler birilerinin kişisel-ahlaki zaaflarının ötesinde sistemik bir hüviyet taşıyorlar. Olayların, problemlerin döl yatağı olan sistemi görmek yerine sınıf içi hâkimiyeti olmayan öğretmen, ailesinden terbiye almamış öğrenci gibi lokalleştiren bakış açısı açık ki yüzleşmek yerine kaçmayı tercih ediyor. Sorunu öğretmen ve öğrenci kaynaklı sıkıntılar olarak görmek, sistemi gözden kaçırmanın ötesinde sorunları kronikleştiriyor. Bu tarz problemlerin Çorlu’daki liseyle veya Ödemiş’teki okulla mukayyet olduğunu düşünenler sorunu çözmeye değil işlevsiz ezberlerine sarılmaya koşuyorlar.
Çözüm için sahip olduğumuz alet çantasının bırakın sorun çözmeyi, sorunu tespit etmekten aciz olduğunu artık görelim. Meselenin MEB’in meselesi olduğunu, onun uygulayageldiği yanlış politikaların neticesi olduğunu belirten yüzeysel kavrayışa da mesafe koyalım. Sosyal meselelerin mucizevi çözümleri olmadığını bilenler çözümün tartışmanın, sorgulamanın niteliği ve derinliği ile ilintili olduğunu da kabul edeceklerdir.
''Meseleyi öğretmen ve öğrenci kaynaklı sıkıntılar olarak görmek, sistemi gözden kaçırmanın ötesinde sorunları kronikleştiriyor.''
O yüzden sorun tüm Türkiye’nin sorunudur, tüm Türkiye’nin mevzuyu kavrama düzeyiyle ilintilidir ve AKUT tedbirlerle, palyatif çözümlerle geçiştirilmeyecek büyüklüktedir. Modern dünyanın fetişi olarak hayatımızı şekillendiren zorunlu eğitimin ontolojik olarak tartışılması elzemdir. Mevcut eğitim paradigması, planlaması ve pratiği tartışılmalıdır. Sistem içindeki öğretmenin ve öğrencinin konumu sorgulanmalıdır. Cumhuriyet’in hemen başında ülkemize davet edilen ve eğitim sistemimiz üzerine rapor hazırlayan Dewey’in ‘muallimlerin vaziyetinin şayanı memnuniyet olmadığında ittifak vardır’ tespitinin aynıyla vaki olduğu görülmelidir. Öğretmenlik mesleğinin kendi bakanlığı başta olmak üzere itibarsız olduğu ve mali, özlük ve sosyal haklarıyla perçinlenmiş bu vaziyetin kuru retorikle düzelemeyeceği açıktır. İnsanları hangi söylemle taltif ettiğiniz değil hangi muameleye tabi tuttuğunuz önemlidir. Mevcut eğitim yapılanmamızın planlaması ve işleyişiyle zorunlu eğitim çağındaki öğrencilerin bireysel, fizyolojik, duygusal ve sosyal gereksinimlerini karşılamaktan uzaktır. Öğrencilerin boş ders sevinçlerine, tatil beklentilerine hatta sadece tenefüse çıkış şekillerine bakılırsa durum görülecektir. Bunların her biri görülmesi ve el atılması için yükselen imdat çığlığı gibi. Diğer yandan sansasyonel şekilde belirli periyotlarda kamuoyunda infial yaratan ölüm, darp, taciz gibi kriminal hadiseler de kriminal olmalarının yanı sıra topluma yöneltilen ve çözüm bekleyen sorunlardır. Korkarım görülmez ve duyulmazsa McLuhan’ın dediği gibi “öğrenciler yakında okulları yakacaklar!”
Karar Gazetesi