Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Geleneksel eğitim sistemlerinde son yıllarda yaşanan önemli sorunlardan biri de ödev sendromudur! Her yıl daha fazla sayıda öğrenci ödeve karşı direnç göstermektedir. Üstelik bu davranışı gösteren öğrencilerin hemen tamamı son derecede zeki, “cin gibi” diye tanımladığımız çocuklardan oluşmaktadır. Onların, eve gelir gelmez ödev yapmak yerine bilgisayarın başına oturmaları, tabletteki oyunlardan kendilerini alamamaları ya da televizyona kilitlenmeleri ebeveynleri çıldırtmaktadır.
Öğrencilerin ödev yapmadan okula gelmeleri öğretmenleri de en fazla uğraştıran sorunlardan biridir. Bilinen o ki, ödev sorunu çocukların evde anne babalarıyla, okulda ise öğretmenleriyle ilişkilerini giderek bozmakta ve sonuçta can sıkıcı bir çatışmaya dönüşmektedir. Aslında bu çatışmadan taraflardan hiçbiri kârlı çıkmamakla birlikte, en çok da çocuklar zarar görmektedir. Zira çatışma sonucunda çocuğun payına düşen zarar, genellikle iki sözcükten oluşan şu yargıya dönüşmektedir:
Tembel ve sorumsuz!
Henüz hayatının başında böyle bir tanımlama bir çocuğu nasıl etkiler, ona neye mal olur? Yetişkinler bile kendileri hakkındaki en küçük eleştiriden etkilenerek uykuları kaçarken, 8-10 yaşındaki bir çocuk böyle bir travmaya nasıl katlanır? Katlanıyor görünse bile, kendisi hakkında nasıl bir algı oluşturur? Dahası, böylesine ağır bir yarayla bundan sonraki hayatını nasıl yönetir? Biz yetişkinler bunun hesabına pek girmeyiz.
SORUNUN NEDENİ ÇOCUKLARIMIZ DEĞİL!
Görüldüğü gibi ortada öncelikle çocuklarımız olmak üzere, öğretmenleri, velileri ve Bakanlığı doğrudan ilgilendiren önemli bir sorun bulunmaktadır. İlk bakışta bu sorunun nedeni çocuklarımız görünse de işin böyle olmadığı artık bilinmektedir. Bu bağlamda, ödev sorunun çözmek istiyorsak, bilim ışığında, aşağıdaki sorulara cesaretle cevap aramalıyız.
• Çocuklarımız neden ödeve başkaldırmaktadır?
• Geleneksel ödevlerle, onların okul dışı öğrenmelerini engellemiş olmuyor muyuz?
• Ödev gerekli mi?
• Ödevsiz okul olur mu?
Yukarıdaki sorulara karşılık, nedenlerini irdelemeden “ödevler kaldırılmalıdır!” şeklinde klişe bir cevap vermek ezber bir söylemden öteye geçmez. Bunun yerine, çocuklarımızı tepki vermeye iten gerçekleri görmek ve buradan hareketle sorunu çözmek durumundayız. Değilse, önümüzdeki süreçte daha büyük çatışmalara hazır olmalıyız! Bunun için işin bilimsel yanına bakmak gerekir.
İşin bilimsel yanı şu: Bütün dünyada, okul öğrenmelerinde iki temel yaklaşım vardır.
1. Öğretmen merkezli öğrenme, yani ezber öğrenme yaklaşımı.
2. Öğrenci merkezli öğrenme, yani yaparak yaşayarak öğrenme yaklaşımı.
Birincisi, az gelişmiş toplumların bir türlü vazgeçemediği ve ülkemizde de bugüne kadar hemen hepimize uygulanan öğrenme biçimi, yani öğretmen merkezli öğrenme yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda, ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenciler sıralara çakılı vaziyette öğretmenlerini dinleyerek bilgileri ezberlemeye çalışır. Bu yetmezmiş gibi akşamları da saatlerce ödev yaparak öğrendiklerini güya pekiştirmeye çalışırlar. Ancak yıllar sonra bir bakarlar ki öğrendiklerinin tamamına yakını unutulmuş ve ödev sayesinde sorumlulukları falan da gelişmemiş. Kısacası öğrenme ve sorumluluk geliştirme adına en güzel yılları heba olup gitmiş!
Asırlarca uygulanan bu yaklaşım ilkeldir ve gelişmiş eğitim sistemlerinde çoktan terk edilmiş verimsiz bir öğrenme yanılsamasıdır. Buna rağmen öğrenmeleri hâlâ bu verimsiz yaklaşım üzerinden sağlamaya çalışıyorsanız ne yazık ki ödev kaçınılmazdır. Çünkü bu yaklaşımda, öğrenmeler ezbere dayandığı için kısa sürede unutulur. Unutma süresini ötelemek ve en azından sınavları aşıncaya hafızada tutmak için aralıklı tekrar gerekir.
Çocuklarımıza dayattığımız bitmez tükenmez alıştırmalar ve sendroma dönüşen ödevler bunu sağlamak içindir. Özetle ödev, bu yaklaşımın türevi ve ayrılmaz bir parçasıdır. Eğitimciler olarak, hâlâ öğretmen merkezli, yani ezber öğrenme yapıyorsak ödev vermeye mahkûmuz demektir. Böyle bir durumda da, hiç değilse iyi tasarlanmış, amacı doğru belirlenmiş ve kısa zamanda yapılabilecek ödevler hazırlamalıyız.
İkinci yaklaşım ise, gelişmiş eğitim sistemlerinde kullanılan öğrenci merkezli yani yaparak yaşayarak öğrenme yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda okul öğrenmelerinin ders saatleri içinde ve yaşantı sonucunda gerçekleşmesi esastır. Söz konusu yaklaşım, ilkokuldan üniversiteye kadar her eğitim kademesi için geçerlidir ve bütün bilimsel öğrenme kuramlarının doğruluğunda birleştiği bir gerçektir. Öğrenci merkezli yaklaşımda öğrenme yaşantı sonucunda gerçekleştiği için hem nitelikli, hem de kalıcıdır. Bu nedenle ayrıca zorlama ödevlerle pekiştirmeye ve anlamsız tekrarlara gerek kalmaz. Kısacası gerçek anlamdaki öğrenci merkezli öğrenmede geleneksel ödevlere ihtiyaç duyulmaz ve dolayısıyla ödev sendromu da yaşanmaz. Bunun yerine, tercihen okulda yapılmak üzere proje ve performansa dayalı çalışmalara yer verilir. Bu çalışmalarda da öğrencinin istekli olmasına ve konuyu kendi isteğiyle seçmesine özen gösterilir. Böylece yüksek motivasyonla ortaya bir ürün çıkarması ve bu yolla öğrenmesi desteklenmiş olmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİ
Mevcut ödev anlayışımız eğitim sistemimizin acil çözüm bekleyen sorunlarından biridir. Bu bağlamda başlıktaki soruyu bir kez daha yineleyelim:
Ödevsiz okul olur mu?
Cevap: Elbette olur!
Bunun için öğrenci merkezli, yani yaparak yaşayarak, yani ezbersiz öğrenmeyi başarmak gerekiyor. Üstelik bunu yapmak sadece ödev sıkıntısını aşmak için değil, kalıcı öğrenmelerle çocuklarımızın başarısını artırmak için de zorunludur.
Ne var ki bu sorunun çözümünü sadece öğretmene yıkarak işin içinden sıyrılmak doğru olmaz. Şüphesiz her eğitim sorunu gibi ödev sorunun çözümünde de öncelikli görev öğretmene düşmektedir. Ancak böylesine karmaşık ve adeta herkesin genetiğine işlemiş bir sorunu elbirliği yapmadan çözmek mümkün değildir. Bunun için tarafların üzerlerine düşeni yapmaları ve öğretmene destek olması şarttır. Bu bağlamda şunlar yapılmalıdır:
1. Milli Eğitim Bakanlığı ders programları okul saatleri içinde işlenebilecek şekilde daha fazla sadeleştirmelidir.
2. Okulların fiziki yapısı, bütün öğrenmelerin yaşantı sonucunda sağlanacağı şekilde yeniden düzenlenmelidir.
3. Ders araç gereçleri, yaparak yaşayarak öğrenmeyi sağlayacak özellik ve yeterlikte olmalıdır.
4. Okullar, kendi aralarındaki ödev verme yarışından vazgeçmelidir.
5. Veliler ödevli okul tercihinden vazgeçmelidir.
6. Öğretmenler özgün etkinlikler kullanarak öğrenmeleri yaşantıya dayandırmalı ve anne babaları bu konuda aydınlatmalıdır.
7. Ders ve çalışma kitapları yaparak yaşayarak öğrenmeyi sağlayacak şekilde yeniden tasarlanmalıdır.
Ali Rıza Çatal