Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Ben yeni doğan bir bebeğim, hep de öyle kaldım. Ablalarım, ağabeylerim ise şanslı. Onlar büyüdü. Ama ben hep beşikte kalakaldım. Neden mi? Çünkü kıtlık yıllarında doğdum.
Bitmek bilmeyen kuraklık var bu topraklarda. Her şeyi kurutuyor; yiyeceklerimizi, umutlarımızı, gözyaşlarımızı, vicdanımızı... Kala kala bu topraklarda benim gibi büyüyemeyen bebekler, çaresiz babalar, talihsiz anneler, bahtsız çocuklar ve her nedense yiyecekleri asla tükenmeyen söz sahibi zenginler zümresi kaldı... Bir anlam veremiyorum ama öyle işte. Ben yeni doğan bir bebeğim ama bunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum; neden herkes çaresiz bekliyor. Neden kimin elinden ne geliyorsa herkes kardeşçe yapmıyor? Var olan her şey kardeşçe paylaşılırsa hiç aç ve açıkta kimse kalır mıydı? Anneler tarlalarda çalışmak için yavrularını saatlerce güneşin altında bırakırlar mıydı? Buna rıza gösterirler miydi?
Hatırlıyorum da bir gün Sümer İmparatorluğunda kıtlık yaşandı. Kuru hava o kadar tesirliydi ki bereketli Mezopotamya nehirlerini hatta ve hatta geleneklerini, dillerini, insanlarını bile yok ediyordu. İşte o gün beşiğimde yatarken annem beni ilk defa tarlanın kenarındaki ağaçta bırakmak zorunda kaldı. Yalnızdım, sıkılıyordum. Ağabeylerim ve ablalarım gibi ben de bu topraklarda koşmak istiyordum.
Sonraki zamanlarda doğa merhametini gösterse de Akad İmparatorluğu da kıtlıktan kaçamadı. Kıtlık çok uzun sürdü. Yüzyıllar boyunca bitmek bilmeyen kuraklık yüzünden annem beni tekrar ve tekrar tarladaki ağacın dalında beşiğimde yatarken bırakmak zorunda kaldı.
Çoğu zaman bu kıtlık illeti ile baş edilemedi. Çok iyi hatırlıyorum sadece bir gün bu zor zamanlarla baş edilebilmişti. Eski Mısır’ın hükümdarı bir gün bir rüya görmüş. Rüyasını ancak bilgili bir kişi açıklayabilirdi. Söylediklerine göre 7 yıl boyunca süren bolluğun ardından 7 yıl sürecek kıtlık dönemi başlayacakmış. Hükümdara; bolluk zamanında israf etmeyin, tasarruf edip ihtiyacınız kadar tüketin, fazlasını da mahzenlerde muhafaza edin dendi. Hükümdar yani Firavun kendisine söylenilenlerin aynen yerine getirilmesi için emir verdi. Sonrasında bugünkü kıtlıktan çok daha şiddetli geçen kıtlığı el birliği ile yardımlaşarak atlattılar insanlar. Kimse kimsenin mağduriyetlerini fırsata çevirmedi. Kimse kimsenin emeğine ihanet etmedi. Kimse kimseye acımasız gaddar ve merhametsiz davranmadı. Keşke ben o gün doğmuş olsaydım.
O günden bugüne kaç defa kıtlık yaşandı bilmiyorum. Binlerce senedir ara ara tekrarlandı. Bazen doğa bu şekilde ceza verip insanlardan öcünü alıyor diye düşündüm. Ama aslında onun çok şefkatli ve merhametli, aynı zamanda da çok cömert olduğunu biliyorum. Tabii ki hep kıtlık olmadı ve olamaz. Bazen de bereket gelir bu topraklara. Kaç defa şahit oldum ve bunları görünce şunu anladım; insanlar kötü günleri çabuk unutur ve maalesef geçmişini hatırlamayanlar kaderlerinde eskileri yeniden yaşarlar. Bu şekilde süren döngüde ben bir kere olsun bile bu toprağa basamadım. Ablalarım, ağabeylerim ise şanslı. Onlar büyüdü. Ama ben beşikte kala kaldım. Neden mi? Çünkü hep kıtlık yıllarında doğdum.
Anadolu toprakları da kaçamadı bu döngüden. Bugün gibi hatırlıyorum. Savaş yeni bitti. İnsanlar yorgun, perişan ama mutluydu. Herkes yarı tok yarı aç dolaşırdı. Bir çorba kaynatmak için doğru düzgün gıda yoktu. Olsaydı da bu çorbayı kaynatacak tencere yoktu. Anadolu’nun neredeyse tüm çanak ve çömlekleri mermi olmak için eritilmişti. Yetmezmiş gibi bir de doğa da bize sırtını çevirdi. Annem beni o gün de tarlada bir ağacın dalında yapa yalnız bırakmak zorunda kaldı.
Zaman akıp geçerken, beşiğimde sallanırken sürekli bir şeyler düşünüyorum. Benim annem neden hep tarlada çalışmak zorunda kalıyor. Neden o da diğer anneler gibi güzel döşenmiş, mis kokan evinde bana ninni söylemiyor? Acaba bir bebek dünyaya gelmeden önce annesini, babasını seçebiliyor mu? Seçemiyor galiba… Peki, bu diğer anneler benim annemi neden görmüyorlar? Ona neden yardım etmiyorlar? Ya da görmek mi istemiyorlar? Sanırım bizim gibi fakir fukaraya açlık, sefalet ve kaderine teslimiyet yakışırmış gibi kabullenmemizi ve öyle de yaşamamızı istiyorlar… Ah! Bu toprağa bir kerecik basabilsem!
Bir keresinde baharın ilk ve son yağmuru, ailemin yaşadığı küçücük kulübenin delik deşik çatısından içeriye sızdı. Islanmış yataklara rağmen annemin ve babamın yüzlerinde hafif bir tebessüm fark ettim. O gülümse bana da bir umut verdi. Dışarıdan bir ses işittim o anda. ''Haydii tarlaya, uyanın.'' Sevincimiz yine yarım kaldı. Buna rağmen ilk defa yoldan giderken kamyonet tekerlerinin altından gelen tozları yutmak zorunda kalmadım. Fakat tarlaya vardığımızda kısa süren yağmur çoktan bitmiş, ardından kavurucu sıcak geri dönmüştü. Yaşamak için yemek yememiz gerektiğini biliyordum. İlk defa annem beni yalnız bıraktığında da üzülmedim. İçime umut doluyordu. Ne de olsa hayatımda ilk defa yüzümde yağmur damlaları hissetmiştim.
Ağabeylerim, ablalarım toprağın çatlaklarıyla oynuyordu. Onları göremedim. Aşağıya doğru eğilip bakamazdım çünkü ben küçücüğüm, yeni doğdum. Annem çalışmaya başlamadan önce beni beşiğe koyup, kucağına çapayı alıp "Allah'a emanet ol, yavrucuğum" deyip gitti. Büyük ağabeylerim ve ablalarım da yardıma gittiler, küçük olanlar ise oyunlara dağıldı. Kaldım yine tek başıma. Havada süzülen böceklerin sesini bir çıngırağın melodisini dinliyormuşçasına usulca beşiğimde yatıyordum.
Uzun bir sessizliğin ardından gözümü gökyüzüne diktim. Havada iki karga gördüm daireler şeklinde dönüyorlardı. Galiba oyun oynuyorlardı. Bir an ellerimi onlara uzatıp dokunmak istedim. Olduğum yerde çırpındım ama daha küçüktüm. Sonra onların sadece benim üzerimde daire çizmeleri dikkatimi çekti. Galiba bana oyun yapıyorlardı. Yavaş yavaş yaklaştıklarını gördüm. Sonra kayboldular. Yüzümü hafif çevirdim ve güneşi gördüm:
-Yağmurdan konuşuluyor köyde. O gelirse kuraklık bitecekmiş. Geldi, fakat kısa sürdü. Sanırım yeterli değil. Ona dua ediliyor tekrar yağsın diye.
- Doğrudur. Bulutlar üzgün olduğunda tekrar gelir ama buradaki bulutlar binlerce yıl sevinip dururlar.
- Ailemin aç kalmasına mı seviniyorlar?
- Hayır, tabi ki. Sadece insanı fark etmiyorlar…
- Üzüldüm doğrusu. Bir kerecik bizi görseler de annem yanımda dursa. Beni bu kavurucu sıcağın altında bırakmak zorunda kalmasa.
- Öyle olsaydı çok kolay olurdu. Maalesef doğanın işleyişini değiştirmek zordur. Bak binlerce yıl akıp geçti. Doğa aynı doğa. İnsan da aynı insan. Birileri tarlada kuraklıkla savaşır. Diğerleri yer. Birilerinin bebekleri bu ağaçta beşikte bırakılır, diğerlerinin ise evin avlusunun gölgeli bir yerinden annelerinin ninnilerini dinler.
- Keşke bu sefer farklı olsa ve ben de kardeşlerimle bu toprakta oynayabilsem! Bir kerecik basabilsem bu toprağa!
- Ama sen oynayıp koşmak için doğmadın. Annene tarlada yardım etmek için de doğmadın. Ailen için bir tane aç boğaz daha olmak için de doğmadın. Sen bu beşikte kalmak için doğdun. Hep de buradasın. Bu senin kaderin.
Güneş ile sohbet ederken onun kavurucu sıcaklığının, üzerime örtülmüş tül perde gibi kaldığını fark ettim. Gitgide ısısı nefes almamı zorlaştırmıştı.
- Canım güneşim, seni severim, beni sık sık mutlu ediyorsun ama şu anda çok fazla ısıtıyorsun. Biraz uzaklaşsan da soluk alsam. Annem de yok ki yanımda, beni gölgeye koysun.
- Ah, sevimli bebeğim, ben seninle ne yapayım. Zaten öleceksin. Binlerce yıl buradayız, senin gibi yüz binlerce bebek gördük, birçoğunuz artık yoksunuz. Arkalarında en fazla bir iki gün ağlayan anneleri gördük. Ve biliyor musun? İnsanlar ders almayan varlıklar. İnsanlar için bir şey yapmamamız, çabalamamız gerekmediğini anladık. Çünkü insan değişmek istemiyor, biz onun için yerlerimizi neden değiştirelim?
- Öyle deme sevgili güneşim, yaşamak herkesin hakkıdır, değil mi? Ayrıca bugün bulutlar bizi görüp üzüldü. Belki de bereket gelir. Onunla birlikte ben de bu topraklarda diğer çocuklarla yürüyeceğim ve büyüdüğümde insanları değiştireceğim. Söz!
- Peki. Sana gölge yaparım ama bu biraz uzun sürebilir. Eğer daha erken olmasını istersen şu sağındaki bulutu ikna etmen lazım.
- Sevgili bulutum, sen ne kadar da merhametli görünüyorsun. Güneş ile anlaştık sen de bize arkadaş olsan güneş ile aramıza girsen ben de biraz soluklansam olmaz mı?
- Merhaba sevimli bebeğim. Tabii ki. Ama ben kendi başıma hareket edemem ki. Rüzgarla konuşup onu da ikna etmen lazım.
- Tamam, teşekkür ederim bulutum.
- Sevgili rüzgarım senin için çok basit bir şey isteyebilir miyim? Bazen sert esip gürlüyormuşsun. Ama sen de çocukları seversin buna eminim. Bulutun üzerimde gölge oluşturması için güneşin hizasına kadar itebilir misin?
- Tatlı dilli bebeğim yalnız bu gölge çok uzun sürmeyecek. Senin gibi binlerce bebek var. Hepsine yetişemeyiz. Hayatın gerçekleri ile yüzleşmen lazım. Zaten biraz sonra annen gelip seni aldığında güneş de biraz daha hareket etmiş olacak. İnsanlar çok fazla ağaç kestikleri için bir gölgelik de bulman zor olacak. O yüzden bu seferlik istediğini yerine getireceğim ama bir daha olmaz.
- Teşekkür ederim güneşim, teşekkür ederim bulutum, teşekkür ederim rüzgarım… Hepinize merhametinizden dolayı teşekkür ederim. Nihayet bu toprağa ben de basabileceğim!
Bu arada hiç ama hiç merhameti olmayan, bana oyun yaptıklarını sandığım kargalar fırsat kolluyorlardı. Göz göze geldik. Kötü niyetlerini fark etmedim, bana dost olacaklarını düşündüm. Ben gülümseyerek selam verince onlar ise gözlerimi gagalamaya başladılar. Bu kıtlık onları da epey acıktırmış olmalıydı. Islak ve korkutucu karanlık çöktü. O an en çok annemin yanımda olmasını istedim ama nafile. Gaga darbeleriyle canım çok yandı var gücümle ağladım. Önce yüzümdeki olan ıslaklığı sonrasında tüm vücudumda hissettim. O kadar şiddetli ağlamama rağmen annem duymadı. Kimse duymamış. Halbuki bu toprağa bir kerecik bile olsa basmak ne güzel olurdu! Umudum tükenmek üzereyken ve bu beşikte sonsuza dek kalmak üzereyken annemin feryatlarını duymuştum.
- Bugün kardeşlerin aç kalsaydı da ben seni burada bakmasaydım. Ah bahtsız bebeğim, ah!
Ben yeni doğan bir bebeğim. Hep de öyle kaldım. Ablalarım, ağabeylerim ise şanslı. Bu toprakta koşarak, gülerek büyüyorlar. Ama ben hep beşikte kala kaldım. Neden mi? Çünkü insanın hafızasını ve vicdanını kurutan kıtlık yıllarında doğdum...
Selçuk Tütak