Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı: Öğretmenlerimize çok güveniyorum. Fatma Gülşen Koçak, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne daha önce gitiklerimden ayrı bir heyecan vardı
Fatma Gülşen Koçak Pazartesi Sohbetleri İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne daha önce çok gittim. Fakat son gittiğimde herkeste ayrı bir heyecan vardı. Personelin yüzleri gülüyordu. Milli Eğitim ekibinin çalışma şevkinin arttığını gördüm. Yeni İstanbul Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı kısa sürede eğitim camiasında büyük bir sinerji oluşturmuş. Medya, Kültür ve Eğitim dünyasından seçkin kişilerin katıldığı bütün ortamlarda Yazıcı’ya dair çok takdir dolu cümleler duyuyorum. Özellikle kendisini tanıyanlar başarılarını anlata anlata bitiremiyor. Daha önce görev yaptığı Tokat’ta silinmez izler bırakmış bir bürokrat Yazıcı. Tokat’tan ayrılırken sosyal medyada hakkında yazılan olumlu cümleleri okuyunca Eski Tokat ValisiRecep Yazıcıoğlu’nun görev yaptığı şehirden ayrılırken hem kendisinin hem de halkın döktüğü gözyaşlarını izlediğim video geldi aklıma. Bu ülkeninRecep Yazıcıoğlu gibi Valilere Levent Yazıcı gibi Milli Eğitim Müdürlerine ihtiyacı var. Halka hizmeti Hakk’a hizmet gören dava adamlarıyla yükselecek Türkiye. İşini aşkla yapmayan sorunların çözümünde öncü olmayan koltuğunu korumak için kırk takla atan ama halkın derdini çözmek için bir adım atmayan kişilerle 2023 hedefi yakalanamaz...
Projelerinden bahsederken heyecandan sesi titreyen Yazıcı’nın İstanbul’da başarılı olacağına inanıyorum. Yoğun gündemi arasında kendisiyle röportaj yaparken keşke bütün makamları işgal eden kişiler bu idealde olsa diye düşündüm. Çünkü bu ülke ilişkileriyle değil, işini en iyi yaparak makamlara geçen kişilere hasret. Yeni sistem ancak liyakatla kurulur. Bu hafta liyakat sahibi bir eğitim yöneticisiyle İstanbul Milli Eğitim’in çiçeği burnunda Müdürü Sayın Levent Yazıcı ile okulların açılma evresinde eğitimin meselelerini konuştuk. Buyurun okuyalım efendim. Hayırlı haftalar...
Fatma Gülşen Koçak
Başarılı bir yönetici olarak çalışma arkadaşlarınız tarafından çok sevilen bir yöneticisiniz. Sizin Tokat’tan ayrılma sürecinde büyük bir sevgi ve saygı ortamı kurduğunuzu gördük. Bunu nasıl başardınız?
Öncelikle birlikte çalışmaya çok inandım. Yapılan işlerin hepsinde ortak bir birlikteliğin bereket getirdiğini gördüm. Bu bereket kavramının özellikle altını çiziyorum. Bireysel yapılan çalışmalar yerine birlikte üretilen her türlü çalışmanın gerçekten farklı bir zenginlik ve bereket getirdiğini gördüm. Özellikle amacı aynı olan insanların ki amaç bizim eğitimimizde çocukların güzel yarınlara ulaşmaları, eğitim süreçlerinin sürekli olarak geliştirilmesi, eğitim sürecinin geliştirilmesi ile birlikte ülkenin eğitimden beklediği değerleri oluşturabilmesi gibi üst amaçlarımız vardır. Bu amaçlar doğrultusunda arkadaşlarımla birlikte bu inancı sağlamak üzere de birlikte çalışma çok önemliydi. Belki biraz önceki bahsettiğim konu da oydu. Ben araştırma geliştirme çalışmalarını yürüttüğüm arkadaşlarımla özel yaşamımı da onlarla bütünleştirdim. Mesela ben ailemle gittiğim yerlerin dışında yine ailemle beraber ancak araştırma-geliştirmede çalıştığım arkadaşlarımla gittim. İyi yerlere de, zor yerlere de, problemlere de, cenazeye de, düğüne de beraber gittim. Bu belki de doğal seyrindeydi aslında. Arkadaşlarımızla çalışırken yaşamı paylaştığımıza inandım. Yaşam dediğimiz şey birlikte oluşuyordu. Birbirimizle yaşamaya alışmamız gerekiyordu. Bu bağlamda baktığımız zaman ben mutluluğu da bunun içerisinde buldum. İçeride arkadaşlarım çalışıyor, ben onlarla birlikte çalışıyorum. O zaman birlikte olmaktan mutlu olmak, birlikte üretmek, aynı adanmışlık duygusuna sahip olabilmek çok önem arz ediyordu. Zannediyorum bu birlikte çalışma, birbirine güvenme, koşulsuz saygı duyma, birbirini cesaretlendirme çok önemliydi. Doğal olarak da bu bir ortak geçmişi ve ortak değerleri oluşturdu. Ondan ötürü böyle bir durum oluştu diyebilirim.
Tokat Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığınız dönemlerde çok güzel projelere imza attınız. Bu projelerden bize biraz bahsedebilir misiniz? Tokat’ta neler yaptınız?
Mesela “Öğretmenin Yüreği” adında çok önemsediğimiz bir çalışma yaptık. Aslında öğretmenlerimizin yüreklerinin ne kadar temiz, ne kadar yüksek bir seciye sahibi olduğunu gösteren bir çalışma oldu. Özellikle öğretmenlerimizle birlikte her okulumuzda, il genelinde anne veya baba yoksunu veya her ikisinin birden yoksunu olan çocuklarımızın yaşamlarını, anne ve baba eksikliğinden kaynaklanan gelişimlerimi ve akademik çalışmalarını destekleyecek bir çalışma yaptık. Devlet bu tür çocuklarımıza çok yönlü olarak destek oluyor. Ama biz özellikle bu çocuklarımızın akademik yönlerini izleyip desteklemeye çalıştık. Yani bir çocuğun eğer babası olsa, onunla okul saatleri dışında nasıl ilgilenecekse biz o şekilde ilgilenmeye çalıştık. Bunu öğretmenlerimiz yaptı. Öğretmenlerimiz kendi okulunda var olan öğrencilerin akademik başarılarını ve geleceklerini birlikte izlediler. Birlikte çalıştılar, eksik öğrenmelerini tamamladılar. Onların başarılı olması için büyük bir emek sarf ettiler. Bundaki temel amacımız şuydu; bu çocuklarımızı kaybetmemek. Ebeveyn eksikliğinden ötürü eğitim sürecinden kopmalarını engellemeye çalıştık. Buna hep beraber inanarak çalıştık.
Diğer bir çalışma benin çok inandığım “Özgün Öğretim Materyalleri” çalışmasıydı. Yani öğretmenlerimizin materyal geliştirmesini sağlayan bir projeydi. Burada özellikle öğretmenlerimizin materyal geliştirmelerini desteklemeye çalıştık. Türkiye genelinde ulusal olarak bu sene 4’üncüsünü yaptık. Yani Tokat’a yaklaşık yetmiş ilden öğretmenimiz başvurdu. Kategori olarak ilkokul, ortaokul, lise ve okul öncesi düzeyinde geliştirdikleri öğrenme materyallerini önce bize dijital ortamdan gönderiyorlardı. Bu materyalleri inceleyip en başarılıları Tokat’a davet ediyorduk. Tokat’a geldiklerinde o materyallerini sergiliyorlardı. Jüri nihai değerlendirmeyi yaparak öğretmenlerimizi hem ödüllendirme sürecini, hem de kaynaşmayı sağlıyordu. Bütün materyalleri bir e-kitap hâline getirdik ve öğretmenlerimizin kullanabileceği şekilde üretime dökmeye çalıştık.
Yine özel eğitim alanında “Neşeli Günler” isimli proje uyguladık. Şuna çok inanıyorum: Çocuklar okulda mutlu olsunlar, mutlu yaşamlar ve aileler kursunlar, istedikleri mesleklerde çalışsınlar, ailelerinde mutluluk ve huzur olsun ki hepsi üretsin ve bu da topluma yansısın. Daha yaşanılabilir bir toplum olsun. “Neşeli Günler” uygulamasının çıkışında özellikle engelli öğrencilerimizin anneleri ile “Anlat Beni” diye bir proje yapmıştık. Bunu bir kitapçık hâline de getirdik. Bu annelerimiz çocukları ile ilgili yaşadıkları zorlukları anlattılar aslında. Çok önemli bir karşılık da buldu. Hatta buradaki kitapları bütün ortaöğretim öğrencilerimize okuttuk ki aslında bununla ilgili kendileri bir değer oluşturabilsinler. Hep annelerin şu hikâyelerini okuduk: Mesela bir anne dedi ki; “Ben hayatım içerisinde 20 yıldır hiç sinemaya gitmedim. Ben 20 yıldır toplum içine çıkmadım.” Çünkü iki çocuğu da yürüyemiyor, konuşamıyor, gülemiyor. Bu sorunlar yürek yakan sorunlar. O annelerin aslında yaşamdan sanki kendi kendilerini tecrit ettiklerini gördük. Bu bağlamda annelerimiz için bir şeyler yapmak istedik. Çıkan projeyi köklü ve yerleşik bir şekilde 5 yıl uyguladık. Yaz tatillerinde bu annelerimiz için birlikte olacakları, birlikte eğlenecekleri, birlikte gülecekleri, dertlerini belki biraz unutabilecekleri kurslar düzenledik. Her sene öğrenmek istediklerini ve yeni becerilerini konuştuk. Onlara kurslar açtık. O kursları açtığımızda aynı şekilde diğer çocuklarımız için de öğrenme ortamları oluştu. Bunu da sınırlı tutmadık. Onları haftada iki gün gezilere götürdük. Havuza giremeyecek olduğu düşünülen çocuklar havuza girdiler ve yüzdüler. Niksar’ın yaylalarına çıktık, gece orada yattılar. Büyük kömür ateşinde mangal yaptılar. Samsun’a Ordu’ya gezilere gittiler. Tokat Reşadiye kaplıcalarına gittiler. O kadar kendi içlerinde güzellikler yaşadılar ki… Bana gönderdikleri bazı mesajları var, inanamazsınız.
Ziya Selçuk’un bakan olarak atanması toplum birçok kesiminde büyük bir heyecan uyandırdı. Ziya Selçuk ile ilgili kanaatlerinizi alabilir miyiz?
Aslında bakarsanız Sayın Bakan’ımız ile ilgili bizim kanaatlerimiz, bizzat ona inanan ve onun ekibinde olan birisi olarak tabii çok farklı olabilir. Ben öncelikle Sayın Bakan’ımızın gerçek bir eğitim lideri olduğunu düşünüyorum. Kendisi bakan olmadan önce, eğitim içerisinde çalıştığım dönemlerde gerek öğretmen, gerek yönetici, gerek müfettiş olarak kendi yazdığı çalışmalardan çok yaralanıyordum. Sınıf içi rehberlik uygulamalarından, ürettiklerinden ve özellikle öğretmenlerle yaptığı çalışmalardan bizzat kaynaklarından yararlanarak anlatıyorum diyebileceğim bir eğitimciydi. Böyle bir eğitimcinin bizim bakanımız olması, bizzat eğitimimize yön vermesi benim için çok pozitif bir durum oluşturdu. Yani çok inandığımız, iyi şeyler yapmak istediğini bildiğimiz bir eğitim liderinin Milli Eğitim Bakanı konumunda olması bütün topluma çok pozitif duygular uyandırdığı gibi biz aslında onunla birlikte çalışan eğitimcilere de çok büyük bir heyecan verdi. İnşallah biz bu heyecanın hakkını vermeye çalışacağız.
Sizce Milli Eğitim’in temel sorunları nelerdir? Bunlar nasıl çözebiliriz?
Milli Eğitim’imizin temel sorunları aslında Milli Eğitim’in ana lokomotifi olan öğretmenlerimizin desteklenmesi ile ilişkili bir durumdur. Yani öğretmenimizin var olan öğrenme macerasının öğrencilerini çok yönlü geliştirecek şekilde desteklenmesi çok önem arz eden bir durumdur. Bu sadece öğretmen değil yönetici olarak çalışan öğretmenlerin de çok yönlü olarak desteklenip geliştirilmesi demektir. Yani ne kadar donanımlı, yetkin, çok yönlü birikime sahip bir öğretmen kadrosu oluşturabilir ve geliştirebilirsek aslında ülkenin yarınlarının o oranda umut verici olduğunu düşünebiliriz. Eğitim gerçekten dünyanın bütün ülkelerinde itici bir güç, gelişmeyi sağlayan ana unsurdur. Çünkü istenen nitelikte bütün sektörlerin ve sanayinin kurulmasını temin edecek insan gücünü de yetiştirecek öğretmenlerdir. O zaman bugün bahsettiğimiz yapay zekâlar belki yeni insan modelleri ve anlayışları, yeni sektörler, karanlık fabrikalar; bunların hepsinin kurulması aslında eğitimli insanla mümkündür. Ama eğitimli insanı sağlayacak öğretmenin çok yönlü yetiştirilmesi ve donatılmasını bunun içerisinde ana unsur olarak görmek gerekiyor. Ben bu yönü ile öğretmenin desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani eğer umutlarımızı arttıracak ve büyüteceksek öğretmenlerimizi destekleyip büyüterek yapabiliriz. Ne kadar çok öğretmenlerimizi sarıp sarmalarsak, onları geliştirirsek, desteklersek, yüceltirsek, o oranda çok daha nitelikli ve güzel yarınlarımız olacak diye düşünüyorum. Diğerleri zaten dünyanın gelişiminden bağımsız değil. Kendi içerisinde mutlaka sorunlar olabilir. Ama ana unsur olarak öğretmenlerimizin bu yönüyle desteklenmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Okullar açılırken velilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Okullarımız açılırken velilerimizin öğrencilerimizi okula sadece fiziki olarak hazırlanmaları değil aslında öğrencilerimizin algı ve psikolojik olarak da hazırlanmaları çok önemli. Aslında öğrencilerimiz için yaşam bir okul olarak devam ediyor. Bu yönüyle algıları, dikkatleri her an açık, sürekli olarak ebeveynlerinden öğrenen, modelleyen bir yapıda öğrencilerimiz. O yönüyle velilerimizin çocuklarını aslında hayata hazırladıklarını söyleyebiliriz ama tutumları ve davranışlarıyla okula da hazırlıyorlar. Okula hazırlamak ne demek? Bence okula hazırlanması çocuğun çantasının, defterinin, kaleminin alınması değildir sadece; okuldan yararlanmasına dönük çocuğumuzu algısal olarak desteklememiz gerekiyor. Okulun çok özel bir çevre olduğunu çocuklarımıza hissettirerek, okuldan çok üst düzeyde yararlanmalarının mümkün olduğunu onlarla paylaşarak okula hazırlamalıyız. Okuldaki öğretmenin çok değerli olduğunu, öğretmenle beraber yaşamının değişebileceğini, okulla beraber yarınlarının çok daha güzel olabileceğini sürekli olarak vurgulamamız gerekiyor. Okulun eksikleri, hataları, problemleri üzerinde biz eğitim yöneticileri çoklukla dururuz. Ama öğretmenlerimizden, velilerimizden bunlar yerine o öğrencinin okuldan alabileceği pozitif değerler noktasında teşvik edilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani velimizin okuldan bahsederken bir harikalar diyarından bahseder gibi bahsetmesini, okula sürekli olarak çocuğu vasıtasıyla olumlu mesajlar göndermesini çok isterim.
Öğretmenlerin performansı her zaman tartışılan bir meseledir. Öğretmenlerimiz motivasyonlarını arttırmamız için önerileriniz nelerdir? İstanbul’daki öğretmenlerin başındaki bir yönetici olarak ne önerirsiniz?
Öncelikle okuldaki alınan bütün kararların öğrenci faydasına dönük olması çok önemli deriz hep. Bir okulla ilgili bir karar alıyorsak bu kararın çocuklara acaba nasıl yansıyacağını düşünerek almalıyız. Ben bunun hemen yanı sıra öğretmeni koyuyorum. Yani okulla ilgili bir karar alırken de öğretmenlere etkilerini düşünmemiz gerekiyor. Yani öğretmenle ilgili olarak alınan kararlarda öğretmenler ne kadar söz sahibi olurlarsa o oranda o kararın etkili ve verimli olabileceğine inanıyorum. O yüzden bu karar süreçlerinin içerisinde öğretmenlerimiz her zaman olmalılar. Bu oluş aslında öğretmenimizin okuldaki anlamını perçinleyen -motivasyon olarak adlandırırsak- öğretmenimizin motivasyonunu olumlu etkileyecek bir durumdur. Yapılan bütün düzenlemelere ve kararlara öğretmen gözüyle bakmanın, aslında biraz önce bahsettiğimiz ve konuştuğumuz hisleri uyandıracağı kanaatindeyim.
İstanbul birçok ülkeden daha fazla yüzölçümüne ve nüfusa sahip. Dolayısıyla sorunları da bir o kadar büyük. Sizin hedefleriniz nelerdir?
Ben heyecanımızı büyütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aslında o heyecan biraz da çalışmalarımızı ve çabalarımızı etkili kılıyor. Mesela bir öğretmen olarak o heyecanımı çocuklarıma aktardığım zaman daha iyi şeyler olduğuna inanıyorum. Bir yönetici olarak birlikte çalıştığım insanlara o heyecanımı aktarabildiğim ve onları inandırabildiğim oranda benle çalışacaklarına inanıyorum. Bu yönüyle heyecanımızı sürekli üst düzeyde tutacak çok önemli bir motivasyonumuz var aslına bizim. O da üzerimizdeki sorumluluk. Bu sorumluluğun verdiği çok üretme, çok çalışma gerekliliği. Bu nedenle de her günümüzün bir öncekinden daha iyi olmasını temin edecek şekilde sürekli gelişimi benimseyerek her gün okulumuzla ilgili farklı çalışmalar yapmaya devam edeceğiz. Bunun içerisinde ilimizde var olan ve çok iyi uygulanan çalışmalar var. Mesela biraz önce öğretmenin desteklenmesi derken Öğretmen Akademisi gibi, Harezmi modeli gibi modeller çok iyi şekilde uygulanacak. Öğrencilerimizin şehirlerini tanımalarını, sevmelerini destekleyecek çalışmaların yürütülmesi, okuma alışkanlıklarını çok yönlü geliştiren destekleyen ve onları çok yönlü olarak yaşama hazırlayan ve bu yaşama hazırlamak ile birlikte sağlıklı ve mutlu bireyler olarak yetişmelerini sağlayan bütün çalışmaları okul merkezli olmak üzere uygulayacağız. Bu konuda öğrencilerimizin yaşamında onları olumsuz etkileyebilecek, tehdit edebilecek bütün bağımlılıkları da engelleyecek çok yönlü çalışmalar yapacağız. İçişleri Bakanlığımız, Gençlik ve Spor Bakanlığımız gibi bakanlıklarımızla ortak çalışmalarımız olacak. Bu çalışmalarımızın hepsini de öğretmenlerimize güvenerek öğretmenlerimizle yapacağız. Öğretmenlerimize çok güveniyoruz.
Yeni yapılacak okulların mimarisinde kendimize has, kendi tarzımızı yansıtacak mekânlar var mı? Sizce mekânların eğitime katkısı nedir?
Milli eğitim bakanlığımız son yıllar içerisinde tekrar projelerimizi revize etti. Kendi kültürel değerlerimizdeki, mimarimizdeki projeleri de kapsayacak şekilde ihtiyaca göre çok seçenekli projeler geliştirildi. Bunlar mutlaka İstanbul’umuzda da uygulanıyor ve uygulanmaya da devam edecek. Biz de buna küçük bir katkı olması için ilimizde inşaat emlak birimi içerisinde “okul estetiği” isimli bir birim oluşturduk. Okul estetiğinin içerisinde fiziki yapılanma ile beraber okuldaki seçilecek renklere, renk uyumuna, çocuklardaki estetik duygu ve değerleri geliştirecek tarzdaki yaklaşımlara kadar bir danışmanlık görevi görecekler aslında. Okulda alınacak eşyaların uyumu, estetiği, ergonomikliği, çocuklara katacağı değerler noktasında da danışmanlık yapacaklar. Çok yeni, daha yeni oluşturduğumuz bir çalışma. Onun kurgusunu yapmaya devam ediyoruz. Sorunuzla bağlantılı olmak üzere tabii ki fiziki durum da öğrenmede çok olumlu etkilerde bulunabiliyor. Eğer öğrencilerin öğrenmesini destekleyecek eğitim ortamlarımızı geliştirebilirsek öğrencilerimizin öğrenme maceralarını çok daha eğlenceli, heyecanlı ve kalıcı hale getirebiliyoruz.
Eğitimin pek çok kademesinde görev yapmış biri olarak unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Yeni çalıştığım bir öğrenci grubunda aday öğretmenim. Çocukların okula gelmelerini çok önemsiyorum. Gelmezlerse benim için büyük bir olumsuzluk oluşacağını düşünüyorum. Böyle bir gün gelmeyen bir öğrencinin evine gittim. Tabii öğrencim okula gelmek istemiyordu. Annesine “Kapıyı açma.” diyordu. Okula gitmeyecek yani. O kapının arkasında bense dışındayken ve kapı kilitliyken onu ikna etmek için yaptığımız konuşmayı hiç unutmam. Ama ondan sonra çok başarılı bir öğrenci olduğunu söyleyebilirim. Hâlâ bugünlerde beni arayan yeni görevimde de beni arayıp hayırlı olsun diyecek kadar bağını koparmayan zarif bir öğrencim oldu.
Okumayı sevdirmeye yönelik ne tür projeler düşünüyorsunuz?
“Okullu Okulsuz, Okuyoruz Yazıyoruz” tarzı çalışmalarımızın yanında, İstanbul’da farklı boyutta uygulanan çalışmalarımız var. “Yazarlar okullarda” gibi çalışmalarımız mevcut. Çocuklarımızın kitapla buluşmalarını temin etmek için bütün engelleri kaldırmak istiyoruz. Okul kütüphanelerimizi zenginleştirmek, güzelleştirmek, okulun en özel yeri hâline getirmek, kitap okuyanın okulda çok değerli olduğunu hissettirdiğimiz uygulamalar hepsi birlikte devam edecek. Tabii Milli Eğitim Bakanlığımızın “okuyan yediler” gibi yürüttüğü yarışmalar, yurtta kalan öğrencilerimiz için ayrı çalışmalar var. Bunların hepsi çok değerli. Bu bağlamda biz de İstanbul’umuzda öğrencilerimizin okuma heyecanlarını ateşleyecek, öğrenme meraklarını kitapla bütünleştirecek çalışmaları yürüteceğiz. Bunların hepsinde yazarlarla öğrencilerimizi buluşturacağız, öğrencilerimizin kitap fuarlarına, edebiyat ortamlarına girmelerini kolaylaştıracak uygulamaları hayata geçireceğiz. Öğretmenlerimizin okuma konusundaki zaten çok önemli tutumları var.
Sizin okuma sevginiz nasıl başladı? Hangi tür kitapları okuyorsunuz?
Ben farklı perspektifte okumayı çok seviyorum ama ilk okuma heyecanımı tarihî kitaplar okurken buldum kendimde. İlk kitap okumayı sevdiğimi anladığım eserlerin tarih kitapları olduğunu söyleyebilirim. Okumanın yaşamımız için önemli olduğuna çok inandım. Vazgeçilemez bir yaşam alışkanlığı diye düşünürüm.
Okul öncesi eğitim hakkında neler düşünüyorsunuz?
Okul öncesi eğitim, öğrencilerimizi aslıda okula hazırlarken çok önemli bir fark oluşturuyor. Belki geçmişinde okula hazırlanırken 4-5 senelik bir ömründe aynı ortamda aynı imkânları bulamayan birçok öğrencinin aslında aynı şartlara ulaşmasını sağlayan, fırsat eşitliğini temin eden bir öğretim kademesidir. Biliyorsunuz özellikle özel eğitime ihtiyaç duyduğumuz öğrencilerimiz için okul öncesi eğitim zorunludur. Bu zorunluluğa neden de bu fırsat eşitliğini, eksik öğrenmeleri veya eksik yaşamsal getirileri bütünleştirmeye yönelik bir çalışma olmasıdır. Öğrencilerin özellikle de uluslararası düzeyde yapılan yarışmalarda çok ortaya çıkan net bir fark var. Okul öncesi eğitimi almış olmak veya almamış olmak. Eğer okul öncesi eğitim aldıysanız bu pozitif bir etki yapıyor. Aksi ise negatif bir etki oluşturuyor. Okul öncesi eğitim aslında bir bakıma ilk düğme. Eğitimle ilgili ilk düğmenin çok iyi iliklenmesini sağlayan bir kademe. Bu bağlamda da öğrencilerin yaş durumu itibari ile yaşamlarının en kritik dönemleri. Kişiliklerinin geliştiği en önemli dönem. Ön yargı taşımamak adına şu cümleyi kuruyorum; insan her zaman değişebilmeli, gelişebilmeli. Bu kaçınılmaz. Ama kişiliğinin önemli bir bölümü bu dönemde oluşuyor. O dönemde çocuğa mutlaka pozitif etkiler gerekiyor. Birçok değeri öğrenebildiği benimseyip yaşam alışkanlığı hâline getirebildiği bir dönem. Bu dönem içerisinde de özellikle öğrencilerimizin öğrenme merakları, ilgilerinin de çok açık olduğu bir dönem. Bu dönem içerisinde özellikle çocuklarımızın oyunla çok net öğrenebildikleri, oyunun çok güçlü bir motivatör olduğu bir dönem. Yani bu kadar motivasyonla öğrenebildiği dönemler azalmaya başlıyor. O yüzden çok şeyin bu okul öncesi dönemde öğretilebileceğini düşünüyorum.
Okullarımızda eğitim verdiğimiz çocuklarımıza yerli ve millî bir bakış açısı kazandırmak için neler yapılmalıdır?
Aslında bakanlığımızın biraz önce bahsettiğim programlarımızda kök olarak yer alan çocuklarımızdaki millî ve manevi değerlerimizi destekleyip besleyen ana unsurlar çocuklarımıza çok yönlü olarak kazandırılmaya gayret ediliyor. Ama aynı zamanda çocuklarımıza kendi yaşamımızda örnek olmanın öneminden bahsediyoruz. Her çalışmada, her uygulamada, her bakış açısında çocuklarımızla ilgili eğer bizi biz yapan değerlerimizi, kendi ortak dil ve tarih birliğimizi çocuklarımıza çok iyi anlatıp onlara örnek olabilecek bir tarzda ebeveynler belki toplumun önündeki insanlar olarak yaşarsak belki çocuklarımızın bunu yaşam içerisinde görmeleri halinde millî ve yerli bir duruşa sahip olabileceklerini düşünüyorum. Bu millî ve yerli duruşu sadece mevcut olan gerçek kişiler üzerinde değil aslında toplumdaki bütün yansımalarla, medyayla, sosyal yaşamla her boyutla göstermek gerekiyor. O yüzden bir bütün olmaya ihtiyacımız var. Yani çocukları sadece aile veya okul yetiştirmiyor ve etkilemiyor. Çocukları aynı zamanda televizyon yetiştiriyor, etkiliyor. Kaynak olarak ona yöneliyor. İnternet aynı boyutta çocuklarımıza farklı bir dünya açıyor. Bu sınırları olmayan bir dünya. O yüzden çocuklarımızın her türlü gelişiminde temaslarında çocuklarla oluşan çevrede millî ve yerliyi tabii ki vurgulamak gerekiyor. Belki tercih ettiği tüm alışkanlıklarında aynı mesajı hissetmesini sağlamak gerekiyor. Ama öncesinde bizim de o mesajı doğru olarak algıladığımızı hissettiren bir yaşam alışkanlığı içerisinde olmamız gerekiyor.
Eğitim dünyasında çokça dillendirilen “Finlandiya Modeli” diye bir model var. Biz kendi modelimizi niye ortaya çıkaramıyoruz? Kendi eğitim sistemimizi neden kuramıyoruz?
Aslında Finlandiya modeli Finlandiya’da var zaten. Aslında sadece salt bir Finlandiya modeli yok. Birbirinden etkileşen bir dünya var. Hepimizin bahsettiği globalleşen ve sınırların kalktığı bir dünya var. Eğitimdeki yeni bulguların, değerlerin birbirinden etkilenmemesi mümkün değil. Eğitimde yeni bir model, bir öğretim yöntemi konuşuyorsanız hemen bu etkileşim gerçekleşiyor. Okuma-yazmada yeni bir model benimsiyorsanız bu hemen yayılıyor. Bu Finlandiya’dan da çıksa, Türkiye’den de veya başka bir ülkeden de çıksa yayılıyor. Biz kendimize özgü modellerimizi oluştururken hem yerelden hareket etmek çok önemli. Ama evrenselden de yola çıkmamız gerekiyor. Evrenseli kendi milli argümanlarımızla uygulayıp özümsememiz gerekiyor. Bu nedenle etkileşimi belli oranda doğal karşılamak lazım. Çünkü ihtiyaçlar evrensel. İnsan yarın rekabet edebilir bir birey yetiştirirken, kendi gelişiminde ve dünyada güçlü olabilen Türkiye’yi 2023’ü, 2071’leri konuşurken evrensel gelişim alanındaki birçok uygulamadan soyutlanmak mümkün değil. O yüzden tabii ki evrensel değerleri çok iyi öğrenmemiz, bunları uygularken de kendi özümüze uygun modellerle hayata geçirmemiz gerekiyor. Aslında bu bize özgüyü de oluşturuyor. Kendi modelimiz oluşmuş oluyor.
2023’ü hedef alan Türkiye’nin eğitim felsefesi ne olmalıdır?
Kendine güvenen, kendi değerlerine sahip çıkan, millî ve yerli bir duruşu olan, ülkesini ve milletini seven, ülkesinin yarınları için her türlü değerleri geliştirmeyi hedefleyen, rekabet edebilir, dünya ekonomisi ile, sanayisi ile özellikle bilişim alanındaki yeterlilikleri ile kendini çok iyi hazırlayan bir ülke olmak zorundayız. Çocuklarımızı zaten yarınlarımız için yetiştiriyoruz. O zaman yarınlar için yetiştirirken de yarın öne çıkacak olan gelişmeleri teknolojide bilimde mutlaka dikkate alarak ona dönük yetiştirmemiz gerekiyor çocuklarımızı. Günümüzde okuma yazma öğretmek çok önemli ama dijital okuryazarlık da çok önemli. Yazılım dilini öğrenmek çok önemli. Kodlama yapabilmek, bilişim alanında yetkin olabilmek çok önemli. O zaman bu evrensel değerler dediğimiz değerleri, ülkemizi 2023’e taşırken çok iyi öğrenmemi gerekiyor. Ama bunları öğrenirken kendi öz benliğimizden kopmadan 2023’e ülkemize inanarak, birbirimize güvenerek, toplum olarak gerçekten bir bütün olarak çalışmamız gerekiyor. Çok çalışmamız gerektiğine inanmamız gerekiyor. Hepimiz için çalışmanın vatan için, millet için, kendi ülkesinin geleceği için çok önemli olduğuna inanıp çocuklarımızla birlikte aynı duyguları paylaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Böylece 2023 veya ötelerinde, inşallah ülkemizin önünün çok açık olduğunu düşünüyorum.