Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
1935 yılında Milli Eğitim Bakanı olan Saffet Arıkan, köhne eğitim sistemi içinde bir yıldız gibi parlayan Resim-Elişi Öğretmeni İsmail Hakkı Tonguç’u hemen fark eder. Birkaç kez sohbet ettikten sonra bir gün onu bakanlığa çağırarak kendisini İlköğretim Genel Müdürü olarak atadığını bildirir. Tonguç şaşırır, eğitim uleması karşı çıkar. Yükseköğrenim görmemiş basit bir resim öğretmeninin bu göreve atanamayacağı söylense de Almanya’daki öğrenim belgelerinin yeterli olacağı söylenerek Tonguç göreve getirilir.
Elbette o tarihte İsmail Hakkı Tonguç dışında kimse bu atama ile Türkiye’de büyük bir devrimin başlayacağını bilmemektedir. Tonguç ise kendisine verilen görevin bir ülkeyi ayağa kaldırabilecek yegâne görev olduğunun farkındadır. Hemen kolları sıvayıp işe koyulur. Adımlarını çok göze batmadan, planlayarak atar. Önce eğitmenlerin yetiştirilmesi ve Köy Öğretmen Okulları, sonra Köy Enstitüleri ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ile cumhuriyetin kılcal damarlarını açmaya başlar. Yüzyıllardır uğranmamış köyler can suyunu almakla coşarlar. Tarlalar derslik halini alır. Üretim bilgiyle, kitap köylü çocuklarla buluşur. Yurdun dört bir yanındaki köylerde umut filizlenir.
Tonguç ve arkadaşları öylesine farklı bir kadro kurmuşlardı ki kendilerine sarsılmaz bir güven duyuluyordu. Bir gün müsteşar Sungu, İsmail Hakkı Tonguç’a:
- Senin daireden gelen evrakı okumadan imza ediyorum, sen dikkat ediyor musun? deyince Tonguç yanıtladı:
- Onları Ferit hazırlar Hocam ben de okumam.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, değiştirmeye çalıştıkları geleneksel eğitim sistemini şöyle anlatıyordu: “Öğretmen oturur, öğrenci gelir, öğretim programı vardır, kitap vardır, dersin öğretmeni söyler, öbürleri de Arif’in keçisi gibi dinlerler, mesele biter, diploma alınır, devlet hazinesine eller dalar ve oradan geçinilip gidilir.”
Köy enstitüleriyse tümüyle farklı bir eğitim yöntemini benimsemişti. Yüksek Mimar Mualla Eyüboğlu bu sistemi şöyle anlatıyor:
- Biz okulda Pisagor teoreminin niye öğretildiğini kavrayamazdık. Oysa köy enstitüsünde bunu öğrenciye çatı makası bağlarken anlatıyorduk. Öğrenci öğrendiğinin işe yaradığını somut olarak görüyor ve iş yaparken öğrendiği bu bilgiyi bir daha hiç unutmuyordu.
Köy Enstitülerinin yarattığı değişim yalnızca okulun içinde kalmadı, Köy Enstitüleri binlerce yıllık geri kalmış bir anlayışı da sarsmaya başladı. Eski düzenin sahipleri köylerde filizlenen bu yeni okullara cephe almaya başladılar. İsmail Hakkı Tonguç, “Efendim buradaki yetmiş beş köyün kadını, erkeği, çoğu silahlıdır, bizi hiç çekinmeden vururlar” diyen stajyere şöyle yanıt vermişti:
- Bu bir seferberliktir, savaştır. Sizi şehit verirsek yerinize dört kişi göndeririz, onları da vururlarsa sekiz kişi yollarız, ta ki bu savaş kazanılana kadar.
İsmail Hakkı Tonguç görevde kaldığı 11 yıl içinde 61 il merkezi, 305 ilçe ve 9.105 köy gezer. Bir gün gene köyleri gezerken Ilgaz’da bir ilkokulun önünde durur. 45 yaşlarındaki öğretmen, kim olduklarını bilmeden ziyaretçilere okulu gezdirir. Tavandan bir tasa su damladığını gören İsmail Hakkı Tonguç:
- Akıyor mu?
- Evet.
- Köylüler çatının onarımına yardımcı olmuyorlar mı?
- Yok. Çankırı Milli Eğitim Müdürlüğüne üç kez yazdım, yanıt bile vermediler.
- Peki, siz bir şey yapamaz mısınız?
Adam terslenir:
- Ben başöğretmenim, dam aktarıcısı değil.
Tonguç dışarı fırlar, bahçenin köşesinde birkaç sağlam kiremit bulur. Merdiveni duvara dayayıp çatıya çıkar. Kırık kiremitleri toplayıp yerlerine sağlam olanlarını koyduktan sonra aşağı inip, pencereden kendisini seyreden başöğretmenin yanına gelir, “Dam yine akarsa Çankırı’ya yazma, bana haber ver, ben gelir damı aktarırım” deyip kartını uzatır. Başöğretmen kartı görünce bayılacak gibi olur ancak Tonguç özürlerini dinlemeden çıkıp gider.
Bazen kendi çocuğu bile kendisini anlamaz. Birlikte seyahate çıkmayı önerdiği oğlu Engin, coğrafya sınavını bahane edince Tonguç sinirlenir:
- Sınav sınav… Ne çıkacak bu sınavlardan! Coğrafya sınavıymış. Coğrafya çalışmanın böyle bir geziden daha iyi bir şekli olabilir mi?
CHP içindeki sağcılar, eğitim kadrolarını ele geçirince ilk işleri köylere can veren enstitülere saldırmak olur. 1946 yılında Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla Köy Enstitülerine düşman kadrolar kesin bir üstünlük sağlar. Sirer, Tonguç’a, “Senin en büyük suçun köy çocuklarına sıçmasını öğretmeden okumayı öğretmeye kalkmandır” der. Serbest okuma saatleri kaldırılır, devrimci öğretmenler enstitülerden uzaklaştırılır. Üretimle eğitim birbirinden ayrılmaya başlar. Hedefteki Tonguç görevinden alınır, komünistlikle suçlanır. Çok sayıda soruşturmaya uğrar ancak hepsinden aklanır. 1950 yılına gelindiğinde zaten içi boşaltılmış durumdaki köy enstitülerinin bir tek yasal olarak kapatılması kalmıştır. Bunu da Demokrat Parti yapar. Böylece köylere uzanan ışık kararır.
Büyük Oğul Efsanesi, işte bu büyük maceranın romanı. Romanın arka planındaki Türkiye tablosu, cumhuriyet kadrolarındaki yozlaşmayı, CHP ve İsmet İnönü’nün açmazlarını, savaş yıllarını ve Demokrat Partili yılları gözlerimizin önüne seriyor.
Başladığınızda bir daha elinizden bırakamayacağınız, bazen kahkahalarla gülerek bazen gözleriniz dolarak ancak her sayfasında cumhuriyetin büyük devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç’u özleyerek okuyacağınız bir roman Büyük Oğul Efsanesi. Ülkesinin yazgısını değiştiren bir Resim-Elişi öğretmeninin zorluklarla dolu yaşam öyküsü. Her öğretmenin, her cumhuriyet sevdalısının mutlaka okuması gereken sıcacık bir roman.
Kitapla ilgili diğer tanıtım yazısı: Köylerin Yazgısını Değiştiren Bir Resim-İş Öğretmeni: İsmail Hakkı Tonguç
Kitapla ilgili diğer tanıtım yazısı: Köylerin Yazgısını Değiştiren Bir Resim-İş Öğretmeni: İsmail Hakkı Tonguç