Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
HER ÇOCUK ÖĞRENEBİLİR Ders programlarına, sınavlara, sınavda çıkan sorulara baktıkça, şimdi öğrenci olsam okulda başarılı olabilir miydim? Sorusunu kendime soruyorum. Cevabı ise biraz benim açımdan üzücü. Okuyamaz, okulu bırakmak zorunda kalırdım. Ortaokulu İmam Hatip Lisesi (orta kısım), liseyi Endüstri Meslek Lisesinde (motor bölümü) bitirdim. Eğitim hayatım boyunca doğru dürüst İngilizce, Matematik eğitimi almadım. Fizik, Kimya ve Biyolojiyi ise lisede hiç görmedim. En son lisans eğitimimi Hacettepe Üniversitesinde, master ve doktoramı da Gazi Üniversitesinde tamamladım. Okulda çok fazla bir şey öğrendiğimi iddia edemem. Hayatımda öğrendiğim bilginin %80’ini okul dışında kendi kendime öğrendim. Okulda da öğrendiğim şeyler oldu ama istediğim düzeyde ve nitelikte değildi.
Öğrenme ve öğretme sorununun ulusal bir sorun olduğunu düşünmeye başladım. 2018 yılı içerisinde yapılan LGS, AYT ve TYT skorları incelendiğinde, sınava giren öğrencilerin %5’inin başarılı olduğu, %95’lik dilimin ise aynı başarıyı sergileyemediği görülmektedir. AYT’de Matematik ortalaması 5,5, Türkçe 18, Fizik, Kimya derslerinde ise 2,2 düzeyinde kaldı. Tabiri yerindeyse öğrenciler nal topladı, gereken performansı sergileyemedi. Bu başarısızlık tamamen akademik başarısızlık olarak tanımlanabilir mi? Bu başarısızlığın altında başka neler olabilir mi? Thorndike: Hızlı soru çözenler, zeki insanlardır.” İfadesini kullanır. LGS, TYT, AYT, ALES vb. sınavlarda 100 ya da 40 soruluk testler uygulanır. Her öğrenciye bir soruyu çözmek için standartlaştırılmış süre verilir. Verilen süre içerisinde en çok doğru soru çözen öğrenciler, en gözde okullara ya da en gözde mesleki eğitim veren üniversitelere yerleştirilir. Tıp Fakültesi için, Mühendislik için, Hukuk için, Öğretmenlik için en iyiyi, belki de en zeki öğrencileri seçtiğimizi sanıyoruz. Oysa, Tıp, Eczacılık, Mühendislik gibi alanlara seçilen öğrencilere nazaran daha az başarıya sahip olan öğrencileri başka fakülte ya da yüksekokullara alıyoruz. Doktor, mühendis, hakim olacak kapasitede olmadığını iddia ettiğimiz öğrencileri farklı meslek mensubu yapmaya çalışıyoruz. Öğrencileri seçerken varsayımımız: akranlarına göre aynı soruları daha kısa sürede, daha doğru çözen öğrenciler, en başarılıdır şeklindedir. Bazı öğrenciler akranlarına göre daha hızlı öğrenebilir. Bazıları da akranlarına göre daha geç öğrenebilir. Hatta akranlarına göre bir konuyu daha erken öğrenen öğrenciler, başka konuyu daha geç öğrenebilir.
Standart testlerle öğrencileri seçtiğimizde, başarılı, orta, zayıf gibi etiketleme yaparız. Bu sınıflama ve yaftalama ne kadar doğrudur? Bloom, her öğrenciye kendi hızında öğrenme olanağı yaratılırsa sonuçların değişebileceğini ileri sürdü ve bir dizi araştırma yaptı. Bloom yaptığı bu araştırmada öğrenci grubunu ikiye ayırdı. Kontrol grubuna geleneksel, standart öğrenme hızına göre tasarlanmış bir sınıfta ders verdi. Başarılı olup olmadıklarını standart testlerden aldıkları puanlara göre değerlendirdi. Deney grubuna da aynı ders içeriği ile ders verdi fakat deney grubunda, öğrencilerin öğrenme hızını kendilerinin ayarlamaları, kendi öğrenme hızlarına göre ilerlemeleri, her yeni kavramı öğrenmek için ihtiyaç duydukları kadar çok veya az zaman harcamalarına izin verdi. Araştırmanın sonuçları oldukça şaşırtıcıydı. Geleneksel sınıftaki öğrencilerin sadece %20’si istenen başarıyı sergilerken, %80’i ortalamaya yakın ya da ortalamanın altında bir başarı sergiledi. Buna karşın öğrenirken kendi hızını belirleyen öğrencilerin %90’ından fazlası konuya hakim olmuş ve yüksek not almıştı (Bloom, 1984, s.4-16; akt. Rose, 2017, s. 136-137). Bloom (1984), öğrencilerin öğrenme hızında biraz esnekliğe izin verildiğinde, öğrencilerin büyük çoğunluğunun son derece başarılı olabileceğini ileri sürdü.
Standart testlerle öğrendiği bilgileri akranlarına göre daha yavaş yapan öğrencilerin başarısız olduğu iddiası ne kadar doğrudur? Öğrenciler, her açıdan birbirinden farklı özelliklere sahip olduğu göz önüne alınırsa, standart testler sadece hızı ölçmektedir. Daha hızlı olan ne kadar yaratıcıdır? Daha hızlı çözen ne kadar eleştirel düşünme becerisine sahiptir? Daha hızlı olanın problem çözme kapasitesi hangi düzeydedir? Daha hızlı olanları seçip doktor, mühendis, eczacı yaptığımız öğrenciler iş hayatına atıldıklarında ne kadar patent aldı? Kaç tanesi atomu parçaladı? Nasdag’da kaç patentimiz var? Einstein, Bill Gates, Jack Ma, Mark Zuckerberg, Sergey Prin ve Larry Page standart testlerle mi keşfedildi?
Modern eğitim sistemimizi bir alanda iyi olan kişinin çoğu alanda iyi olacağı anlayışına göre şekillendiren Thorndike (1959 ); öğrencilerin okul notları, standart test skorları ve profesyonel mesleklerdeki başarısı arasındaki ilişkiyi incelemek için yaptığı araştırmada, bu üç değişken arasında çok düşük bir ilişki buldu. Başka bir anlatımla, öğrencilerin okul notları, test başarıları ve mesleklerindeki başarının anlamlı bir belirleyicisi özelliği taşımamaktadır (Rose, 2017, s. 96). Oysa ülkemiz başta olmak üzere bu test skorlarına göre sıralama ve sınıflama yapıp öğrencilerin hayatlarına ilişkin çok fazla radikal karar veren ülkeler vardır. PISA (2015) verilerine göre en yüksek puanla Fen Lisesine aldığımız öğrenciler, altıncı seviyenin en alt düzeyinde başarıya sahiptirler. Testlerin güvenirliği yüksek olsaydı, PISA’da da aynı başarının ortaya çıkması gerekmez miydi?
Standart testler, kısıtlı zaman dilimi ve öğrenmedeki zaman aralığı, grubun yaklaşık %20’lik dilimine uygun olmasına rağmen, grubun %80’ine başarısızlık duygusunu yaşatmakta ve her beş öğrenciden dördünün eğitim hayatını olumsuz yönde etkilemektedir. Her öğrencinin öğrenme süresi birbirinden farklı olduğuna göre, her öğrenme konusu “Küçük Adımlar İlkesi”ne göre düzenlenmelidir. Öğretmen, öğrencilerin öğrenecekleri konuyu sınıfa sunmalı ve ders sonunda erişi düzeyini saptayacağı 10 soruluk test uygulanmalıdır. 10 soruda 80 ve üzeri alanlara üst düzey tekrar ödevleri verilirken, başarı düzeyi düşük olan öğrenciler için, öğrenme konusu 1 haftalık süre için küçük küçük parçalara ayrılmalı ve öğrencinin bir hafta sonra yapılacak derse kadar eksiğini kapatmak için ek materyal geliştirilmeli, ya da etüt eğitimleri verilmelidir. Konu ilk sunulduğunda konuyu öğrenemeyen öğrencilere ek bir haftalık süre vermek ve öğrenilecek konuyu küçük parçalara ayırarak sunmak, bu öğrencilerin dersten kopmalarını engelleyeceği gibi, her öğrencinin öğrenme hızına göre öğrenme olanağı sunulduğundan akademik başarısı artacaktır. Aynı zamanda bir haftanın bitiminde diğer arkadaşları ile aynı seviyeye gelecektir. Her derste hızlı öğrenen öğrencilere göre ders planladığında; her konuda, her ünitede, her derste birbirinden kopan ve akademik başarısı düşen öğrenciler karşımıza çıkacaktır. Öğrenme, öğrencinin öğrenme hızına göre yeniden ve tekrar düzenlenmeli, her öğrencinin öğrenebileceği varsayımından hareket ederek, öğrenme olanakları yaratılmalıdır.
Sınavlarda hızlı ve doğru soru çözen öğrencilerin çoğunluğu; “kısa süreli belleğe” sahiptir. Bu öğrenciler, soruyu okur ve hızlıca doğru cevabı bulur. Ülkemizde de yoğunlukla kullanılan testlerin özelliği, kısa süreli belleği gelişen öğrenciyi seçmektir. Ross (2017), matematik dersi ile ilgili olarak standart testlerde 100 sorudan sadece %10’luk başarı düzeyine sahip bir öğrencinin bu yaşadığı sorunun, konuyu bilmemesinden kaynaklanmadığını, muhtemelen öğrencinin görsel zekâya sahip olduğunu, ancak kısa süreli bellekle soruyu çözmeye çalıştığı için başarısız olduğunu ileri sürmektedir. Bu öğrenci öğrenme hızına uygun olarak soruları görselleştirip çözmeye çalıştığında ise, üst düzey akademik başarı sağlayabilmektedir.
Sonuç olarak; geleneksel eğitim ortalama bir başarıya odaklaşmakta, öğrencilerin bireysel farklılıklarını, yeteneklerini ve ilgi alanlarını göz ardı etmektedir. Thorndike’nin streotype haline gelen hızlı-zeki olma arasındaki ilişki kutsanmakta, en kısa zamanda en çok doğru yapan ya da en kısa sürede çok fazla öğrenen öğrenciler seçilmekte, yetiştirilmekte ve istihdam edilmektedir. Son 100 yılda radikal değişimlerin, icatların, sosyal etkisi olan kahramanlar incelendiğinde; parlak bir öğrenci olmadıkları, hatta bir kısmının okuyamaz damgası taşıdığı görülmektedir. Test skorlarına ve hızlı öğrenenlere odaklaştığımızda grubun %20’si sisteme kazandırılırken geri kalan %80’lik kısım yok sayılmakta ya da vasat gelir getiren mesleklere yönlendirilmektedir. Gerçek hayatta icatlar, büyük değişimler uzun bir düşünmenin, araştırmanın ve defalarca test etmenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Eğitim sistemleri hızlı öğrenen ve hızlı, doğru test çözenler kadar yavaş öğrenen ve yavaş ve doğru test çözenleri de sisteme kazandıracak çözüm yolları geliştirmelidir. Eğitim sistemleri, yavaş da olsa öğrenen, öğrendiğini geliştiren, yaratıcı zekâsını işe koşup topluma katma değer yaratan öğrencilere de forma vermelidir. Sınava dayalı ölçme ve değerlendirme sisteminin dışında proje tabanlı öğrenme, problem çözme, toplumsal bir soruna çözüm yolu geliştirme gibi yöntemler geliştirilmeli, notlu ve başarı ortalamalı eğitim modellerinden vaz geçilmelidir. Öğrencinin tam öğrenmesi ve değer üretmesi üst değer haline getirilmelidir.
Kaynakça
Bloom, B. (1984). The 2 Sigma problem: The Serach for Methods of Group Insructions as Effective as One-to-One Tutoring, “Educational Researcher”, 4-16.
Rose, T. (2017). Ortalamanın Sonu. (Çev. Tufan Göbekçin). İstanbul: Paloma Yayınları.