ÇOCUK GÖZÜYLE; “BU BENİM BAYRAMIM MI?”

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

Değerli okurlarım,
Asistanım Gizem Çil 23 Nisan’ın 100.yılı için bir yazı gönderdi; izniyle paylaşıyorum. Yorum ve görüşlerinizi eminim o da benim kadar merak ediyordur. Sağlıklı günler dileğim ve sevgimle.

***
23 Nisan 2020... Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve ulusal egemenliğin ilan edilişinin üzerinden 100, ulusal egemenliğin bir bayram olarak kutlanışının üzerinden 94, bu bayramın Mustafa Kemal Atatürk tarafından tüm dünya çocuklarına armağan edilmesinin üzerinden ise 91 yıl geçmiş...

Çocukluğumdan beri 23 Nisan’larda “bu benim bayram”ım hissini içimde taşırım. Bayrakların asılması, okulların süslenmesi, fener alayları ve okullarda düzenlenen etkinlikler beni hep mutlu etmiştir. Bu etkinliklerde kendimi en “var” olarak hissettiğim zamanlar ise, düzenlenen gösterinin kusursuzluk beklentisi ile değil de, bayramımızı hep beraber keyifle kutlama amacıyla düzenlendiği, bir çocuk olarak hata yaptığım takdirde utandırılmayacağımı hissettiğim zamanlardı. “Ulusal egemenlik” yönünü yaşımın getirdiği ölçüde aklımda tutarak, bana armağan edilmiş bir bayram olmasının ayrıcalığını hisseder; o gün iletişime geçtiğim her yetişkine de özenle (hatta biraz da şımararak) bunu hatırlatırdım. Onlar da sağ olsunlar, aynı bilinçle yaklaşır; o gün bana bayram coşkusunu yaşatmak için özen gösterirlerdi.

Ne var ki, yaşım ilerledikçe çocuk ile ulusal egemenliği ayırmaya çalışan sözler dikkatimi çekmeye başladı. Ya ulusal egemenlik vurgusu ön plana çıkarılıyor çocuklar daha arka planda kalıyor ya da tam tersi oluyordu. Bu durum bende, nedenini tam olarak adlandıramadığım ve pek de sevimli olmayan bir his yaratmaya başlamıştı.

Benzer şekilde, bayram her ne kadar çocuklara armağan edilmiş olsa da, çocukların bu bayramı doyasıya yaşayamadığını hissediyordum. Kim bilir belki baştan beri böyleydi ama ben yeni yeni düşünmeye, kozamdan çıkıp sorgulamaya başlamıştım. Tarihle ilgili soru bombardımanına çekilen çocuklar soruların cevaplarını bilemediklerinde utandırılıyor, gösteriler giderek çocuğun “can” olarak var olabilmesinden uzaklaşıp, yetişkinlere yapılan ve kusursuz olması beklenilen etkinliklere dönüşüyor; çocuklar giderek bugün yapılacak olan gösterilere katılmak istemez hale geliyordu. Sanki çocuklara armağan edilen bir bayram değil de; çocukların nedenini bilemedikleri bir sorumluluk yüklendiği ve anlamlandıramadıkları, bir nevi “araç” olarak ön plana atıldıkları bir bayrama dönüşüyordu.

Bugün 28 yaşındayım... Geçenlerde gerçekleştirdiğimiz bir sohbet sırasında nihayet içimdeki bu tatsız hissin kaynağını bulduğumu sanıyorum.

Ulusal egemenlik, ülkede tek yetkili yönetim merciinin halk olduğu anlamına geliyorsa; o halkın en büyük sermayesi de çocukları değil midir? “Bir çocuğun çocukluğunu doya doya yaşayarak; bireysel ve toplumsal değerlerini keşfetmiş bir yetişkin haline gelmesi ve kendine sunulan haklar çerçevesinde seçim yapabilmesi, karar verebilmesi, topluma ve ülkeye katkıda bulunması” eğer hepimizin önemsediği bir noktaysa; ulusal egemenliğin ilan edildiği günün çocuklara armağan edilmesinden ve o günü doyasıya yaşaması gereken yegâne varlıkların çocuklar olmasından daha anlamlı bir şey olabilir mi?

“Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir” derken, acaba Atatürk de bir yandan çocuklara olan sevgisini gösterirken; diğer yandan onlara geleceğin gözüyle bakmamızı hatırlatarak bu durumu mu dile getirmek istemiştir?

Bir çocuk doğduğunda genelde “Ailesine, vatanına ve milletine hayırlı bir evlat olsun.” denir. Henüz anne değilim ama anne olunca kuşkusuz ben de çocuğumun; ailesine bağlı, tarihini bilen ve yaşadığı toprakları özden seven bir insan olmasını dilerim. Tam da bu noktada bizim kültürümüzden çıkan bir başka söz geliyor aklıma; “Kendine hayrı olmayanın kimseye hayrı olmaz..”. Bu sözü söylediğimize göre, içimizde bir yerlerde “kendi yaşamını doyasıya yaşayamayan, yaşamının direksiyonuna geçmemiş” bir insanın “vatanına ve milletine hayırlı bir evlat” olmasının zor olacağını da hissediyoruz. Bir insanın yaşamının direksiyonuna geçebilmesinin temellerinin çocukluğunda atıldığı düşüncesine katılıyorsak; her şeyden önce çocuğa sadece çocuk olduğu ve o kirlenmemiş potansiyeli içinde taşıdığı için saygı duymamız anlamlı olmaz mı?

Ben bu bayramı çocuklara armağan eden düşüncenin arkasında; dünyaya gelen her bir çocuğun potansiyelinin farkında olan, onların çocukluklarını doyasıya yaşamasına önem veren ve değerleriyle “biz bilinci” içerisinde bir yetişkin olmalarını dileyen bir bilinç olduğuna inanıyorum. Bu dileğin sağlıkla gelişebilmesinin sorumluluğunun ise, ebeveyn olalım olmayalım, biz yetişkinlerde olduğunu düşünüyorum.

Hayalim; çocukların sözlerinin “çocuk işte” diye hiçe sayılmadığı, yaramazlıklarının anormal değerlendirilmediği, oldukları gibi kabul edilip sevildikleri ve masumca bakan gözlerinin arkasında muhteşem bir potansiyel yattığının farkında olan, onlara candan saygı duyan bir toplum içerisinde; bu bayramın hakkını vererek yaşamak ve onların da yaşamasına olanak sağlamak...

Her ne kadar sokağa çıkıp coşkuyla kutlayamasakta, evlerimizde aynı coşkuyu yaratacağımız ve çocuklarımızın bu günü doyasıya yaşamalarına fırsat verebileceğimiz bir 23 Nisan olsun dilerim... Başta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ekibinde yer alan tüm büyüklerimi sevgi, saygı ve minnetle anıyor; herkesin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum. Nice yüzyıllara!

​​​Gizem Çil
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber