Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
ASIRLIK BAŞARI FORMÜLÜNÜ İHMAL ETTİK Farklılıklara göre eğitim nesilleri kurtaracak
Doç. Dr. Mustafa Şeker
Molla Gürâni hazretlerinin bundan 500 yıl önce keşfettiği bu formül neydi? Biz bu formülü modern eğitim metotları ile bugünün dünyasında niçin hayata geçiremedik? Enderun’da zekâlarına göre bir eğitime sevk edilen talebeler varken biz bu eşsiz medeniyetin tecrübelerini niçin çöpe atmayı tercih ettik?
Öğretmenlerimiz, öğrencisini tanımadığı için tahmini bir öğretim modeli ile herkese aynı yöntem ve teknikleri uygulamak zorunda kalmaktadırlar.
Okullarımızda öğrenme ve öğretmen stratejileri noktasında plansız hareket edilmektedir.
Ülkemizin eğitim öğretim sisteminin belki de hiçbir zaman anlaşılamayan veya yanlış anlaşılan öğrencileri “haylaz, yaramaz, disiplinsiz ve lakayt” olarak vasıflandırılan çocuklar olmuşlardır. Onlar bu damgayı yerken aslında bu tavırlarının doğru anlaşılmak için verilen bir mücadelenin dışa vurumu olduğu biz eğitimciler tarafından hiçbir zaman layıkıyla anlaşılamadı ve gerekli tedbirler alınamadığı için de bu damgayla talebelik hayatlarını bitirmek zorunda kalarak niceleri sistemin çarkları arasında heba olup gitmişlerdir. İşin enteresan tarafı bu aksak durum, eğitim yapıcılarımız tarafından yakın geçmişte fark edilse de samimi gayretlere rağmen bu heba ediş durumu hâlâ sürmektedir. Peki, bu çocuklarımız için bilinmeyen gerçek neydi? Bu çocuklar gerçekten eğitimin baş belası mıydı yoksa zannedilenden farklı bir şeyler mi vardı? Bu, “problemli” diye tabir edilen çocukları diğer dünya ülkeleri planlı ve programlı yaklaşımlarla eğitim hayatına kazandırırken biz bunu niçin başaramadık? Bununla birlikte farklı öğrenme ihtiyaçları olan bütün öğrencileri de aynı kalıplar içinde değerlendirme hastalığımızdan bugüne kadar kurtulamamış olmamız ayrıca ciddi bir problem olarak kalmaya devam etmektedir. Daha bunun gibi onlarca sualin gizemi ve cevabı “Başarısız talebe yoktur, kaynakları ve ilgileri yönlendirilmemiş talebe vardır” sözünde saklıdır.
Derslerde hareketli olması sebebiyle hocaları tarafından sık sık babasına şikâyet edilen, yerinde duramayan, sürekli derslere karşı ilgisizmiş gibi bir duruş sergileyen, dokunmadan ve hareket etmeden öğrenemeyen tarihten ilginç bir misal vardır ki bu isim, “Fatih” namıyla daha sonra hafızalara kazınacak olan şehzade Mehmed’den başkası değildi. Hatta Sultan Murad Han’dan müsaade alıp baş edemedikleri için hocalığından çekilen âlim zatlar da vardı ki bu durum, Molla Gürâni hazretleri ile karşılaşıncaya kadar devam etti. Onu her yönüyle çözümleyen bu büyük âlim, Fatih gibi bir değeri bugüne taşıyan bir kıymetti. Peki, Molla Gürâni hazretlerinin bundan 500 yıl önce keşfettiği bu formül neydi? Biz bu formülü modern eğitim metotları ile bugünün dünyasında niçin hayata geçiremedik? Enderun’da zekâlarına göre bir eğitime sevk edilen talebeler varken biz bu eşsiz medeniyetin tecrübelerini niçin çöpe atmayı tercih ettik? Bütün bunlar hassasiyetle irdelenmesi gereken mevzulardır. Modern dünya ise geçmiş bugün bağlamında sağlam köprüler kurmayı ihmal etmemiş, “bilgi kimdeyse o değerlidir” mantalitesinden taviz vermeden geçmişin kazanımlarını amacı uğruna kullanmaktan geri durmamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, 1920’li yıllarda New Jersey’de öğrenme stilleri ve bireysel farklılıklar üzerine bir enstitü kurmuş ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen farklı kültürlere ait yaklaşık 120 çocuğa bu şekilde bir öğretim programı uygulanmıştır. Özellikle öğrenme stilleri alanında önemli çalışmaları ile tanınan meşhur Rita Dunn ile ölmeden 3-5 yıl önce yaptığımız bir görüşmede bu program kapsamında yetişen çocuklar için “o kadar başarılı olmuşlardır ki ABD’nin 1950 sonrasının güçlü izlerini buradan mezun olan 18 çocuk atmıştır” demişti.
Dünyanın sıcak savaştan çıktığı dönemin sonrasında, özellikle 1960’lı yıllarda dünyada özellikle psikoloji alanında yapılan çalışmalar, çocukların biyolojik yönünün göz ardı edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Daha sonra öğrenme stilleri konusunda da profesyonel çalışmalar devam etmiştir. Özelikle ilerleyen dönemlerde Dunn ve Dunn, Kolb, Gregorc, McCarthy, Carl Jung, Felder ve Silverman, Grasha-Riechmann gibi öğrenme stilleri modelleri ortaya çıkmış ve “herkes öğrenebilir” sloganıyla eğitim dünyasında çok önemli bir çığır açmışlardır. “Öğrenmede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” düsturu ile yola çıkan uzman eğitimciler dünyada çok ses getiren çalışmalara imza atmışlardır. Çünkü artık yorucu ve tekrar üzerine dayalı metotlar ve yaklaşımlar terk edilmeliydi. Bunun için de bazı sloganlar kullanılmaya başlandı. “Geleceğin cahili, okuyamayan kişi olmayacaktır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır”, “Derin olan kuyu değil kısa olan iptir” gibi sloganlarla eğitimde başarılı olmuş ülkeler, bugünün başarılı eğitim modellerinin yol haritasının başlığını oluştururken çocuklarının kafasının içinde beyin olduğunun ancak onlarca yıl sonra farkına varmış bizim gibi iç meselelerle boğuşan ülkeler için ise artık yol tükenmiştir.
ÖĞRETİM PLANLARIMIZ
TAHMİNLER ÜZERİNE KURULUDUR
Okullarımızda öğrenme ve öğretmen stratejileri noktasında ezbere ve plansız hareket edilmektedir. Bu da hem başarıya hem de öğretmenlerin performansına tesir etmektedir. Günümüzde şu bir gerçektir ki, maalesef öğretmenlerimiz öğrencilerinin biyolojik, fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlarını tam olarak bilmiyor. Çünkü öğretmenlerimizin elinde öğrencileri hakkında tesirli analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabileceği, hangi süreci hangi şartlarda sürdürebileceği belli olan herhangi bir veri yok. Bu sebepten dolayı da öğrencisini tanımadığı için tahminî bir öğretim modeli ile herkese aynı yöntem ve teknikleri uygulamak zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla bu şartlarda eğitim-öğretim; aynı konuların gereksiz tekrarına ve faydadan uzak, etkisiz, verimsiz ve ruhsuz bir yapıya dönüşmektedir. Bu sebeple; öğretmenlerin plansız, isabetsiz ve el yordamına dayalı tahminî yaklaşımları, herkese aynı stratejilerin, yöntem/tekniklerin ve değerlendirme metotlarının uygulanmasını zorunlu kılmaktadır ki bu durumda eğitim süreçlerimiz, çocuklarımızı bir yerlere taşıma noktasında her geçen gün itibarını kaybederek hem yara almış hem de yaralamıştır. Karmaşık kompleks bir varlık olan insanı çözümlemek için sağlam ve süreç odaklı analizlerin yapılması ve bu analizler çerçevesinde sağlıklı değerlendirmeler yapılması şarttır. Bu değerlendirmelerin sağlıklı biçimde yapılabilmesi ve süreç sonunda öğrenme kazanımlarının tam olarak anlaşılabilmesi için nitelikli ölçekler hazırlanamadığı için tahminî ve üstünkörü yapılmak zorunda kalınan sınavlarla da süreç sağlıklı biçimde analiz edilememekte, bu problemler de peşinden daha ciddi sıkıntıları ortaya çıkarmaktadır. Çünkü nitelikli bir ölçme-değerlendirme safhası, aynı zamanda verimlilik çizgisinin yükseltilmesine de hizmet eder. Aksi takdirde çocukları amaçsız bir hedef uğruna yarışa sokmanın hiçbir getirisi olmayacağı gibi ortaya çıkacak başarısızlıklar, evlatlarımızın eğitim-öğretimden soğumasına, heveslerinin kırılmasına sebep olacaktır ki eğitim adına esas yıkım işte o zaman başlayacaktır. Burada vurgulanan temel esas; eğitim ve öğretimde öğretmen öğrencisine karşı bir yaklaşım stratejisi
geliştirebilmelidir ki bu da ancak onu tanıyarak mümkündür.
PEKİ, ÇARE NEDİR?
Okullarımızdan önce evde çocuğun çalışma performansını etkileyebilecek çevresel şartların çok iyi bilinmesi ve ona göre gerekli tedbirlerin alınması mecburidir. Bütün bunlar yanında sosyal, fiziki ve biyolojik şartlar göz önünde bulundurularak çocukların bireysel farklılıklarına yönelik bir yaklaşımla uygun öğrenme stillerine ait öğretme stratejileri geliştirmek zorundayız. Aksi takdirde plansız ve kontrolsüz harcadığımız kıymetli zamanları öğrenmenin bir parçası zannetme gafletine düşerek üzerimize düşen sorumlulukların hakkını verememe tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu konudaki kalıcı çözüm tavsiyeleri şunlardır:
1- Öncelikle bu işin başarıya ulaşabilmesi için 3 kişiyi ikna etmek ve bunun elzem olduğu noktasındaki gerekçeleri çok iyi anlatmak gerekir. Bu 3 kişi; İdareciler, öğretmenler ve öğrenci velileridir. Bunları ikna etmeden alınacak kararlar kabul görmeyecek, belki de özellikle veli faktörü, öğrencilerine yönelik geliştirilen stratejileri yanlış yorumlayarak bu işin istismarcılarının da tazyiki ile süreci baltalayacak yanlış algılara kapılabileceklerdir. Zira farklı sınıflara göre eğitim-öğretime alınacak öğrencilerin bu şekilde tasnifi ayırımcılık olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple tesirli bir hizmet içi eğitim şarttır.
2- Okullarda öncelikle çocukların öğrenme stilleri ve bireysel farklılıklarını tespit etmek için farklı sosyal, kültürel ve demografik değişkenlere ait geçerli ve güvenilir testler geliştirilmelidir. Çünkü genel geçer, her yerde aynı ölçekler sağlıklı neticeler vermeyeceği için MEB-Rehberlik Araştırma Merkezleri iş birliği ile hata payı çok düşük etkili ölçekler geliştirilmeli, bu ölçeklerin pilot çalışmaları dikkatle ve itina ile analiz edilerek uzmanlarca değerlendirilmelidir.
3- İlkokul 1. sınıftan itibaren öğrencilere; görsel, işitsel ve kinestetik sınıflarda diğer iki stili de dikkate alarak baskın öğrenme stilleri esaslı öğretim yaklaşımı uygulanmalıdır.
Özellikle öğretmenin öğrenme stili ile öğrencinin öğrenme sitili arasında korelasyon olmalı yani örtüşmelidir. Bu noktada öğretmenin öğretme stili de belirlenmelidir. Öğretmenin öğretme stratejileri ile öğrencilerin öğrenme stilleri arasındaki farklılık, öğrenme önündeki en büyük mânialardan biri olabilir. Bu mânia, bazı zamanlar telafisi mümkün olmayan sıkıntılara da sebep olabilir ki şu ana kadar eğitim-öğretimdeki başarısızlıkların/aksaklıkların en büyük sebeplerinden biri bu mevzudur. Bahsedilen konu üzerine yapılacak tesirli planlamayla bu mevzu da çözüme kavuşacaktır. Ayrıca veli faktörü bu sürecin çok önemli düğüm noktasındadır. Çünkü okul dışındaki zamanlarda çocuğun eğitim-öğretim performanslarıyla en yakından ilgilenen ve sürecin canlı şahidi olan velidir. Zira çocukların öğrenme noktasındaki farklılıkları bu konuda malumat sahibi olmayan ebeveynleri için de hem sıkıntı hem risktir. Yatarak çalışan, yemek yerken okuyan, yürürken konuları algılamaya çalışan, yerde otururken öğrenen çocukların bu tavırlarına karşı en çok karşı duruş velilerden gelmektedir. Hatta öğrenme noktasındaki bu farklılıklar çocukların biyolojik ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Oturarak, yatarak, yemek yiyerek ve yürüyerek farklı üsluplarla ders çalışan çocuklar için bu özellikleri eksiklik değil, gerçek bir ihtiyaçtır ve bu durum parmak izi gibi olup ömür boyu değişmez. Dolayısıyla bu durumu bilen ebeveynlerin ve öğretmenlerin öncelikle çocuklarına karşı hazmetme kapasitesi genişleyecek ve çocukların bu farklılıklarının onların aleyhine bir durum olmadığı aksine onlar için bir ihtiyaç olduğu anlaşılacak böylece de başarı noktasında çocukların gerçek performanslarını ortaya koymalarını fırsat verilecektir...
İşte bütün bunlar hayata geçirildiğinde çocuklarımızda zaten var olan zekâ potansiyelleri ile onların gerçek performansları ortaya çıkacak ve etkili bir zaman yönetimiyle kalıcı bir öğrenme kazanımına ulaşmış olacaklardır.