Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
AKRAN ZORBALIĞINA DAİR-
Mert 12 yaşında… 7. Sınıf öğrencisi. Okulda öğretmenleri, evde anne-babası derslerinden şikayetçi. Öğretmenlerinin daha birçok şikayeti var aslında; mesela Mert arkadaşlarıyla uyum sağlayamıyor. Yani sosyal bir kaygı içerisinde. İçine kapanık ve durgun bir çocuk. Derslerine kulak asmıyor. Öyle yaramazlığı falan yok ama, keşke olsaymış diyesi geliyormuş insanın. Teneffüste koşmaz diğer çocuklar gibi, öğretmeni beklerken sınıfta yazılmazmış yaramazlık yaptı diye ismi tahtaya. Herhangi bir derste başarısı yok. Hatta Beden Eğitimi dersinde dahi, en düşük not onun; 70. Müziğe ilgisi varmış bir ara, öyle demiş annesi. Çok güzel flüt çalarmış, ama şimdi flüte de ilgisi yok. Bu yüzden öğretmenleri bir rehabilitasyon merkezine gönderilmesi taraftarı imiş. Öğrenim bozukluğu yaşıyor olabilirmiş. Yanlış duymadınız.
Anne-babada da durum pek farklı değil. Okul başladıktan sonra pek düşmüşler üzerine. Oğlumuz okuyacak ve büyük bir adam olacak diye, şimdiden başlamışlar tembihlemeye. Fakat yolunda gitmeyen bazı şeyler vardı. Nedenini önceleri pek merak etmemişler ama sonra onlar da anlamışlar Mert’in öğrenme güçlüğü olduğunu. Yani zihinsel bir yeti problemi.
Mert’in rehabilitasyon merkezinde, zihinsel ve fiziksel engelleri olan çocuklarla birlikte derslere katıldığını söylediler. Artık her şey çözülecek diye ümitliymiş anne-baba. Nerde!
Bu vaka örneği ülkemizde çokça rastlanır cinsten. Ne yazık ki Mert, hak etmediği bir muameleye tabi tutulmuş. Oysa durum öğretmen ve velilerin düşündüğü gibi değildi kesinlikle. İlk göz göze geldiğimizde anlamıştım bunu. Peki, sorun neydi?
Okulda yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda anne-babalar ve öğretmenlerin aklına gelen ilk soru bu: Sorun ne? Bu soru, anlayışlı ve pedagojik alt yapıya sahip kimseler tarafından cevaplanmadığı takdirde bir sorun haline geliyor maalesef. Bir yaşamı mahveden, yıkan bir sorun. Mert’in yaşamı da yıkılmaya yüz tutmuştu.
12 yaş erkek ergenlik döneminin başlangıcı. İki seneye kalmaz liseli bir genç olacaktı mert. Liseli ama derslerden, akranlarından ve öğretmenlerinden korkan bir genç. Hatta belki de yaşamaktan korkan bir genç. Sizce böyle birisinin lise hayatı nasıl olurdu?
Mert ile iletişime geçmek çok zordu. Bütün kapılarını kapatmıştı dışarıya sanki. Ama bir açık kapı vardı muhakkak. Buldum o kapıyı ve girdim içeri. Anlattı olup biteni Mert. Yukarıda geçen bu hazin hikâyenin çok basit bir sebebi varmış meğer: Mert’in gözlüklü ve şişman olması.
Nasıl mı? Şöyle:
Mert birinci sınıfa başladığında, dersleri normal seyrinde idi. Yani endişe edecek kadar kötü değildi. Kilosu diğer arkadaşlarından biraz fazla ve daha iyi görebilmek için bir de gözlüğe ihtiyaç duyuyor. 3. ve 4. sınıfta ise arkadaşlarının kendisiyle alay etmeye başladıklarını söyledi. Başlarda rahatsız olmasa da, daha sonraları çekilmez bir hal almış. 6. sınıfa geçtiklerinde, yepyeni bir arkadaş çevresi ve sınıf ortamı. Artık sürekli kendisiyle dalga geçildiğini ve kötü sözler söylendiğini belirtti. Bundan dolayı yalnız kaldığını ve okulun çekilmez bir hal aldığını ifade etti.
Hikâyesi bu kadarla sınırlı değil Mert’in… Ama bu özet konumuzun anlaşılması için yeterli.
Okul arkadaşları tarafından Mert’e yapılanlara “akran zorbalığı” denir psikoloji literatüründe. Bu kavram, ebeveyn ve öğretmenlerin dikkat etmeleri gereken bir yaşamsal döneme işaret ediyor. Özellikle ortaokul ve lise sürecinde sıkça görülen bu dönemde, çocuklar ve gençler, arkadaşlarına fiziksel, sözel ve sosyal zararlar vermeye eğilimlidirler. Bir tür şiddet olarak nitelenen bu gibi durumlarda, bu şiddeti yapan ve şiddete maruz kalan çocuklar için de önemli sorunlar söz konusu olabilmektedir.
Normal bir şakalaşma ve oyun dışında çocukların birbiri ile uğraşması çok rahatsız edici boyutlara ulaşabilir ve çocuklar birbirlerine karşı çok acımasız da olabilirler. Bu şaka ve uğraşmaların acımasız ve sürekli bir hal almasıdır akran zorbalığı. O halde akran zorbalığını şu şekilde tanımlayabiliriz; çocuk ve ergenle aynı yaş grubunda olan kişi veya kişilerin birbirlerine veya tek bir kişiye karşı fiziksel, sözel ve sosyal, sürekli olarak örseleyici, zarar verici davranışlarda bulunmasıdır.
Yukarıda verdiğim vaka örneğindeki kahraman Mert, aslında yüzbinleri temsil ediyor. Her ne kadar fiziksel özellikleri sebebi ile sözlü şiddete maruz kalsa da, aslında maddi durum, statü ve eğitim seviyesi gibi birçok etmen “akran zorbalığı” için bir neden olabiliyor. Boyunun kısalığı, hafif düzeyde zihinsel sorunlar, hiperaktivite, zayıflık veya şişmanlık, fakirlik gibi birçok durumda, çocukların akranları tarafından saldırıya uğramaları pek muhtemel.
Evet, pek muhtemel dedim, çünkü İstanbul’da yapılan geniş çaplı bir araştırma bulguları, akran zorbalığına maruz kalan çocukların oranını bize şöyle haber veriyor: Çocukların %57,4’ü sürekli olarak lakap takılmaya şahit olmuş. %52.9’u alay edildiğine ve %23.9’u fiziksel saldırılara maruz kalmış.
Aslında yerel nitelikte olan bu araştırma, UNESCO’nun evrensel ölçekli araştırma verilerinden pek de farksız değil. Nitekim UNESCO’nun verilerine göre, 13-15 yaş arasında her üç ergenden biri zorbalık mağduru. Bu oran, dünya çapında 130 milyonu aşan öğrenci demek.
Ayrıntılara inildikçe yoğunluğu artan bu saldırıların, çocukların psiko-sosyal yaşantılarına ne gibi etkilerde bulunduğunu biliyor musunuz?
Araştırmalar akran zorbalığına maruz kalan bireylerin süre giden hayatlarında birçok sorunla karşılaştıklarını ortaya koymuştur.
Öncelikle üzerinde böyle bir şiddeti hisseden çocuk, benlik saygısını yitirir. Yani özgüven kaybı yaşar, bu da kişinin “kendisi” olmasından uzaklaşması anlamına gelir. Kendi benliğini tanımayan bir kimsenin ise sosyal çevreyi doğru bir şekilde tanımlayabilmesi uzak bir ihtimaldir.
Kendini ve çevresini tanımlayamayan bireyler sosyal bir kaygı yaşarlar. Kaygı ve korkuların en önemli etkeni bilinmezliktir. Bu bilinmezlik ise meçhule açılan bir kapı. Yani yaşam serüveninde ileriyi göremeyen ve kararlılıktan yoksun ilerleyen bireyler demek bu.
Bunlara bağlı olarak gelişecek olan depresyon, saldırganlık ve yoğun intikam duygusu, bireyin eğitim hayatına son vermesine neden olabilir. Bu ise tamamen bir dışlanmışlık anlamına gelir. Yani yakın ve uzak sosyal çevresi tarafından reddedilme. Sizce intihar etmek için başka bir nedene ihtiyaç var mı?
Bireyin yoğun olarak hissettiği duygu ve düşünceler, onun fiziksel yaşamına da etki edecektir. Ortaya başka bazı sağlık sorunları çıkacak, yeme ve uyku düzeninde aksaklıklar meydana gelecektir.
Bu söylediklerim size biraz abartı gelebilir, fakat bütün bunlar araştırmalara dayalı bulgular. Elbette her çocuk, arkadaş çevresi ile iyi-kötü olaylar yaşayacaktır. Fakat kimi çocuklar ise baskın olarak kötü olayları sürekli yaşamaktadırlar.
Yukarıda verdiğim vaka örneğinde Mert’in başına gelenleri düşünün. Böyle bir yaşamın nereye gideceği açık değil mi?
Her anne-babanın bu konuda gerekli tedbirleri alması gerekir. Peki, ama nasıl? Şimdilik özet olarak şöyle:
"Çocuğun yanında olmalıyız, çocuğun yanında olmak çocuğa sevgi vermek demektir. Sahip çıkan sevgi değil, duygusal sevgi de değil, yalnızca çocuğa onu sevdiğinizi ve onayladığınızı hissettirecek biçimde davranma." (Alexander Sutherland Neill)
(devam edecek)
¤Psikolog Kadir Özsöz¤
İnstagram Takip: https://www.instagram.com/psk.kdrozsoz/