Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Kim bu cümlelere karşı gelebilir ki? Adı üstünde “öğretmen”. İşi ne? Öğretmek. Neyi öğretmek peki? Sadece okuma ve yazmayı mı? Sadece toplama ve çıkarma işlemlerinin nasıl yapılacağını mı? Sadece Türk dilinin tarihini mi? Sadece edebiyatın ünlü yazar ve şairlerini mi? Sadece biyolojiyi, fiziği, kimyayı mı? Ne yani öğretecekleri sadece bunlarla mı sınırlı? Bir öğretmen, bir hoca öğrencisine sadece bunları öğretmekle mi yükümlü? Derse saatinde girecek müfredata göre işlenmesi gereken konu neyse anlatıp sınıftan ayrılacak mı? “Dersimi anlatır, gerisini öğrencilere bırakırım, alacağım paraya bakarım.” demek mi öğretmenlik?
Bir öğretmen öğrencisine insanlığı öğretemez mi? Doğru yolu seçmesinde ön ayak olamaz mı? Okumayı ve okula gelmeyi sevdiremez mi? Öğrencilerinin daha iyi öğrenebilmeleri için çabalayamaz mı? Onların yaptığı eleştirileri dikkate alıp düşüncelerine saygı duyamaz mı? Bir öğretmen öğrencisiyle arkadaş olamaz mı? Öğrencisinin derdini dinleyip onunla birlikte üzülüp ağlayamaz mı? Mutluluğunu paylaşamaz mı? Bir öğretmenin görevi sadece tahtada ders anlatmak mıdır?
Değil tabiî ki! Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Bu nedenle bu mesleğe herkesin alınmaması gerekir. Öğretmen olabilmek için sadece puanlar baz alınmamalı. Diploma notuna bakıp “Bu öğretmenlik için ideal kişidir.” denmemeli. Öğretmen olacak şahsın karakteri, en az aldığı puanlar kadar dikkate alınmalıdır. Çünkü bir öğretmen her şeyden önce, oturuşuyla, kalkışıyla, kültür düzeyiyle, iyi niyetleriyle, düşünceleriyle, mesleğine verdiği değerle, insanlara gösterdiği sevgisi ve saygısıyla, yaptığı yapacağı güzel şeylerle, devletine, milletine, bayrağına verdiği önemle, etrafına verdiği güvenle, kısacası her yönüyle örnek alınası bir kişiliğe sahip olmalıdır.
Anne-babalar “Öğretmendir, nasıl olsa okumuştur, okuyan adam hata yapmaz, onlara güvenmeyeceğiz de kimlere güveneceğiz? Onlara itimadımız tam.” diyerek sonsuz güvenle çocuklarını emanet ederler. Öğretmenlerin ne kadarına, ne kadar güvenilir acaba? Ne kadarı namuslu ve dürüsttür? Ne kadarı işini layıkıyla yapmaktadır? Ne kadarı öğretmenlik adı altında bambaşka sıfatlar taşımaktadır? Psikolojisi altüst olmuş, geçmişi kirli, özel hayatı berbat olan biri, hele de sapık ruhluysa bu insandan nasıl bir öğretmenlik ve ne öğretmesi beklenebilir ki?” Eli işte gözü oynaşta.” sözü ne kadar da uyar bu tip insanlara...
Görevlerini layığıyla yapanlara elbette sözümüz yok. Onların başımızın üstünde yeri, gönüllerimizde sınırsız mekânları vardır. Bu mesleğe yakışmayanlaradır sözümüz ve sitemimiz. Maalesef yaşadıklarımız, duyduklarımız bizi bu sözleri söylemeye zorunlu kılıyor. Bizim kimseyle kişisel sorunumuz yok. Amacımız sadece güzele, doğruya ulaşabilmek. Bu doğrultuda da aksaklıkları görmezden gelip dillendirmezsek en az onlar kadar bu suça iştirak etmiş oluruz kanısındayım. Ne diyelim söylemesi bizden. Yarası olanlar düşünsün. Gayrısı bizi anlayacak ve hak verecektir eminim.
Güzel kızlara torpil yapıp karşılığını bir şekilde alan, ortalıkta hoca diye gezinenler! Sizedir lafım. Öğretmen olduğunuzu unutmayın. Haksızlık yapmayın. Size emanet edilen öğrencilerinize kem gözle bakmayın. Kendi kızınızı da düşünün bir. İki tatlı söze, iki işve cilveye tav olup not yükseltmeyin! Erkekler ne yapsın yani? Onların suçu ne? Ya da çirkin olan kızların suçu ne? Öğretmen olma hakkını kazanabilmek için diploma notu yüksek, sınırlı sayıda öğrenci alınırken yapılan bu haksızlıklara susmak doğru mudur? Yok askerlik arkadaşının kızıymış, yok yeğeniymiş, yok babası zenginmiş. Yapmayın gözünüzü seveyim. Bunca öğrencinin emeğini heba etmeyin. Menfaatinize uygun düşen öğrenciye torpil yapmayın! Sizi yağlayıp ballandıranlara özel muamele etmeyin! Diğerlerinin hakkını yemeyin ne olur. Hak edene hak ettiği notu verin. Din, dil, ırk, mezhep, renk ayrımı yapmadan güzel çirkin demeden çok çalışana, emek verene, okulda zaman harcayana, verilen görevin üstesinden gelene, kıymet bilene, saygısını ve sevgisini esirgemeyene hak ettiği notu verin. Eşit davranın, eşit! Aksi halde böylesi öğretmenlerden öğrenebileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Bazıları da yaşına başına bakmadan, kalıbından utanmadan öğrencisine âşık olur. Daha yakın zamanlarda duymadık mı? Kırk yaşlarındaki -öğretmen demekten utandığım-kendini bilmez herif, daha on dört yaşında olan öğrencisini köşe bucak kaçırmaya çalıştı. Dahası tecavüz etti. On dört yaşındaydı be, on dört! O kızın dünyasını karartırken kendi hayatını da mahvetti, adını kirletti. Öğretmenlik mesleğini ayaklar altına aldı.
Yahu anlayamıyorum. Önüne geleni hoca yapıyorlar. Yapmayın kardeşim! Ha şimdi soracaksınız bana, ”İnsanların iç yüzünü nasıl anlayabileceğiz, herkesi karakter testinden mi geçireceğiz?” diye. Gerekirse geçirin. Geçirin ki hem ortalıkta bunlar gibi asalakların çoğalması önlenmiş olsun hem de öğretmen açığı gibi bir durum ortaya çıkmasın. Özene bezene seçilmiş sayılı öğretmenleri ve onların yetiştireceği yeni nesilleri düşünebiliyor musunuz? Bu hedef doğrultusunda ne kadar özen gösterilse, ne kadar hassas davranılsa değmez mi?
Karakterli, iyi insanları seviyorum.
Yıllarca edindiğim tecrübelerden, gördüklerimden, duyduklarımdan ve bizzat yaşadıklarımdan dolayı kendimce yanlış bulduğum hatalı davranışlar söz konusu hocalar âleminde... Örneğin hocaların ders anlatma şekli... Yahu öyle hocalar var ki inanır mısınız dinlemeye doyulmaz. Saati saatinde dersliğe girer, yoklamasını yapar, dersini son derece açık ve net anlatır. Öğrencileriyle o kadar güzel diyaloglar kurar ki bir öğrenci için tadına doyulmaz eğitim-öğretim anlarıdır o anlar. Ders anlatabilmek, daha doğrusu öğrencilerini hangi anlatım yöntemiyle derse odaklayabileceğini bilmek her yiğidin harcı değildir. Öğrencilerinin neyi, nasıl kolay öğrenebileceğini bilmelidir bir hoca. Kendini dinletebilmelidir. Dersi öyle eğlenceli bir hale getirmeli ki öğrenci o dersten zevk alabilsin. Bir sözel öğrencisini ele alalım. Sözelciler sayısal dersleri yapamadığından bu bölüme geçer. Hafızaları görsel, bir başka deyişle resim odaklıdır. Yani bir sözel öğrencisine tarihi anlatıyorsanız, ya tahtaya haritayı çizip anlatacaksınız ya da sınıfa harita getireceksiniz. Şekiller önemlidir, hafızada uzun süre tutmak için. Ezber daha kuvvetli olur. Ben bunu bilir bunu söylerim. Anlatım berbatsa öğrencinin pek suçu yoktur, kötü not almasında. Mantıklı düşününce yetmiş kişilik bir sınıfta sadece üç, dört kişi geçmişse bu dersten ve bu dersi dinlemeyen sayısı da bu kadarsa hatayı ilk önce öğretmende aramak gerekir. Lütfen bir sorun kendinize “Ben nerede hata yapıyorum?” diye. O geçen üç-dört kişi üstün zekâlı, çalışkandı da geri kalanı salak mıydı? Lisedeyken bir İngilizce hocamız vardı. Mükemmeldi anlatımı. Onu pür dikkat dinlemek yetiyordu. Sınavlarına hiç çalışmama bile gerek kalmıyordu. Çalışmadığım halde seksenden aşağı almıyordum. Şimdi, günü gününde, saatlerce ders çalışsam da notlarım yerlerde. ”Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır.”diye boşuna söylenmemiş belli ki... Fakat ne yazık ki onların farklı yoğurt yemelerinin cezasını da öğrenciler çekmekte.
Doğru ders anlatanı seviyorum.
Bir de şu var: Sınav kağıtlarımızı göstermeyen hocalar. Yani görsek ne olur? Gösterilmemesindeki mantık ne? Biz yaptığımız hataları göremezsek, notumuzun nereden kırıldığını bilemezsek aynı hatayı tekrar yapmamız kaçınılmaz değil midir? Ya doğru bildiğim şey yanlışsa? Her defasında aynı yerde hata yapıyorsam? Sorular ya sonradan sınıfta çözülmelidir ya da yanlışlar gösterilmelidir. Ayrıca hocaların soru şekli de öğrencinin kapasitesine uygun olmalıdır. Öyle zorlayan hocalar var ki, öyle sorular soruluyor ki anlamak mümkün değil. Bu da benim naçizane fikrim. Haksız mıyım?
Yanlışlarımı gösterenleri seviyorum.
Kopya çekeni affetmeyeceksin! Kesinlikle! Çünkü affedersen tekrar yapma olasılığı vardır. Tavrını baştan koymalı hoca dediğin. ”Bunları, şunları yapanı affetmem.” demeli. İlkeleri olmalı bir hocanın. İdealist olmalı ve ileriyi görebilmeli. Kopya çekmesine izin verdiği öğrencisine iyilik değil kötülük ettiğini bilmeli.
Kopya çekenler! Hey! Sizleredir bu lafım. Kopya çekince sadece yüksek not alıyorsunuz. Gelecek günlerde, mesleğinizi yaparken başınıza gelecekleri hiç düşündünüz mü? Gerçek sınavlarda yani öğrencinizin ya da bir topluluk karşısında size bir soru sorulduğunda afallayıp kaldığınızda alacağınız not nedir biliyor musunuz? Aşağılayıcı bakışlardır. İşte o an anlayacaksınız, kopya çekmekle ne kadar yanlış yaptığınızı ve ileriye dönük olarak en büyük kötülüğü kendi kendinize yapmış olduğunuzu. Gerçek anlamda öğrenme hevesine kapılmadığınıza bin pişman olacaksınız. İşte o an, o ezik bakışlara maruz kaldığınızda hiçbir şey bilmediğinizi fark edeceksiniz. Onların karşısında utanacak, sıkılacaksınız. Ne yazık ki o an kopya çekemeyeceksiniz. Cevap veremediğiniz için ezilip büzülecek, boynunuzu bükeceksiniz. Kim bilir belki de saçmalayıp daha da yerin dibine gireceksiniz. Artık iş işten geçmiştir. Sorarım size: Rezil olmak mı istersiniz, yoksa sizi alkışlayan, takdir eden insanlar karşısında başınız dik, kendinden emin bir edada bulunmuş olmayı mı?
Bazı kendini hoca/öğretmen sanan kişileri sevmiyorum.
Dersine zamanında gelmeyen hocalar var. Düşünsenize bir hocanız, benden sonra derse girmeyin diyor ama kendisi zamanında gelmiyor. Benden sonra geleni almam diyor ama yine de bir şekilde kabul ediyor. Yapmak istedikleri ve yaptıkları birbirini tutmuyor. Net olmalı bir öğretmen. Eğer bir öğretmen derse geç gelirse hadi geldi diyelim insanlık hali bunun sebebini de söylemeli. Hiç gelmeyecek ise de önceden bir şekilde haber vermeli ki öğrencileri karda kışta bir ders için yola düşmesin. Üstüne yol parası vermiş olmasın. Ha kendinden sonra da gelen öğrenciyi sınıfa almamalı. O öğrenci düşünmeli kaç dakikada okula varacağını. Okula geç kalma ihtimallerini hepsini düşünerek ona göre bir plan yapmalı. Çünkü biliyorum ki bazı hocalar, geç kalan öğrenci yüzünden dersi bölündüğü için konsantre sorunu yaşadığını, buna sinir olduklarını. Bu konuda haklılar. Ama burada görev yine öğretmene düşer. En baştan bu konudaki hassaslığını öğrencilerine aşılatmalı. Hiçbirine bu tavizi vermemeli. Affetmek yok!
İlk kez gireceği bir sınıfa sert bir tavırla girmemeli. Girer girmez de daha öğrencileriyle tanışmadan ders anlatmaya başlamamalı. Her türlü eleştiriye açık olmalı. Bir öğrencisi onu eleştirdi mi o öğrencisine takmamalı, okul hayatıyla oynamamalı. Problem neyse güzellikle çözmeye çalışmalı. Hatayı her zaman öğrencide değil de kendinde de aramalı. Sorulan soruları dalgaya alıp öğrenciyi rencide etmemeli. Aksine saçma sapan da olsa soru soran, merak eden, araştıran öğrenciyi sevmeli.
İki saatlik dersi yarım saatte hızlıca anlatan hocalara ne demeli? İyilik mi etmiş oluyorlar bizlere? Ne anlattıkları belli değil, konuşup duruyorlar işte. Bir dersin normal süresi ne ise o uygun bir biçimde kullanılmalı. Ders araları da kaç dakika ise ara da verilmeli. İnsanlık hali, öğrencilerin birkaçının sağlık problemi olabilir, çıkmak isteyecektir. Acıkanı, tuvalet ihtiyacı olanı vs. Zaten bir öğrencinin dinleme kapasitesi sınırlıdır. Belli bir süreden sonra algılayamazlar. Bunlar da verimli öğrenmeyi engeller. Siz ara vermezseniz iki saatlik dersi bir buçuk saat durmadan anlatmaya çalışırsanız –hem de aynı ses tonu ve pasiflikte- olmaz! Yani anlamaz sizi o öğrenci. Keyif de alamazlar. Sıkılır da sıkılırlar. Hem size de yazık değil mi? Oturun siz de dinlenin. Haksız mıyım? Bunları bir hoca çoktan düşünmüş olmalıdır.
Düşünsenize bir hocanız bir aydır sadece bir kez dersine girmiş ve o dersi de yarım saat bir şeyler geveleyerek geçirmiş sonra da çekip gitmiş. Üstüne bir de ödev vermiş. Bir daha da o hocanın yüzünü görmemişsiniz. Bir ay boyunca... Ne kadar komik değil mi? Ne kadar can sıkıcı değil mi? Oysa bunlar gerçek ve üniversitede yaşanıyor. O hoca şimdi aldığı maaşı hak ediyor mu? Helal mi aldığı para, sizce? Öğrenci ödev hakkında bilgi almak isteyecek, belki yapamayacak ve hocasından yardım isteyecek; ama ortada hoca yok. Sonra da topu öğrenciye atarlar. Neymiş tembel, araştırmamış, okumamış vs. Yahu sen adam gibi anlatamadın ki yüzünü göremedik ki soralım daha iyi anlayalım! Bir öğretmenin görevi o dersi açık ve net bir şekilde anlatabilmektir. Oturduğu yerden ya da slaytan okuyarak ders anlatılmaz. Çabalayacaksınız. Kendinizi bu konuda geliştireceksiniz. Ben bu dersi nasıl etkili anlatabilirim diye yırtacaksınız kendinizi! Oturduğu yerden para kazanan öğretmeni sevmiyorum işte...
Bir de şöyle tipler vardır. Derse eşofmanlarıyla gayet lakayıt bir şekilde gelirler. Bu bir kere öncelikle kendisine saygısızlık, sonra da bizlere. Bir öğretmen ders anlatımı, karakteri kadar dış görünüşüyle de örnek olmalıdır. Okullar, spor salonu ya da futbol maçı yapılan yerler değildir. Onu da geçtim iki kelimeyi bir araya getiremiyorlar bile. Kendi bildiğini yanlış bilenler bile çıkıyor. Daha kendisi doğru dürüst konuyu anlamamışken anlatmaya çalışıyorlar. Ne kadar gülünç bir duruma düşüyorlar farkında bile değiller. Olsalar bile umurlarında değil, çünkü nasıl olsa öğretmen olmuşum rahatlığı var üzerlerinde. Bir de bunlar proföser olacak... Peh!
Diksiyonu düzgün olmayan, ses tonu borazan gibi çıkan öğretmenlerin de dersi pek çekilmiyor inanın. Düşünsenize bir edebiyat dersindesiniz, hocanız şiir okuyacak ama berbat bir ses tonu var. Okuma daha iyi arkadaş! İnsanlar gerçekten kendilerini iyi tanısa yapabilecekleri mesleği de iyi seçebilirler. Kendini bilmek en güzel şey olsa gerek. Hele bazıları da var ki daha de/da bağlacının ayrı yazılacağını bile bilmiyor. Yazım ve noktalama hataları yapmaları, Türkçemizi kötü kullanmaları bence büyük bir sorun. Bunlara önem verilmesi için illaki bir Türkçe ya da bir edebiyat hocası olmak şart değil. Bu, branşı ne olursa olsun bütün öğretmenlerin, hatta yediden yetmişe herkesin önem vermesi gereken bir durum. Bu konuda örnek davranışlar sergileyin ki öğrencileriniz de sizin yolunuzdan gitsin.
Ha şunu da yapanlar var. Seçmeli ders ve zorunlu ders konusunda ayrım yapan hocalar... Neymiş “Seçmeli ders zaten önem verilmese de olur. Derse gelmesem de üstünde çok durmasam da olur. Yüksek notlarla geçsinler.” diye düşünen bu zihniyetteki hocalar var ne yazık ki. Bu ne saçma düşünce böyle. Zorunlu olsun veya olmasın o ders en iyi şekilde anlatılmalı. Adı üstünde bunlar ders. Ve dersler de bilgilerle doludur. O bilgileri de vermek öğretmenlerin görevidir. Hiçbir bilgi gereksiz değildir. Her birinin önemi de aynıdır.
Bilgili olmayı seviyorum.
Kimi hocalar var ki öğrencilerine fazlasıyla değer verir. Karşılığında sadece çalışmalarını, öğrenmelerini ister. Bu hocalar derse girer girmez ya da ders anlatırken araya sıkıştırarak okumanın faydalarından, bilginin yüceliğinden söz ederler. Öğrencilerine öğrenmeyi sevdirmek, vazgeçmelerini önlemek için okulu bırakmamaları için alttan alta kaba tabirle “gaz verirler”. Kötü mü ederler. Hayır! Aksine işte gerçek hoca budur. Her hoca böyle olmalıdır. Öğrencisine doğruları ve ilkeli bir geleceği göstermelidir. Onlara okulu, dersleri, çalışmayı sevdirmelidir. Onlara bu sıralarda olmanın büyük bir şans olduğunu defalarca dile getirmelidir. Okumak isteyip de okula gidemeyen onca kişi varken...
Okulumu, okumayı ve öğrenmeyi çok seviyorum.
Öyle öğretmenler var ki öğrencilerine daha yararlı olabilmek için yaşına başına bakmadan koşuşturup dururlar. Onlar için güvenilir kitaplar araştırır hatta eşlerini bile ihmal etme pahasına, en iyi nasıl öğretebilirim çabasına girerler. Okumasını, eğitimine devam etmesini canı gönülden istediği öğrencisinin okulu bırakmaması için günlerce öğütler verir. Ayrılış nedeni maddiyattan ise karşılamak ister. Aileden ise canı pahasına onları razı etmek için didinir. Onlar ki gerçek anlamda mesleklerine sadık ve âşık kişilerdir. Kazandıkları maaşı sonuna kadar hak edenlerdendir. Elleri öpülesi saygı duyulası şahsiyetlerdir. Hem ışık saçarlar etraflarına hem de umut olurlar. Günümüzde bu gibi yüce insanların sayısı ne yazık ki çok azdır. Ne mutlu böylesi öğretmenlerin öğrencisi olan şanslı kişilere. Onlar da bir tür vefa borcu olarak öğretmenlerini örnek alacak, bu ulvi mesleği olması gerektiğince uygulayacaklardır. Önemli olan bu mesleğin gereğini yerine getirebilmek ve vatana, millete hayırlı öğrenciler yetiştirebilmektir. Unutmamak gerekir ki gelecek kuşakların yönlendirilmesi ancak ve ancak bilinçli öğretmenler sayesinde gerçekleşecektir.
Bir öğretmenin en güzel eseri de öğrencisidir.