Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Geçenlerde Yılmaz Akyıldız kulağıma kar suyu kaçırdı: öğrencilik anılarını yazmalısın diye. düşündüm ki haklı: demezler mi okulları yakıp duruyorsun da sen bostanda mı yetiştin?
Elimde hazır olan birkaç malzemeyi toplayınca ilkokular çıktı. Önce bir görelim, sonra okulların yakılıp yakılmayacağına beraber karar veririz.
........
1969 yılında ilkokula başladım, daha okuma yazma öğrenmeden insanların aya ayak bastığını söyledi öğretmenim Ali Arıkan. Sonraki yıllarda gelen resimlerle sınıf bir uzay merkezine dönmüştü. Mersinin zenginlerinden Abdülkadir Perşembe nin binasını yaptığı bir okuldu, 2000lerde anaokulu olarak kullanılıyordu, istasyondan kuzeye çıkan caddenin üzerinde idi. Abdülkadirin evi ise az ileride istasyona yakın beş katlı bir apartmandı. Ali öğretmen birgün çatısına çıkarmıştı, mersin ayaklar altında kalıyordu, çünkü Hilton otelinden sonra en yüksek ikinci bina idi sanırım.
Ali öğretmen Antalya aksu köy enstitüsünü bitirmişti, mut ilçesinden idi. Antalya ya gemi ile gitmişti. Dünyanın yuvarlak olduğunu anlatırken bahsetmişti bundan. Kendisine yunuslar eşlik etmişti. Okulun beş sınıfı bir müdür odası ve bir sahnesi vardı. Soldan başlayıp sağdaki 5. Sınıftan çıkılırdı. Üçüncü sınıfı okuduğum dersliğin sahneye açılan bir kapısı vardı, derslik kulis olarak kullanılırdı. İlk tiyatroyu burada izledim. Sahneleyenler, okula staja gelmiş olan öğretmen okulu, yani eski köy enstitüleri öğrencileri idi. Aynı sahnede bir de sihirbaz izledim. Metal halkaları birbiri içine geçiriyordu. Doğal olarak okulun yıl sonu gösterileri ulusal bayramlarda kutlamalar ile 10 kasım anmaları da aynı yerde yapılıyordu. 10 kasım da sahneye bir anıtkabir maketi konulurdu.
Aslında dördüncü sınıfa kadar neler öğrendiğim konusunda hiçbir şey anımsamıyorum. Sahnenin sağındaki dersliklere geçince yani 4. Sınıfta, sahnenin bir yerlerinde kütüphane olduğunu, burada bütün dünya isimli dergilerin bulduğumu ve bunlardaki cinayet hikayelerine merak sardığımı anımsıyorum. Bir de artık annemden gizli olarak resimli roman okumaya başlamıştım. Teksas tommix tombraks zagor mandrake kızılmaske ve belki adını unuttuğum o zamanın hemen tüm resimli romanlarını okuyup bitirmem iki yılımı almıştı. Bittiğini de artık maceraların tekrar etmeye başlamasından anlamıştım. İlkokuldan sonra bir daha da elime almadım.
Altı kişilik kümeler halinde otururduk. Ali öğretmen beni arkalara atardı, çünkü dersleri ayakta izlemek isterdim. Matematiğimin iyi olduğu söylenirdi ama ben sadece 9x5 i bilemeyince yediğim tokadı anımsıyorum. 5x9 u sorsa bilecektim herhalde. Ha bir de 5. Sınıfa giden bir komşu kızının matematik ödevini çözünce benden sonra babasının onu haşladığını. Bu olaylar giderek karşılaştığım sorunlar ya da problemler karşısında temkinli yaklaşımlar geliştirmeme neden oldu: soruyu kendi bildiğim ya da çözebileceğim bir soruya dönüştürebilir miyim? Yanıt ver(e)mezsem zarar görür müyüm? Yanıt verirsem başkaları zarar görür mü? gibi.
İlk öğretmenliğim de o yıl gerçekleşti: kardeşim herhalde yer yokluğundan başka bir okula başlamıştı. Öğretmen çok şikayetçi idi. Bırakın söyleneni kendi söylediğini bile yapmıyordu, şarkı söylemeye çıkıp dans ediyor ya da fıkra anlatıyordu. Defterini düzensiz kullanıyor, herşeyi unutuyordu. Sonunda anneme bunun bir büyüğü yok mu diye sormuş, annem de var ama daha 4. Sınıf demiş. Aslan (adı bu) öğretmen gönder bana demiş. Bana bir şeyler söylemiş, ben de uygulayınca sanki sihirli değnek değmiş gibi kardeşimin her şeyi düzene oturmuş.
Ali öğretmenden öğrendiğim ve yaşam boyu uygulamaya çalıştığım üç şey vardı: özellikle matematik dersinde problemin çözümü bitmeden zil çalmış olsa bile dışarı çıkarmazdı, biz işimizi bitirelim sonra çıkalım derdi ve bu bir hayli teşvik edici olurdu. İkincisi, biz yapmasak bile o yaptığı her işlemin sağlamasını yapardı ve biz bir yanıt verdiğimizde sağlamasını yapıp yapmadığımızı sorardı. Sağlama yapmak matematikte öğrendiğim en önemli işlemdi. Üçüncüsü, her sabah ilk on dakika gazete karıştırmakla geçerdi, seçtiği haberleri bize okurdu. Yetmişli yılların eylemlerini bu sayede ve yaşım yetmemesine rağmen anımsıyordum.
Ali öğretmen ile askerlik şubesini ziyaret ettik (bu sonradan şubeyi elimle koymuş gibi bulmama yardım etti) kendi kayıtlarına baktık, o an askere alınsa albay olacağını öğrendik. Sinemaya gittik, pikniğe gittik, soli antik kentine gittik. Şu an için çok çok önemli bulduğum ise bir gün sınıfa davet ettiği istiklal savaşı gazisi idi. Savaş kıyafetleri mavzeri fişekliği çizmesi ve kalpağı ile geldi. Anlattı. Arkadaşlarının yanı başında şehit olmasını, büyük taarruzu, kemali. Anlattıkça coşuyordu. Bildiğin kendini siperdeymiş gibi yerlere atıyordu. Bu adamı görmek en büyük şansım oldu.
4. sınıfın sonunda babam mersinin yaylalarından fındıkpınarında orman şubesi müdürlüğü yapan dayısının şubesinde çalışmak üzere aileyi yaylaya taşıdı. Ormanda kesilip yüklenen tomrukların hesabını tutmak gibi bir işti. İlk önce ahşap bir yayla evine yerleştik. Yaz sonu gelince yayla evinden daha korunaklı ve ocaklı bir eve geçmek gerekti, ben de kardeşim de köyün okuluna yazıldık elbette. Orman müdürlüğüne yakın olan evden 15-20 dakikalık yürüyüşle varılıyordu. Son evin biraz ötesinde, iki sınıflı, üç öğretmenli, bir lojmanlı bir okuldu. Kardeşimin de dahil olduğu 1,2,3. Sınıfları yeni mezun iki genç öğretmen, Fatma ve Özgen, 4 ve 5. Sınıfları da daha tecrübeli Refika öğretmen okutacaktı. Refika öğretmen Adana Düziçi öğretmen okulundan (ya da eski köy enstitüsünden) mezundu.
Refika öğretmenin sınav, müfredat vb gibi kaygıları olmadığını yıllar sonra değerlendirebildiğim bir müfettiş ziyaretindeki tutumu ile anlamıştım. O, iki sınıfa birden öğretmek durumunda olan birinin yapması gerekeni yapıyordu: öğrenciye kendi kendisine ya da arkadaşları ile öğrenebilme becerisi kazandırma. Ödevler bu işe yarıyordu. Şimdi sunum yapmak dedikleri şeyi yapıyorduk. Çalışıp anlatıyorduk. Bir alt sınıf yeni bir şey öğreneceği zaman onlarla eşleşerek beraber oturuyor ve anlatıyorduk. Ali’de de Refika’da da sınıflar dinamikti, gezip tozar konuşurduk ama gürültü ve kargaşa yapmazdık. Ancak müfettişler geleceği zaman Refika öğretmen bir takım sınavlar yapması gerektiğini anımsadı ve yaptı.
Birleştirilmiş sınıfta derslerle ilgili zaman sıkıntısı olmadığı gibi başka birçok etkinliğe de zaman bulunabilmişti. Teneffüsler doyurucu idi. Bazı günler yapılacak dersler biter, sınıfça öğretmenle birlikte serbest zaman geçirilirdi, sohbet, türkü ve benzeri. Böyle bir saatte sınıftan birinin söylediği evreşe yolları dar türküsü çok hoşuma gitmişti. Burçak tarlasını sınıfça öğrendiğimizi anımsıyorum. Bana avukat rolü verilen bir tiyatro oyunu çalışmıştık. Yörük Ali zeybeğini öğrenmiş ve tüm bunları 23 nisanda köyün kahvehanesinde sergilemiştik.
Genelde eğitim konularından uzakta durmayı tercih eden babam o yıl kendisinden beklenmeyen bir şey yaptı ki, bu beni ortaokul boyunca rahatlatmıştı. Bir yıl kadar önce de bir kere, o da hayat bilgisi dersiydi sanırım, ne öğrendiğimizi sormuş, söylediğim bir konuyu da hemen anlatmamı istemişti. Bu sefer yaptığı matematikle ilgili idi. Köyün bakkalından yaptığımız alışverişler küçük bir deftere yazılıyor, babamda aylık olarak ödüyordu. Ödeme zamanı gelince defteri eline alıyor, karşısında hazırolda duran bana genelde bir ve iki basamaklı olan sayıları ardarda söylüyordu. Görevim bunları toplamaktı. Tabii ki hatanın karşılığı tokat idi. Hiç tokat yediğimi anımsamıyorum. Kendisi de topladığından işlem sağlamalı oluyordu. Babam bir gün oran ve orantı kavramlarını bilip bilmediğimi sordu. Hayır dedim. Oturdu öğretti. Ben de öğrendim. Bu konu bana sonraki birkaç yılda çok ama çok yararlı oldu. Şimdi anlıyoruz ki, doğal sayıları, saymayı toplamayı ve diğer üç işlemi bilen birisine öğretilmesi gereken ilk şey rasyonel sayılar ve bunlarla yapılacak işlemlerdir. Bu kadar aritmetik sıradan bir insanı ömür boyu rahat ettirebilir. Rasyonel sayılarla işlem yaparak günlük hayatta çözülemeyecek problem yoktur desek yeridir. Babamın öğrettiği işte bu idi.
Bir yıllık yayla yaşamı kuşkusuz şehirde kalıp kitaplardan öğrenebileceğimden çok daha fazla ve şaşırtıcı şekilde kalıcı olan şeyler öğretmişti. Bir kere Mersinde kalıp aylarca kar içinde yaşama şansı yoktur. Şehirde evler sobalıydı ve odun yakılırdı. Ova olduğundan duman kokuları sokakları doldururdu. Yayladaki evler ise ocaklı idi, yani şömineli. Odun sorunu yoktu, tomruk kamyonları evin önünden geçerken babamın seçip koyduğu kuru ve yağlı çam parçalarını yolun kenarına atıyor, ben de onları elli metre ötedeki eve taşıyıp balta ya da keserle yakılacak kadar küçültüyordum. Sabahları fırından taze ve sıcak ekmek getirmek de benim işimdi. Yapacak işim ve ödevim olmayınca komşu çocukları ile hayvanları otlatmaya giderdim. Yazlıkçıların terkettiği bahçelerdeki meyve ağaçlarından karnımızı doyurur, akarsudan ya da gerçek bir pınardan suyumuzu içerdik. Binek hayvanı olarak ve denge sözkonusu olduğunda eşekten daha tehlikelisinin olmadığını şimdi daha iyi anlıyorum. Yan tarafta altı ahır üstü ev olan tipik köy binasında tahtacılar otururdu. Bazı aksamlar yaşıtlarımla büyük ablaları Zeynepin gözetiminde oynardık. Zeyno unutamadığım yayla çorbası yapardı. Hernasılsa yoğurdu çorbaya sonradan ve sıcak iken yedirirlerdi. Bir kaşık aldığımda ağzımda hem çorbanın sıcaklığını hem de yoğurdun soğukluğunu hissederdim.
Okulun arkasında bir yol, sonrasında da buğday tarlası vardı. Eğimli yolda ilkel malzemelerle kayak yapardık. Bugday tarlasını gözlemek daha önemli idi. Ortada hiçbirşey yokken karla kaplanan tarladan giderek yeşil buğday filizleri biterdi. Tek saçmalı küçük tüfekle kuş avlamaya çıkan arkadaşlardan kuş isimleri öğrenirdim. Koca koca güller (annem reçel yapardı), nergiz, sümbül değerli olduklarını öğrendiğim çiçeklerdi. Gözümün önünden gitmeyen ise evin bulunduğu tepenin arkasındaki mor menekşe tarlası idi. Kısaca bir yıllık yayla yaşamı, sanırım doğal bir görüntü estetiği, tat ve koku duygusu gelişmesine yardımcı oldu. Bundan sonraki altı yılı da şehir hayatından uzakta geçirmek bu duyuları insanı sonradan seçici yapacak kadar pekiştirdi.
Bu arada oyuncaklarım arasında orman dairesindeki manyetolu telefon, ki bazen santralcı beni bırakıp giderdi, ben de etraftaki gözetleme kuleleri ile görüşürdüm, ve facit hesap makinası ile daktilo vardı.
Refika öğretmen bir gün anneme beni yatılı okul sınavına sokmak istediğini, bunun için imzalı izne ihtiyacı olduğunu söyleyip imzalanması için bir kağıt bırakmak istemiş. Annem de babamın buna izin vereceğini düşünmediğini söylemiş. Bunun üzerine Refika öğretmen, tamam siz babaya bir şey söylemeyin ama benim Hasan’ı sınava götüreceğimi bilin demiş. Refika babamın imzasını taklit ederek evrakları tamamlamış ve beni seçtiği diğerleri ile beraber sınav günü şehire götürüp getirmiş. Kocası köyün iki otobüsünden birinin sahibi olduğundan ulaşım hiç sorun olmamış.
Yaz sezonu başlamadan ama okullar tatil olduğunda şehire, bu sefer tarsusa taşındık. Yakındaki bir ortaokula yazılma hazırlıkları yaparken, ağustos ayında birgün, mersinin yakın köylerinden birinde, yalınayakta (şimdi Toroslar ilçesinin bir mahallesi) oturan babaannem elinde bir zarfla geldi. Zarfda Refikanın soktuğu sınavın sonucunda Ali öğretmenin mezun olduğu ve tam da o yıl öğretmen okulundan öğretmen lisesine dönüştürülen aksu daki eski köy enstitüsünü kazandığıma dair yazı vardı. Benden başka herkesi bir telaş aldı. Gidecek mi gitmeyecek mi? Refika sınav sonucunu alınca, uzun aramalardan sonra babamın annesine ulaşmış ve zarfı teslim etmişti. Herhalde orman müdürünün babamın akrabası olması burada işe yaramıştı.
Resim Yazıları:
1. mersin findikpinari ilkokulu 1970ler. Fotoğrafın yazısı şöyle: Aralık - 1970 Fındıkpınarı İlkokulu
En arka sağda ben, Hamit ERDOĞAN,ortadaki
Nevzat TEMİZ (halen müfettiş olarak çalışıyor).
Nevzat beyin hemen yanındakini Özgen olarak
hatırlıyorum. (Fatma, Özgen ve Refika benim ve kardeşimin öğretmenleri idi)
2. findikpinari ilkokulu sagdaki iki bayan (misafir gelen ogrencilerle) benim de ogretmenlerim oldu
fotoğrafın yazısı şöyle: 1970-1971 yılında Fındıkpınarı İlkokulunda staj yapanlar. okulun karşısında 7.4.1971 yılında Fındıkpınarı İlkokulu bize geziye gelmiştir.yine ortada Nevzat Temiz var sağ taraftaki bayanlar Fındıkpınarı öğretmenleri genç olan Fatma soyadını hatırlayamadım.diğerinin de soyadı Parlak,Nevzat beyin yanında ben en önde oturanlardan sağdan üçüncü 3-D sınıfından Baki YILDIR,yanında sağtarafında Mustafa ÜSTÜN,ortada Mehmet BALTACI
3. Fındıkpınarı ilkokulundaki Refika öğretmenim, daha bilinen namıyla Parlak'ın Hanımı. Nerdeyse kariyerimi borçluyum diyebilirim, hakkı ödenemez, sıkmaları da çok lezzetlidir.
4. Karşıdaki tepenin sağdaki en yüksek noktasında orman gözetleme kulesi vardı. Oradakilerle orman müdürlüğünün manyetolu telefonuyla görüşürdüm. Kolu çevrilen hesap makinesi ve daktilo da orman müdürlüğündeki oyuncaklarım arasındaydı.
5. Öğle arasında azıklarımızdaki yiyecekleri yemek için oturduğumuz çalı diplerinden bu manzarayı seyrederdik, Tepeköy e doğru. Yol için kazılmış.
6. Karlı günlerde kar topu oynayıp kızak kaydığımız okul binasının arkasındaki yoldan şimdi oğlum ve kutsal ruh (karım) geliyor. evlerin bulunduğu yerler buğday tarlası idi.
7. orman müdürlüğünün bulunduğu yerden başlayıp yürüyerek geldiğim okul yolu. Isınmak için odunlarımızı da taşırdık.
Genel: Orman müdürlüğünün arkasındaki pınarın olduğu tepenin ilerisindeki sarı ve mor menekşe tarlalarını, en güzel açan sümbülleri, çarşıdaki fırının sabah pidesinin tadını ve sıcaklığını, yazlıkçılar gittikten sonra boş kalan bahçelerindeki koca kiraz ağaçlarına çıkıp yediğim kirazları, Duran'ın çocuklarıyla hayvan otlatırken açıktığımızda yediğimiz kocaman sarı ve tüylü ayvaları, tadı hala damağımda olan reçellerin yapıldığı büyük ve kokulu gülleri vs vs vs hala hatırlıyorum.
Alıntı