Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Kendini yetersiz olarak tanımış bir çocuğun derslerinde başarılı olması oldukça zor bir ihtimaldir. Kişi önce inanmalı; yapabileceğine inanmalı ki o inanmışlığın sonucunda başarı ortaya çıkabilsin. Ancak maalesef bazı ebeveynler çocuklarını “negatif” sözlerle motive etmekte marifet sahibidirler. Bu ebeveynlerin sarfettiği, “Sen bu gidişle başaramayacaksın.”, “Böyle tembel tembel oturursan tabii ki derslerin zayıf olur.”, “Bir odanı bile toplayamayacak kadar beceriksizsin.”, “Ben senin yaşındayken canavar gibiydim, senin şu tembelliğine bak.” veya “Bizim oğlan ders çalışmayı hiç sevmiyor.” gibi sözlerin maksadı çocuğu motive etmek olsa da, böylesi sözlerle muhatap olan çocuk bir süre sonra kendisinin “gerçekten de çalışmayı sevmediğine” inanır. Buna inanan çocuk kendisine “Oğlum neden hiç ders çalışmıyorsun?” denildiğinde, “Çalışmıyorum, çünkü ben ders çalışmayı sevmiyorum.” diyerek, kendini nasıl tanımladığını ilan eder.
Halbuki bir ebeveynin en başta gelen görevlerinden biri, “Aman çocuk kendini dışarıdan bakanların gözünde yetersiz olarak tanımlandığını zannetmesin.” diye titiz davranması gerekliliğidir.
Maalesef, günümüz yetişkinleri “güya” çocukları motive edeceğim diye, onları aşağılamayı, küçük düşürmeyi, onlarla dalga geçip hafife almayı bir marifet zannediyor. Çocukların karşısında kaba tavırlar sergilerken, duyarsızca konuşurken, alaycı tavırla gülerken, tam da yapamadığı bir şeyi “hoşgörü” ile karşılamak yerine, “alaycı” ifadelerle “Bu kadar basit bir şeyi mi yapamıyorsun.” tavrıyla onları mahcup ederken çocukların bir benlik yapısı oluşturduklarını bilmemeleri ne kadar trajiktir.
Benlik algısı yetişkinin sadece “sözleri” ile değil, davranışları ile de anlam kazanır.
Örneğin, büyüklükten hoşlanan bir ebeveynin yanında büyüyen kendini küçük hisseder. Büyüse de o yetişkinin hissettirdiği eziklik devam eder. Arkadaş grupları içinde sanki birisi tarafından azarlanacak, bir gün küçük düşürülecek diye kaygılanır.
Günümüzde “özgüven eksikliği” diye tanımlanan, çocukların temelinde yatan his “yetersizlik” hissidir. Yetersiz olduğunu düşünen çocuklar kendilerini “güvensiz” ve “emniyetsiz” hissederler.
Çocukluğunun ilk yıllarında “yaramaz”, dur durak bilmez, sağa sola koşmaktan, elini bir şeylere atmaktan keyif alan çocuk, ister sözle olsun, ister vücut diliyle engellendikçe, aşağılandıkça, onun yapabilirliğinin önüne geçtikçe, çocuğun yapacağı işleri elinden alıp ebeveynin kendisi yapmaya çalıştıkça, ortaya çıkan sonuç o çocuğun bir işi yapma ve becerme karşısındaki “yetersizliği” veya “cesaretsizliği”dir.
Bu konuda özellikle okul öncesi kurumlar oldukça titiz davranmalıdır. Zira yapabilme gücünün oluştuğu ilk dönem okul öncesi dönemdir.
Çocuk okul öncesi dönemde coşku ile bir şeyler yapmaya çalıştıkça, çocuğun yapmaya çalıştığı işleri “yıkıcılık” veya “şımarıklık” olarak algılayıp engellemek, onu oynamak istemediği bir oyuna zorla dâhil etmeye çalışmak, arkadaşı ile oynarken, “Şimdi başka bir aktivite yapacağız.” diyerek çocuğu konsantre olduğu alandan koparmaya çalışmak, okulda yaptığı yaramazlıkları, “Annen gelince beni hiç dinlemediğini söyleyeceğim.” diyerek tehdit etmek, çocukta yeteneklerini sergilemesinin “kötü bir şey” olduğu hissini oluşturmak, çocuğa söz geçirebilmek için onun karşısında güçlü görünmek şeklindeki davranışlar çocuğun enerjisini tüketir, onun bir iş yapma konusundaki heyecanını kırar, “yanlış yapacağım” hissine kapılmasına sebep olur. Hep birinden komut alarak, tarif alarak, sorarak iş yapmaya alıştırılmış çocuklar, kendi başlarına kaldıklarında kendilerini “yetersiz” hissederler.
Pedagog Adem Güneş Facebook Sayfasından Alıntıdır