Zaman, deli dolu akan bir nehir gibi hızla geçip gidiyor işte. Hayatı anlamlı kılan yaşanmış hatıralardır. Yıllar yıllara eklendikçe daha da değerlenir anılar. En özel olanları, en güzel zamanlarımıza, öğrencilik yıllarımıza aittir genellikle. İlkokul , ortaokul, lise, derken üniversiteli olmak hayali kuşatır rüyalarımızı. Aslında bir kutlu yolculuktur bu. ”Yıllar, günlerin bilmediği çok şeyler öğretir insana.” diyor ya R.Emerson.
Her dönemin farklı heyecanları var şüphesiz. Ama üniversite başka. Orası hem ruhsal, hem düşünsel yönden karakter inşasının olgunlaştığı zirve mekanlardan biri. Mesleki ve kültürel donanımlarımızı arttıran, sanat ve edebiyatı ruhumuza bir gergef gibi işleyen nice yetkin hocaların rahlesinde öğrenci olmak Tanrı’nın bir hediyesi değil midir bizlere? Doğrusunu söylemek gerekirse, gençlik yıllarının acemilikleri veya sınav streslerinin verdiği yorgunluk ve yılgınlıkların kuşatmasında bunun pek farkında olamıyor insan. Oysa ne güzide, TÜRKOLOJİ alanında dünya çapında değerli ne çok hocamız vardı bizim. O günden beri hem öğrencilerime, hem de çevreme hep gururla anlatırım bunu.
“ Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
içinden gülüyor bana derinden”
diyor Ahmet Hamdi Tanpınar Bursa’da Zaman şiirinde. Ben de öyleyim işte, hüzün ve mutluluğu birlikte yaşarım üniversite yıllarımı andığımda. Hüznüm; fırsatları iyi değerlendiremediğim içindir. Pişmanlık değil bu, ama keşke Mehmet Kaplan hocamın teklifini kabul edip üniversitede kalsaydım.Deryanın içinde fakat deryanın kıymetini bilmeyen mahiler gibi işte. Çünkü bir taşra kasabasında mesleğinizi bir sanatkar aşkı ve hassasiyetiyle yapma arzunuz uzun sürmüyor. Bir süre sonra aynı dersi yapmaktan, aynı konuları tekrar etmekten, her gün yüzlerce sınav kağıdı okumaktan yoruluyor insan. Bir de sizin heyecanınızı anlayabilen fazla öğrenci bulamayınca hevesiniz kırılıyor, sıradanlaşıyorsunuz.
İstanbul’da yaşayan sınıf arkadaşlarımızla buluşuyoruz her ay farklı bir mekanda.Yeni hatıralar demleniyor sohbetlerimizde. Bazen Anadolu’nun değişik illerinden katılan arkadaşlarımız da oluyor. Özlüyoruz birbirimizi.Yunus’ça ifade edeyim; “Aşk ile bağladık kamet safımızı, kim ayıra!” Birbirine bu kadar bağlı başka bir sınıfı, ne biz, ne de beraber olduğumuz hocalarımız da hatırlamıyor zaten.
Cumartesi günü Prof.Dr.İnci Enginün Hocamızın Kadıköy Şaşkınbakkal’daki evine misafir olduk. Müslüm,Hüseyin,İhsan’la beraber, bizden sonraki mezunlardan, yazar M.Nuri Yardım da vardı. Rahmetli olan hocalarımızı andık, eski günleri yad ettik. Eski- Yeni edebiyatı, edebiyatçıları konuştuk. İnci Hocam sadece konuşmuyor, sanki Edebiyat Fakültesi’ndeki odasında bize ders anlatıyor gibiydi. Aynı ciddiyet, aynı disiplin, aynı nezaket, aynı ses tonuyla. Kendi elleriyle hazırladığı poğaçaları, kendi eliyle demlediği çayı yine kendisi servis etmek istiyordu. Ama sonunda Laleli ‘de yıllarca Lokantacılık yapan Müslüm arkadaşımızın servise eşlik etmesine razı oldu da, bizi de bir mahcubiyetten kurtardı hoca. Ne güzel bir gündü gerçekten. Hepimiz ziyadesiyle mutluyduk.
O, Prof.Dr.Mehmet Kaplan’ın asistanıydı biz başladığımızda. Ben de aynı bölümde, yani Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsünde öğrenciydim. Bazen tiyatroya veya bir konferansa hocamızla birlikte gider, ertesi gün derste etkinliğin analizini yapardık.
Bir gün bizi evine de davet etmişti. Yıl 1972. Nisan’ın 16’sı. Günlerden Pazar.
Breh, o günü nasıl da unutmamışsın diye şaşırmayın. Günlük’e not düşmüşüm. Nur, Sevtap, Ali, Yusuf varmış. Nur bir buket takdim etmiş. Biz Mehmet Amca ile sohbeti koyulaştırmışız. Mehmet Amca İnci Hocanın babası. Emekli Hakim. Daha ilginci, benim memleketimde, Uzunköprü’de 7 yıl hakimlik yapmış. İnci Hoca Şinasi İlkokulu’nda okumuş. Daha sonra Mehmet Kaplan ve Zeynep Kerman gelmiş. Heyecanımız ve mutluluğumuz artmış. Çaylar içilmiş, Azeri müziği ve Klasik Türk Müziği dinlemişiz kollu pikapta dönen plaklardan. Mevlana ve Yunus Emre İle ilgili plaklarla mest olmuşuz. Ahmet Kabaklı’nın çıkardığı Türk Edebiyatı Dergisinin 2.sayısı elimizdeymiş o buluşmada. Bir çok hocamızın yazısı vardı o dergide.
Yine güzel bir gün oldu bizler için. Böyle hocaların sohbeti de derstir aslında, çok şeyler öğrenirsiniz ve sohbet bitsin istemezsiniz. Dinlerken ruhunuz gençleşir, taze baharlara kanat açarsınız. Zaten onun için elleri öpülür onların. 50 sene sonra aynı evde, aynı nostaljiyi yaşamak. Kaç faniye nasip olur bu vuslat? Geldik gideceğiz bir gün erenler. Güzel anılar biriktirelim, güzel dostlar kazanalım, değerlerimizin farkında olalım, onlara sahip çıkalım. Muhsin Başkanın dediği gibi; bir saniyesine bile hükmedemediğimiz şu alemde gerisi laf u güzaf.
Trakya Üniversitesi’ndeki dostum Prof.Dr. Fahri Türk sosyal medyadaki paylaşımıma ; ”Ne güzel sayın hocam. Büyük bir vefa örneği. İnşallah bizim öğrencilerimiz de bizi emekli olunca unutmazlar.” diye yorum yapmış. Çok emin değilim artık, ama yine de temennimiz o olsun Fahri Hocam.
Allah yaşayan hocalarımıza ve benim için hepsi değerli olan arkadaşlarıma uzun ve sağlıklı ömürler versin. Teşekkürler İnci Hocam. Hürmetlerimi sunuyor, bir defa daha ellerinizden öpüyorum efendim.