Malum, ülkemiz Suriye’deki savaştan dolayı fazlasıyla göç almış ve halen almaktadır. Bu durum tabi ki bizleri de ziyadesiyle etkilemektedir. Özellikle belli mahallelerdeki okullarda fazlasıyla Suriyeli çocuklarımız bulunmaktadır. İşte bu da onların içinden bir hikâye.
Meryem ve Nur’un hikâyesi.
Meryem ve Nur; hem babaları kardeş, hem anneleri. Halep’te ayakkabıcılık yapan 2 Türkmen babanın kızları. Savaş çok yakınlarında gerçekleşmiş ve ülkemize gelmişler. Dikkatimi çeken öncelikle, düzgün, Türkçeleri oldu. Sorduğumda, Türkmen olduklarını ve evde Türkçe konuştuklarını, Arapçayı ise günlük yaşamlarında lüzum oldukça kullandıklarını söylediler. Tertemiz, hanımefendi, saygılı güzel çocuklar. Aileler ile tanışmak istediğimde anneleri geldi. Çok zor durumda yaşadıklarını, çocukları için çaba sarf ettiklerini aktardılar. Naçizane gözlemim ve hislerim onların hikâyesini çok gerçek buldu. Çocukların hep bir şeyleri eksikti. Telafi etmeye çalıştığımdaki mahcubiyetleri dikkatimi çekti. Tenefüste gözlerimle takip ettiğimde kantine pek gitmiyorlardı. Birlikte geziyorlardı. Bir gün Meryem’in kalemi kaybolduğunda nasıl ağladığını anlatamam. Hıçkıra hıçkıra; ”Ben anneme ne derim öğretmenim diyordu. Öğretmenler gününde hediye ettikleri, mürekkebi bitmek üzere olan tükenmez kalem halen masamda.
Haftalık ev ziyaretlerimden birini onlara yaptım. Gaziantep’in artık kullanılmayan veya az kullanılan tarihi taş eski evlerinden birinde oturduklarını söylediler. Haber verdim ve karşıladılar, âmâ nasıl karşılama! Evdeki herkes bayram sabahı gibi hazırlanmış beni bekliyordu. Bu ne fevkalade bir saygıdır. Ev taş bina, bir insanın geçemeyeceği kadar dar bir girişi var. Küçük bir avlusu,2 tane avluya bakan odası, tuvalet banyo birlikte ve bir mutfağı var. Odalar çok küçük, havasız ve ışıksız.2 aile birer odalarda kalıyor.2 evin de nüfusu beşer kişi. Odalarda, eskiden yüklük denen yatakların konduğu bir yapı mevcut. Yer yatağında yatılıyor. Yerlerde kilim dışında bir sergi yok. Soğuk beton neredeyse ayaklarını kesiyor insanın. Ben geleceğim diye, sobaya atılan karton içerinin havasını biraz değiştirse de hemen soğuyor içerisi. Sağdan soldan buldukları tahta v.s ile ısındıklarını öğrendim. Meryem ve Nur’un yüzündeki ışık ve sıcaklık ısıtıyor içimi. İkram edilen bayatlamış çerez o an dünyanın en kıymetli kuruyemişi oldu gözümde. Misafirperverlikteki samimiyet bana, tekrar ve yeniden ;”İyi ki öğretmenim.” dedirtti. Onları artık daha iyi anlayacağım.
Eminim ülkemin dört köşesinde ne hikâyeler vardır. Lakin bunları görüp paylaşma isteğim de şudur; çocuklarımızın kalplerine dokunalım onlara şükretmeyi, empatiyi öğretelim, ne hayatlar yaşanıyor bilelim.
Çocuğun ırkı, dini, rengi olmaz, çocuk melektir.
Gökhan KARABÖRK
BİR AVLU, İKİ HAYAT
Dikkat!
Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.
Seviyoruz seni yufka yürekli insan