Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku, nüfusu ve beraberinde işgücünü arttırmak amacıyla 1966’da doğum kontrolü ve kürtajı yasakladı. Ancak çocukların bakım masraflarını karşılayamayan yoksul halk onları yetimhanelere bırakıyorlardı. Bebekler, herhangi bir duyusal uyarana maruz kalmaksızın parmaklıklı bebek yataklarında tutuluyordu. Bakıcılar çocuklar ağladıklarında bile kucaklarına almamak, şefkat göstermemek konusunda kesin talimat almışlardı. Yakınlık göstermek çocukları daha fazla istemeye yönlendirecekti ve böylesi bir ihtiyacın karşılanmasıysa sınırlı sayıdaki bakıcılar için mümkün değildi. Her şey sıkı bir disiplin içerisinde yürütülmekteydi. Çocuklar tuvalet ihtiyaçlarını hep birlikte yan yana dizilmiş lazımlıklarda gideriyor, saçları cinsiyet gözetmeksizin aynı şekilde kesiliyor, hepsine tek tip kıyafetler giydiriliyordu. Ağlamaları karşılıksız kalan çocuklar, kısa süre sonra ağlamamayı öğreniyorlardı. Temel ihtiyaçları giderilirken kimse onlarla duygusal yakınlık kurmuyordu.
Yürümeye yeni başlayan çocuklar yatağa bağlanıyor ve onlara hiç dokunulmuyordu. Kışları ısıtma sistemi yoktu. Bazı hasta çocuklar bodruma yollanıyor ve yıllarca gün ışığı görmeden orada kalıyorlardı. Çocuklar büyüdükçe onlara ilaç veriliyor ve günlerce uyuyorlardı. Bazı yetimhanelerde çocukların yüzde 25’inden fazlası beş yaşına gelmeden ölüyordu. Hayatta kalabilenlerin çoğu güdük ve küçük kemikli olmanın yanı sıra tedavi edilmeyen enfeksiyonlar taşıyorlardı. Fakat yetimhane sisteminin en yıkıcı etkisi çocukların psikolojileri üzerinde olmuştu: Yabancılara düşmanca birbirlerine acımasızca davranıyorlar, küfürlü konuşuyorlar en temel toplumsal işlevi bile beceremiyorlardı. Yetimhanedeki çocukları evlat edilenlerin geri bildirimleri durumun vahametinin başka bir göstergesiydi: Çocuklarda çok çeşitli davranış bozuklukları vardı, bazı çocuklar kendilerine dokunulduğunda ağlamaya başlıyorlardı, bazıları saatlerce havaya bakıyor sonra bir anda öfkelenip etrafa saldırmaya başlıyordu. Kanadalı bir çiftin evlat edindikleri oğulları yeni aldıkları kedi yavrusunu pencereden atmıştı.
Çocukların beyin görüntülemelerinde IQ larının yüzün epey altında olduğu tespit edilmişti. Beyinlerinin yeterince gelişmemiş olduğunu gösteren davranışlar sergilemelerinin yanı sıra lisanla ilgili işlevler de geri kalmıştı. Çünkü insan beyni, duygusal ilgi ve bilişsel uyaranlardan yoksun bir ortamda normal biçimde gelişemez. Ancak çocuklar bu koşullardan uzaklaştırılıp güvenli ve sevgi dolu bir çevreye alındıklarında, beyinleri de iyileşip durumunu düzeltebilir.
Bu trajik olayda çocukların verdiği tepkiler günümüzde çok yabancı olmadığımız türden. Kimse çocuğunu beşiğe bağlamıyor, cezalandırmak için bodruma yollanmıyor, ağlayan çocuğa tepkisiz kalınmıyor fakat çocuk bütün gün boyunca bilgisayara bağlı kalabiliyor, odasındaki dijital dünyanın içine hapsolabiliyor, ağladığında susması için çocuğun eline telefon tutuşturulabiliyor. Hâl böyle olunca sosyal ilişkileri kopuk, sözlü iletişim becerisi zayıf, yazılı iletişimde apatik, öfke kontrolünde sorunlar yaşayan, nomofobik bireyler ortaya çıkabiliyor.
Çok detaya girmeyeceğim.
Sadece Z kuşağından şikâyet eden yetişkinlere şunu söylemek istiyorum: X ve Y birbirinden farklı kuşaklar, X büyüktür Y’den. Bu iki değeri topladığımızda çıkan sonuç Z olur. Yani X ve Y’nin toplam değeri Z’nin alabileceği değeri belirler.
Yazar Elif Sözer
Instagram @dahiliyemimari