Türk Edebiyatında İlk Psikolojik Roman Nedir?

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

İLK PSİKOLOJİK ROMAN NEDİR?

Türk ve dünya edebiyatında en çok okunan psikolojik romanlardan bazıları

 1- Harper Lee - Bülbülü Öldürmek

 2- Peyami Safa - Biz İnsanlar

 3- Franz Kafka - Dönüşüm

 4- Joanne Greenberg - Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

 5- Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzur

 İlk Psikolojik Roman Nedir?

 Eylül romanı, Türk edebiyatında ilk psikolojik roman olarak kabul edilir. Osmanlıca kaleme alınan roman ilk kez 1901 yılında yayımlandı. Sadakatsizlik temasının işlendiği Eylül kitabı toplam 256 sayfadır. Kitapta Süreyya Bey ile evli olan Suat Hanıma aşık olan Necip adlı gencin yaşadıkları anlatılır. İlk defa 1900-1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen Eylül’ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.

 Kitabın öne çıkan özelliklerinin başında olaydan çok yazarların düşünceleri ve hislerine yer verilmesidir. Sadakatsizlik konusu, her karakterin bakış açısıyla değerlendirilip sorgulanır. Romanın sorduğu en önemli sorulardan biri ise Aşk mı Bağlılık mı daha önemlidir sorusudur. Yayımlandığı ilk günden bu yana büyük beğeni toplayan ve edebiyat tarihine ilk psikolojik roman olarak geçen Eylül, günümüzde de en çok okunan kitaplar arasında yer alıyor.

Eylül Romanının Özeti

Süreyya, karısı Suat’la birlikte babasının evinde kalmaktadır. Süreyya’nın kız kardeşiyle onun eşi de onlarla birlikte yaşamaktadır. Süreyya baba evinde kalmaktan, evin uzak bir yerde olmasının da etkisiyle sıkılmakta, Boğaz’da veya Adalarda oturmayı; sandallı, kotralı bir deniz yaşamı sürmeyi istemektedir. Süreyya karısı Suat’la beş yıllık evlidirler. Suat, kocasının bu hayalini gerçekleştirmek umuduyla gizlice babasına mektup yazar ve para ister, babası da yazlık evin kira bedeli olan kırk lirayı kızına gönderir. Suat durumu kocası Süreyya’ya açar ve çok sevinirler. Süreyya Bey ve Suat Hanım Boğaz içinde küçük bir yalı tutarlar ve oraya taşınırlar.

Yalıya Süreyya’nın halasının oğlu olan Necip’i de sık sık davet ederler. Necip Suat’ı pek çok yönden taktir etmekte, beğenmektedir. Zamanla bu taktir ve beğeni duygulan sevgiye dönüşür. Süreyya sık sık denize çıkmakta, günlerinin çoğunu denizde geçirmektedir. Bu yüzden Suat’la Necip yalıda yalnız kalmaktadır, içten içe Suat da Necip’i sevmektedir ama her ikisi de Süreyya’yı çiğneyemediği için fazla ileri gidememektedir, vicdanları bunu engellemektedir. Bu yüzden birbirlerine olan aşklarını söyleyemezler. Etrafta Suat’la Necip arasındaki duygusal ilişkinin dedikodusu yayılmıştır, bunu Süreyya da duyar ama buna  ihtimal vermediği için fazla üzerine gitmez.

Necip bu söylentilerden dolayı yalıya seyrek gitmeye başlar, bir süre sonra “tifo”ya yakalanır. Hastalığın tehlikeli dönemi geçince Süreyya ile Suat, Necip’i ziyaret eder.

Necip, Suat’a olan aşkından dolayı yalıya gidip geldiği günlerde Suat’ın eldiveninin tekini almış yastığının altında saklamaktadır. Bu hasta ziyareti sırasında eldiven yastığın altında bulunur. Böylece Suat, Necip’in de kendisini sevdiğini anlamıştır ama bunu diğerleri de hisseder.

Necip iyileşince yazın kalan vakitlerini Süreyya’nın yalısında geçirmeye mecbur edilir. Artık Necip’le Suat birbirlerine açılabilmiş aşk yaşamaktadırlar.

Süreyya yalıyı çok sevmiştir, karısına kışı da burada geçirelim demiştir ama ne olduysa birden tekrar babasının konağına dönme kararı alır ve dönerler. Bir “eylül” ayında konakta yangın çıkar. Herkes kaçar ama Suat’ın içerde kaldığı fark edilir. Kocası Süreyya bağırıp çağırsa da yanan konağa giremez. Necip hiç tereddüt etmeden alevlere dalıp Suat’ı kurtarmaya çalışır. Bu sırada yanan tavan çöker ve Necip ve Suat yanarak can verir.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber