Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!
Varsa ona yaklaşmıyoruz. Bu, Georgia Üniversitesi ve Güney Florida Üniversitesi'ndeki araştırmacıların bu hafta PLOS ONE dergisinde yayınlanan bir çalışmada iddia ettiği iddiadır .
Profesör David McCarthy ve Po-Lin Wang, ABD, İngiltere, Avustralya, Kanada, Fransa, İtalya, Japonya ve Yeni Zelanda gibi 19 sanayileşmiş ülkeden 50 ila 100 yaş arasındaki insanlara ilişkin mevcut ve geçmiş ölüm verilerini inceledi.
Ara sıra daha uzun yaşama eğiliminde olan doğum kohortları buldular; 1900 ile 1950 yılları arasında doğan kohort bunun önemli bir örneğini oluşturuyordu. McCarthy ve Wang, üyelerin "tarihsel olarak benzeri görülmemiş bir ölüm ertelemesi yaşadığını ancak uzun ömürlülük rekorları kırmak için hala çok genç olduklarını" yazdı. Grup yaşlandıkça uzun ömürlülük kayıtlarının "önemli ölçüde artabileceğini" belirttiler. Nedeni konusunda emin değiller ancak halk sağlığı ve tıbbi teknolojideki gelişmelerin rol oynayabileceğini tahmin ediyorlar.
1900-1950 kohortunun yaşam süresi beklentilerini geri itme eğilimine atıfta bulunarak, "İnsan ömrünün maksimum bir sınırı varsa, henüz ona yaklaşmıyoruz" sonucuna vardılar.
Kıyametin kopacağı konusunda dinimizde şüphe olmadığı gibi, günümüz ilmi araştırmalar da görüş birliğindedir. Ancak zamanlama konusunda farklı tefsir ve yorumlar yapılmaktadır.
İnsanlığın ömrü kaç yıldır?
Bu konu da Kur’an, kıyamet anının Allah’ın ilminde olduğunu bildirmiştir. Ayrıca kıyametin alametlerini ve oluşumu esnasındaki tasvirine geniş yer vermektedir. Hadislerde de kıyamet alametlerine geniş yer verilir. Adeta kansere yakalanmış yetmişlik bir ihtiyarın ölüm sinyallerinin raporize edilmesi gibi.
Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir.
Bazı müfessirlere göre müteşabih ayetleri Allah’ın bildirdiği, bazı ilimde derinlik kazanmış ulemanın da bilebileceği bir gerçektir.
Bu açıdan baktığımız da “Yaş ve Kuru” her şeyin bulunduğu Kur’an’dan ve kıyametle ilgili bazı hadislerden kıyametin zamanı ile ilgili yerleri tefsir ve şerh eden ulemayı görmekteyiz. Bu ayet ve hadislerin işaretlerinden kıyametin 150-200 sene sonra kopabileceğini çıkarmışlar.
Ancak bu anlayışlar geleceği bilmek manasına gelmeyip, ayet ve hadislerin işaretlerini anlamaktır. Allah’ın koyduğu işaretleri bulmaktır.
Özet olarak, Peygamberimiz (A.S.M.)’in zaten ahir zaman peygamberi oluşu, yeni bir peygamber kapısının kapanması, dünyamızın ve evrenin yüzlerce hastalıkla yüz yüze gelmesi, güneşteki siyah lekelerin büyümesi, termodinamiğin ikinci kanununun işlemesi (ısı kaybetmesi), fizik kurallarına göre dünyanın mucize eseri yaşantısına devam etmesi birer gerçektir.
Müfessirlerin ve günümüz ilmi araştırmalarının ortak görüşü, dünyanın ömrünün gittikçe yaklaştığı yönündedir. Kur’an’da: “Kıyamet yaklaştı” diyerek aynı kelimeye vurgu yapmaktadır. Kimi altmış yıl, kimi yüz yıl, kimi yüz elli, kimi de başka bir rakam söyler. Bunların ortak yönü, kıyametin yakın ve kaçınılmaz olmasıdır. Bu bizi korkutmamalı ve tanbelliğe sevk etmemelidir. Çünkü “Yarın kıyamet kopsa elinizdeki fidanı dikin” hakikatı var.
Şu da bir gerçektir ki Kıyamet yok oluş değil, ahiret alemine açılacak bir kapıdır.
İlk insan Hz. Adem (as)’dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?
Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl öncesine dayanıyor.
Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Hâlbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.
Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek mantıklı olur. Buna göre Güneş Sisteminin dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.
Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz. Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg’dan 210 kg’a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kâinatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi?
Aynı şekilde yerdeki biri de, enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.
Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela bir kg. Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir.
Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yüzde doksan dokuz küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kâinatın yaşının on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl bulunur. Yüz bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yedi bin yıla iniverir.
Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi bir trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin on beş bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kâfi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. Yüz sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) döneminde dünya nüfusunun iki yüz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975). Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün on bin bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.
Bugünkü tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir. Bu durumda en güvenilir ve doğru kaynak, Kur’an ve Hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonuçları ile Kur’an’a ait gerçekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini çürütmemiştir… Çünkü kâinat ve Kur’an, Allah’ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen görülen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.
Peygamberimiz (A.S.M.) “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 6000 – 7500 yıl arasında olduğu ortaya çıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur: “Adem’den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.” Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (s.a.v.) ahir zamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır. (bkz. Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459; Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen)
Not: Aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:
Kur’an’da insanlığın ve kainatın yaşı konusunda bilgi var mıdır?
Kur’an-ı Kerim’de insanlığın geçmişi ve kâinatın teşekkül zamanı ile alâkalı çeşitli âyet ve hadisler mevcuttur. Ancak, bunlarda mesele, ya işaret nev’inden nazara verilmiş, ya da teşbihlerle belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, gerek Hz. Âdem’in ne kadar zaman önce yaratıldığı ve gerekse kâinatın yaşının ne olduğu hususunda değişik rivayetler söz konusudur.
Kur’an-ı Kerim’de göklerin ve yerin altı günde, arzın iki günde, bitki ve hayvanların ise dört günde yaratıldığı nazara verilir. (1)
Bir hadiste de, Allah’ın toprağı Cumartesi, dağları Pazar günü, ağaçlan Pazartesi, madenleri Salı, Nur’u Çarşamba günü, hayvanları Perşembe günü, Hz. Âdem’i de Cuma günü ikindi vakti sonunda yarattığı belirtilir. (2)
Cenâbı Hak, bir âyet-i kerime’de bir günün, bizim saydığımız günlerle bin yıl, bir başka âyette ise, elli bin yıl olduğunu nazara verir. Dolayısıyla burada “gün” tabirinden neyin anlaşılması gerektiği hususunda tam bir açıklık olmadığı için İslâm âlimleri arasında konuya farklı yaklaşımlar olmuştur. (3)
Uzayda her bir gezegen ve yıldızın hareketi farklıdır. Dünya kendi etrafında bir günde dönerken, Merkür bu dönüşünü, dünya günü ile elli sekiz buçuk günde yapar. Dünyanın güneş etrafındaki dolanımı bir yıl iken, Plüton’un güneş etrafında bir defa dönüşü iki yüz kırk sekiz yıldır. (4)
Konuya Risale-i Nur’un Yaklaşımı
Risale-i Nur’da göklerin ve yerin altı günde yaratıldığından bahisle, insan dünyası ve hayvan âleminin altı gün yaşayacağına, kâinatın ömrünün de bu paralelde olabileceğine işaret edilir. Kur’an’da bildirilen bin ve elli bin Kur’an gününü ise, asır ve seneleri temsil eden “devir” manasında ele alır. (5)
Kur’an hakikatlerinin hüküm ferma olacağı süre, Risale-i Nur’da, Hz. Muhammed’in (sav) kâinatın hem çekirdeği, hem de meyvesi olduğu, dolayısıyla Kur’an hakikatlerinin de, Hz. Âdem (as)’dan şimdiye kadar, silsile halinde peygamberlerin suhuf ve kitaplarında neşredilerek nihayette Kur’an suretinde tezahür ettiği belirtilir. Kur’an-ı Kerim’deki âyet sayısının 6666 olmasının, bir bakıma Kur’an-ı Kerim’in ne kadar süre hüküm ferma olacağının işareti kabul edilir.
Bediüzzaman, Hz. Âdem (as)’dan kıyamete kadar insanlık tarihinin, Kur’an günü ile yedi bin sene olduğunu belirten bir rivayete atfen, mutlak fetret devrinin bundan çıkarılmasıyla, 6666 senenin elde edildiğini, bunun da Kur’an âyetlerinin sayısına eşit bulunduğunu, dolayısıyla Kur’an hakikatlerinin de bu kadar süre hakim olacağını nazara verir. (6)
Fen bilimlerinin geçmişe bakışı, fen ve felsefenin insanlık tarihi ile arz ve kâinatın geçmişi hakkında ileriye sürdüğü değerler, yukarıda sözü edilenlerden oldukça farklıdır. İlk insandan günümüze kadar geçen süre, milyonlarca yıl olarak ele alınır. Bitki ve hayvanları içine alan ilk canlılığın iki milyar yıl önce teşekkül ettiği, arzın geçmişinin ise, dört milyar yıl olduğu kabul edilir. (7)
Bu yaş tayinleri günümüzde, paleontolojik, radyoaktif veya karbon on dört metotlarıyla, ya da ışık tayflarından faydalanarak yapılır. Hepsinin de sıhhat derecesi tartışmalıdır. Geçmişle alâkalı bu yaş tayinlerinin gerçek değerleri değil, nispi bir değeri verdiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla, gerek insanın geçmişi, gerekse diğer canlıların, ya da kâinatın yaşı hakkında ileri sürülen değerlerin hakiki yaşı göstermediği bilinmektedir.
Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar, kâinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar, uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu otuz milyar yıla kadar çıkarmaktadır. (8)
Bediüzzaman, tarih, coğrafya, jeoloji ve antropolojik açıdan insanlık tarihinin yedi bin sene değil, yüz binler sene olarak ifade edildiği kabul edilse bile, bunun Hz. Âdem (as)’dan kıyamete kadar insanlık ömrünün yedi bin sene olduğunu belirten rivayete ve Kur’ani hakikatlerin 6666 sene hüküm ferma olduğuna ters düşmediğini belirtir. O, Kur’ani günlerin dört saatten elli bin seneye kadar şümulünün olduğunu nazara verir. (9)
Arzın, insanlık tarihinin ve kâinatın ömrü Risale-i Nurlarda; arzın, güneş sisteminin ve galaksinin ayrı ayrı hareketlerine dikkat çekilerek, Kur’an-ı Kerim’de bunların her birisine işaret edildiği belirtilir. Kur’an’da “Rabb-üş-şi’ra” tâbir edilen ve güneşten büyük “Şi’ra” namındaki bir güneşin bin seneden ibaret gününe, Şems-üş-Şümus’un elli bin seneden ibaret bir Kur’an gününün olabileceğine dikkat çekilir.
Bediüzzaman’a göre; kâinatın bir ömrü, arzın ondan daha kısa bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan insanın da ondan daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içindeki mahlûkatın ömürleri, saatin dakika, saniye ve saatleri sayan çarklarının birbiriyle olan münasebetine benzetilir. İnsanlık ömrünün, arzın kendi ekseni etrafındaki hareketiyle hâsıl olan gün ile olduğu gibi, yeryüzünde canlıların ilk teşekkül ettiği andan kıyamete kadarki canlılık ömrünün ise, güneşin kendi ekseni etrafındaki hareketi ile kâinatın ömrünün de, Şems-üş-Şümus’un kendi ekseni etrafındaki hareketi ile meydana gelen gün ile olması gerektiği belirtilir.
Bir başka ifade ile insanlık ömrü yedi bin sene olduğu gibi, canlılık tarihinin ömrü de yedi bin sene, kâinatın ömrü de yedi bin senedir. Ancak, insanlığın ömrü arz günü, bitki ve hayvan ömrü ise güneş günü, kâinatın ömrü de galaksi günü esas alınarak ölçülmelidir. Bilindiği gibi arz, kendi ekseni etrafında dönüşünü yirmi dört saatte, yani, bir günde tamamlar. Güneş ise, bütün sistemiyle birlikte, Herkül takımyıldızına saatte 7200 km. süratte gitmekte ve aynı zamanda kendi ekseni etrafında da dönüş yapmaktadır. Güneş sistemini de içinde barındıran Samanyolu galaksisi ise, bir bütün olarak kendi ekseni etrafında saatte doksan bin km. hızla dönmekte ve bir defa dönüşünü iki yüz milyon yılda tamamlamaktadır. (10)
Canlıların ve kâinatın ömrü
Risale-i Nur’da sözü edilen “Şi’ra” güneşinin Herkül takımyıldızı, Şems-üş-Şumus’un da Samanyolu galaksisi olması muhtemeldir.
Bediüzzaman, insan dev’i ömrünün arz günü ile yedi bin sene olması durumunda, arzda hayatın başlamasından, yani bitki ve hayvanların teşekkülünden kıyamete kadar, güneş günü ile iki yüz bin sene, yaklaşık iki buçuk milyar arz günü olduğunu belirtir. Kâinatın yaşının da, Şems-üş-Şumus’un, Kur’an’ın işaretiyle bir gününün elli bin sene olduğu dikkate alınarak, yedi bin senelik sürenin, bir yıl 360 gün hesabiyle yüz yirmi altı milyar yıla tekabül ettiğine işaret eder. (11)
Hz. Âdem (as)’dan önce insan yaratılmış mıydı?
Cenab-ı Hak melâikeye; “Ben yerde bir halife yaratacağım” hitabına, melâike; “Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?” (12) mealindeki âyetten hareketle, bazı müfessirler ve yorumcular, Hz. Âdem’den önce de başka Âdemlerin mevcudiyetini ileri sürmektedirler.
Bediüzzaman ise, arzın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmadan önce idrakli mahlûk olarak cinlerden bir nev’in bulunduğunu, yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edildiklerini belirtir. (13)
Hz. Âdem (as)’dan günümüze kadar geçen süre nedir?
Bu süreyi tam olarak vermek mümkün olmamakla beraber, takribi bir rakam söylenebilir. Yukarıda temas edildiği gibi, insanlık tarihinin, yani Hz. Âdem’den kıyamete kadar geçen sürenin yedi bin sene olarak alınabileceğini gördük.
Bediüzzaman, ahir zamana işaret eden; “La tezâlu tâifetün min ümmeti zâhirine alel hakkı, hatta ye’tiyallahu bi emrihi = Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.” (14) hadisi ile Fatiha suresinden hareketle, Allahuâlem, 1545’te beşeriyet tarihinin sona ereceğini, sözü edilen hadis ve âyetten böyle anladığını belirtir. (15)
Bu durumda insanlık tarihinin Milattan sonra yaklaşık 2150 yıl, Milattan önce ise 4850 yıla kadar uzandığı söylenebilir. Demek ki, Hz. Âdem’in Milattan yaklaşık 4850 yıl önce yeryüzünde göründüğü anlaşılıyor. Bir hadiste Hz. Âdem’in dokuz yüz kırk sene yaşadığı belirtilir. (16)
Yazının icadı, Milattan önce 4000 seneye kadar geriye götürülebildiğine göre, Hz. Âdem’le, yani ilk insanla yazı başlamış olmalıdır. Gerçeği ve doğruyu ancak Allah bilir.
Sonuç
Bediüzzaman, hadis ve âyetlerden hareketle, insan nevi ve arzdaki canlı hayatı ile kâinatın ömürleri hakkında değerlendirme yapar. İnsanlık ömrünün dünya günü ile, canlı hayatının, güneşin kendi ekseni etrafındaki dönüş günü ile kâinatın ömrünün de Şems-üş-Şumus günü ile hesaplanması gerektiğini belirtir.
Arz günü ile düşünüldüğü zaman, insanlık nevinin yaklaşık yedi bin sene, arzda hayatın iki buçuk milyar sene, kâinatın da yüz yirmi altı milyar senelik ömrünün olabileceğine işaret eder.
Dipnotlar:
l- Hud/7; Furkan/59; Fussilet/9-12
2- Canan, l..Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. Cilt 6, Akçağ Basım Yayın Pazarlama, Hadis no: 1692, s. 393, 1989, Ankara.
3- Hacc/47; Mearic/4
4- Taşkın, T. Uzay ve Ötesi. Boğaziçi Yayınları, ikinci baskı, 1-280, 1995.
5- Nursi, S.B. Sözler. Envar Neşriyat, s. 163, 1996, İstanbul.
6- Nursi, S.B. Barla Lahikası. Envar Neşriyat, s.324, 1989, İstanbul.
7- Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı, s.44-45, 1998, Kütahya.
8- Tatlı, A. a.g.e. s. 31-41.
9- Nursi, S.B. Barla Lahikası. s. 325.
10- Taşkın, T. a.g.e. s. 56-59.
11- Nursi, S.B. Barla Lahikası, s.326.
12- Bakara/30.
13- Nursi, S.B. İşarat-ül İ’caz. Envar Neşriyat, s.201, 1991, İstanbul.
14- Buhari 9:125,162, Müslim:137,2:1522.
15- Nursi, S.B. Kastamonu Lahikası Envar Neşriyat, s.27-29, 1995, İstanbul.
16- Canan, İ. a.g.e. hadis no: 1699, s.393.