Fabl Örnekleri, Türk ve Dünya Edebiyatından Fabl Örnekleri

Öğretmen haberleri ve gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!

Fablın Yapısı

Fabllar; serim, düğüm, çözüm ve öğüt bölümlerinden oluşur:


Serim: Kişiler kısaca tanıtılır, olayın geçtiği çevre belirtilir, olay başlatılır.
Düğüm: Çatışma ortaya konur ve olay düğümlenir. Olayın ayrıntılarına girilir. Merak duygusu yoğunluk
kazanır.
Çözüm: Düğüm çözülür, çatışma sona erer. Olay genellikle beklenmedik bir sonuca bağlanır.
Öğüt: Olayla ilgili ana fikir öğüt biçiminde verilir. Bu öğüt daha çok bir atasözü ile ortaya konur.

Örnekleri
Fabl: Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fablların, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de kullanıldığı sanılmaktadır.

Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü... vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir.

Fablin de dört ögesi vardır; kişiler, olay, yer, zaman.

1. Kişiler: Fablin konusu olan olay, kişileştirilmiş en az iki hayvanın başından geçer. Bunlardan biri iyi ahlâklı bir tipi, diğeri kötü ahlâklı bir tipi canlandırır. Fablde ikinci derecede kişiler çok azdır, bazen yoktur. Kişi betimlemesi yoktur. Kahramanlar arasında tilki varsa biz onu kurnaz insan yerine koyarız; arslan varsa cesaretine güvenen biri yerine koyarız. Kısa olay bile bütün yönleriyle değil, yalnızca fable konu olan yönüyle tanımlanır. Derinlemesine duygu çözümlemelerine yer verilmez. Fabllerde bir de anlatıcı kişi vardır. Bu kişinin de betimlemesi yapılmaz, cinsiyeti verilmez. Anlatıcı kahramanları izler, dersini alır. Böylece dinleyen ile aynı görüşü paylaşır.

2. Olay: Fablin konusu insan başına gelebilecek her hangi bir olaydır. Olay, kahramanın eyleme dönüşmüş beğenme, istek, özlem, öfke, korku... gibi tutkuya dönüşmüş duygularından doğar. Fablin gövdesini bir olay oluşturur, asıl önemli olan fablin anlatılış nedenidir. Buna "ders" denir.

Fabl plânı dört bölümdür: Serim, düğüm, çözüm, öğüt.

Serim: Olayın türüne, çıkarılacak derse göre kişileştirilmiş hayvanlar veçevre tanıtımının yapıldığı bölümdür.

Düğüm: Olay o çevrede verilmek istenen derse göre gelişir. Kısa ve sıkkonuşmalar vardır. Hemen birkaç konuşma ile olay düğümlenir

Çözüm: Olay beklenmedik bir sonuçla biter. Fablin en kısa bölümüdür.

Öğüt: Ana fikir bu bölümde öğüt niteliğinde verilir. Bu bölüm kimi zaman başta, kimi zaman sondadır. Kimi zaman da sonuç okuyucuya bırakılır.

3. Yer: Tasvir yapılmaz fakat çevre çok iyi verilmelidir: Orman, göl kenarı, yol... gibi. Olayın geçtiği yer olayla birlikte değişebilir.

4. Zaman: Her olay gibi fabldeki olay da bir zaman diliminde geçer. Kronolojik zaman kullanılır.

Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir. Ezop'un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak yazanlar Hititlerdir. Hititler fablları taş tabletlere yazıp resimliyorlardı.

Fabl Türünün Özellikleri (özet)

İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır.
Fablların kahramanları genellikle hayvanlardır. Hikâyelerde yer alan hayvanlar, kendi temel özelliklerini korumakla birlikte insana ait bazı özellik ve değerleri de üstlenir. Bu bakımdan bu tür metinler genellikle Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulur.
Fabllar manzum (şiir) veya nesir (düz yazı) biçiminde yazılabilirler.
Fabl türündeki metinlerin sonunda her zaman bir ahlak dersi verilir. Bu türdeki ders veya mesajlar kısa ve açık olarak sunulur. Bu mesaj anlatılan hikâyenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar ve bir atasözü veya özdeyiş biçiminde açıkça ifade edilir.
Fabllarda zaman ve yer genellikle belirsizdir. Olaylar genellikle hikâyelere konu edilen canlıların mekânlarında geçer.
Fabllarda verilen mesajlar evrensel doğru ve değerler (adalet, dostluk, doğruluk, bağışlamak, cömertlik, alçak gönüllülük, kanaat, sadakat, kendini bilme... gibi) üzerine kurulur.
Bu türün dünya edebiyatında ilk yazarları Beydeba, Ezop ve La Fontaine'dir. Türkiye'de ise Ahmet Mithat Efendi ve Şinasi'dir..
Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazar Beydeba'ya aittir. Beydeba'nın fablları Kelile ve Dimne adlı bir eserde toplanmıştır.
Türkçedeki ilk fabl örneği 'Harname' (Şeyhi)dir.

Makale: Fabl Türünün Çocuk Edebiyatındaki Yeri ve Günümüzde Bu Türden Yararlanma Olanakları

Yrd. Doç. Dr. Suat UNGAN
Dumlupınar Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü.
Özet: Çocuk Edebiyatı, edebiyatımızın özel bir kolu olarak halkın ilgisini gittikçe daha fazla çekmektedir. Eğitiminin büyük bir önem arz ettiği günümüzde çocuk edebiyatı, genç beyinlerin gelişimi için ana etken konumuna gelmiştir. 20. Yüzyılın başında çocuk edebiyatı varlığından tam manasıyla söz edilmezken, günümüzde çocuklar için yazılan metinler bilimsel olarak incelenmekte, metnin yapısı ile çocuk seviyesi arasında ortak nokta bulunmaya çalışılmaktadır. Çocukların eğitilmesi, eğlendirilmesi ve onlara alternatif aktiviteler oluşturulması için fabl türünden yararlanmak gerekmektedir. Günümüzde özellikle çizgi filme ve sinemaya uyarlanmış fabl türleri çocukların ilgisini daha fazla çekmektedir.

GİRİŞ

Doğumdan itibaren çocuklar, devinişsel, bilişsel ve duyuşsal gelişimlerini sürdürmeye başlarlar. Büyüme karşılığı olarak kullanılan devinişsel gelişim, çocuğun organlarının uzunluk ve ağırlık bakımından ölçülebilen artışları için kullanılır. Biliş terimi nesnelere yavaş yavaş vakıf olma, onlara anlam verme, düşünme sözcükleriyle paralellik arz etmektedir. Morgan (1982) Bilişin, algılama, bellek, muhakeme, düşünme ve kavrama süreçlerini kapsadığını belirtmektedir. Duyuşsal gelişim, insanın duygusal davranışlarını kapsar. İnsanlara kazandırılmak istenen duygular, tercihler, değerler, ahlakî kurallar, istek ve arzular, güdüler, yönelimler, duygulanışlar, duyuşsal davranışları içermektedir. Demirel (1987) Bireyin duygusal gelişimini, kişinin yaşamaya, yaptığı işe yönelik olan sevgi, korku, nefret, ilgi, tutum gibi özellikleri kapsadığı söylemektedir. Bacanlı (1999) duyuşsal eğitim demekle, ahlâk eğitimi, değer eğitimi, karakter eğitimi, barış eğitimi, demokrasi eğitimi, kişiler arası ilişikler veya insan ilişkileri eğitimi, sosyal beceri eğitiminin kastedildiğini vurgulamaktadır. Bireyin sevgi, korku, nefret gibi özellikleri duyuşsal davranışlara girmektedir.

Çocukta Dil Gelişimi

Çocukların anlama, anlatma, konuşma ve yazma becerileri dil gelişimleri ile doğru orantılıdır. Gender ve Gardiner çocukta dil gelişimini, dil öncesi gelişim ve dil gelişimi olarak iki döneme ayırmaktadırlar. Yine Gender ve Gardiner çocuğun dil gelişiminde birinci etken toplumsal çevre olduğunu, anne babaların devamlı olarak çocukları ile konuşmaları gerektiğini söylemektedir. Gender ve Gardiner (1995). Dili kullanma bilgiden ziyade beceri işi olduğu için, ailelere daha çok sorumluluk düşmektedir. Anne babalar çocuklarına çocuk gibi değil, yetişkin birey gibi davranmaları, sözcüklerin telaffuzuna dikkat etmeleri gerekmektedir. "Dil tüm kuralları ile birlikte, geçirilen yaşantılar sırasında doğal olarak öğrenilmektedir. Çocuklar dili modelleri dinleyerek, bu modelleri öykünerek (taklit ederek), geri iletimi algılayarak, deneyimlerini ve düşüncelerini paylaşarak öğrenmektedir. Çocuklar dil becerisini kazanırken ilk modelleri anne-babaları, diğer aile bireyleri, daha sonra toplumsal çevrede okul ortamında, etkileşimde bulundukları diğer bireylerdir. Modeller kadar, çocuklara sunulacak zenginleştirilmiş dil çevreleri de onların dili kazanlarında destekleyici etkendir." (Güven, H., Bal, 2000)

Çocukların sözcük dağarcıklarını artırmak, dil gelişimlerini hızlandırmak ve onların iyi bir okuyucu olmalarını sağlamak için çocuk edebiyatı ürünlerinden faydalanmak gerekmektedir. Bu ürünler, çocukların ana dili eğitimine katkıda bulunmakta, onların dil gelişimlerini pekiştirmektedir. Kitap okuma zevki gelişen çocukların dil gelişimi daha hızlı olur. Fabl türü çocukların eğlenerek kitap okuma alışkanlığı kazanacağı uygun bir türdür.

Belirli bir ahlâk dersi vermek amacıyla meydana getirilen hayal ürünü kısa ve hareketli hayvan hikâyelerine fabl denir. (Oğuzkan, 1997) Latince hikâye anlamına gelen fabula sözcüğünden kaynağını alan fabl, ahlak öğretisi sunarak, kıssadan hisse türünde simgesel hikâyeler anlatılır. Kahramanı hayvanlar olan bu türde, teşhis ve intak sanatlarına bolca yer verilir. Bu tür eserlerde öğretici bir amaç güdülür. Genelde hayatla ilgili dersler sembolik değerler vasıtasıyla aktarılır. Eserlerde hayvanların geçmesi, çocukların hikâyeye karşı meraklarının artmasına ve dikkatlerini daha fazla yoğunlaşmasına sebep olmaktadır. Bazen mesajın dolaylı yollardan verilmesi, yaşı küçük okuyucuların olayı yorumlamalarında zorluk çekmelerine neden olmaktadır. Oğuzkan (1997) fabl türünü, olayın ve kahramanların tanıtıldığı giriş bölümü, olayın entrikalarla düğümlendiği gelişme bölümü, düğümün çözüldüğü sonuç bölümü ve olay veya olayların
arkasında yatan fikrin açıklandığı ders (kıssadan hisse) bölümü olmak üzere dört bölüme ayırmaktadır.

Fablın Kaynağı

Eski Hint ve Akdeniz kültürlerinde birbirlerinden bağımsız ortaya çıkan fabl türünün kaynağı çok eskiye dayanır. Batıda ilk fabl yazarı olarak Frikyalı Aisopos (Ezop) gösterilir. Ezop'un M.Ö. 620-650 yılları arasıda yaşadığı ve baskıcı bir yönetim yüzünden düşüncelerini küçük hayvan hikâyeleri ile anlattığı söylenmektedir. (Oğuzkan 1997) Fakat eski Yunanlı Şair Hesiodos'un (MÖ 8.yy) Atmaca ile Bülbül, yine MÖ 7. yüzyılın savaşçı şairi Arkhilokhos'un benzer bu türde masalları günümüze ulaşmıştır. (Ana Britannica, 2004) Aisopos'un (Ezop) ilk derlemesini Pheronlu Demetrius yapmıştır. Uzel'in Ploton'dan aktardığına göre, Demetrius 100 Ezop masalını yalın dil ile yazmış, yayınlamıştır. Daha sonra bu masallar Belâgat Okulunda bir çeşit dil alıştırması olarak ele alınmış, vezne sokulmuş hatta Socrates bile bu masalları vezne sokmayı denemiştir. (Uzel, 1999) Ezop gibi köle olan Phaedrus (Doğumu MÖ 1-15) söylemeye cesaret edemediği kişisel duygularını Ezop'un masallarını manzum şekilde Latinceye aktararak yeni bir biçim oluşturmuştur. Daha sonraları Aviaus, Planudes adlı şairler Ezop masallarıyla ilgilenmişlerdir.

La Fontaine Ezop'un ve Beydaba'nın Latinceye çevrilmiş eserlerinden ve yine kendisinden önce yaşamış, Phaedrus, Planudes, Edmund Spenser gibi şairlerden yararlanarak Fabl türünde usta eserler meydana getirmiştir.

Rus yazar İvan Andreyeviç bu alanda güzel örnekler vermiştir. 19. yüzyılda çocuk edebiyatının gelişmesi ile fabl türü yeni bir okur kitlesine ulaşmış, Levis Caroll, Kenneth Grahme, Rudyard Kipling, Hilaire Belloc, Joel Chandler Haris, Beatrix Potter gibi yazarlar bu türde güzel örnekler sunmuşlardır. (Ana Britanica, 2004)

Doğuda ilk fabl örneklerine eski Hint edebiyatında MÖ 200 yıllarında Pançatantra masallarında rastlamak mümkündür. Ancak çok daha sonraki yüzyıllarda (MS 100-150) ortaya çıkan bu eserin yazarının kim olduğu ve hangi yıllar arasında yaşadığı henüz bilinmemektedir. Bu türün diğer örneği ise MS 300 yılında Beydaba tarafından meydana getirilmiştir. Beydaba, Kelile ve Dinme adlı eserini Debşelem adlı Hint hükümdarı zamanında yazmış ve ona sunmuştur.(Oğuzkan,1997)

Fars edebiyatında VIII-XIV yüzyılda yaşamış ve toplumsal eleştirileriyle ilgili eserler kaleme almış olan ünlü mizahçı Ubeyd-i Zakanî ve XI/XVI yüzyılda hayatını sürdürmüş olan Muhammed Bakîr Meclisî'nin Fare ile Kedi (Muş u Gurbe) adlı eserleri vardır. (Çiftçi,1999) Sadî'nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerinde hayvan hikâyelerini anlatan bir çok örnek mevcuttur.

Fabl türünün farklı bir yaklaşım ve amaçla kullanıldığı bazı klâsiklerden de söz etmek gerekmektedir. Gazalî'ye ait olduğu ihtilaflı olan (Karlığı 1999)

Risaletü't-tayr adlı eser ile başlayan ve Feridüddîn Atar'ın Mantıku't-tayr eseri ile devam eden tasavvufî amaçlı bu eserlerde vahdeti vücud felsefesi, alegorik bir tarzda anlatılır. Türk edebiyatında bu tarzda bir çok eser verilmiştir. Konuları Mantıku't-tayr ile aynı olmakla birlikte, farklı hikâyeler kullanarak Feridüddîn Attar'ın Mantıku't-tayr'ının tercümesi olan Gülşenî'nin Gülşenname'si, Ali Şir Nevaî'nin Lisanu't-tayr'ı, Mehmed Arif'in Ravzatu'tevhid'i, Zaifî'nin Gülşen-i Simurg'u, Fedaî Dedenin Mantıkı'l-esrarı, Şemseddin Sivasî'nin Deh-Murg'u bu tarz eserlerdir. Günay Kut Deh-Murg'un konusunun farklı olduğunu söylemektedir. (Kut, 1986) diğer eserler genelde tasavvufun çetin, meşakkatli yolculuğu, kuşların konuşturulması ve sembolize edilmesi şeklinde anlatılmıştır. Türk Edebiyatında Fabl türüne örnek olabilecek bir çok hikaye yazmasına rağmen, Güvahî'den pek bahsedilmemektedir. Güvahî'nin pendnâmesinde: Kurbağa-akrep, tilki ile aslan, ağustos böceği ile karınca, iki kaz ile bir kurbağa, keçi ile koyun, aslan ile oduncu hikâyeleri bulunmaktadır. Bunlar aruzun Mefâîlün, Mefâîlün,feulün kalıbında yazılmıştır. Hengirmen Ezop'a ait Ağustosböceği ile karınca hikâyesinin kaynağının Tevrat'a kadar uzandığını belirtmektedir. Hengirmen(1983)

Edebiyatımızda Fabl Örnekleri

Mevlâna'nın Mesnevî'sinde fabl türüne örnek olabilecek hikâyeler mevcuttur. 15. Yüzyılda Şeyhî'nin Harname'si karşımıza çıkmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı Harnâme'yi Zavallı Eşeğin Hikâyesi adı altında yayınlamıştır. Şinasî 1862 yılında Tercüme-i Manzume adlı kitabında batılı şairlerin şiirlerine yer vermiştir. Bunlar arasında La Fontaine'de vardır.

Ahmed Mithat Efendi, çocukların terbiyesi ve yetiştirilmesi hususunda Fransızcadan bir çok kitap çevirmiştir. Orhan Okay, Ahmet Mithat için, kanaatimce çocuk mevzuuna bu kadar geniş olarak temas eden ilk muharririmizdir, der. (Okay,1989) Ahmet Mithat Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop'tan, La Fontaine'den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllere yer vermiştir.

Kelile ve Dimne'yi İbnü'l Mukaffa'nın Arapça çevirisinden Türkçeye aktararak yayınlayan Ömer Rıza Doğrul, Kelile ve Dimne'yi "Hümâyunnâme" adı altında tercüme eden Ali Çelebî'nin dilinin çok ağır olduğunu, Ahmet Mithat Efendinin İkinci Sultan Abduhamit'in telkiniyle bu eseri "Hulasâ-i Hümayunname" adı altında yeniden tercüme ettiğini, bazı yerlerine şerhlerde bulunduğu, bu eserin 1304 yılında Matbaa-i Amirede basıldığını; fakat ne hikmetse Abduhamit'in bastırdığı bu eseri sarayın bir odasına doldurarak neşir sahasına çıkarmadığını belirtmiştir. Doğrul (1941)

Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine'den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi bir çok çeviriler yaparak bu alanda Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur.(Oğuzkan,1997)

Çocuk edebiyatı hususundaki düşüncelerini Bediî Terbiye adlı eserinde dile getiren İbrahim Aleaddin Gövsa, Çocuk edebiyatının çok önemli bir konu olduğundan ama çocuk edebiyatı düşüncesinin edebiyatımıza yerleşmediğinden bahsetmiştir. (Gövsa, 1922) Aleaddin Gövsa üzerinde araştırma yapan Zeki Gürel, Darü'l-muallim müdürü Satı Beyin, çocuk şiirlerine ve çocuk şarkılarına muhtacız, diye yakınmasının ardından İbrahim Aleaddin Gövsa'nın çocuk şiiri kitabını yayınladığını belirtir. Gürel (1995) Bu şiir kitabında Tilkinin Vaadı, Horoz ile İnci gibi fabl türünde şiirler de mevcuttur.

Ali Ulvi Elöve Çocuklarımıza Neşideler, adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine'den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir.

Nabizade Nazım'ın Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk adlı eseri vardır.

Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, Ömer Rıza Doğrul, Kemal Demiray, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Siracettin Hasırcıklıoğlu, Sebahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.

Tarık Dursun K.'nın fabl üzerine bir çok eseri mevcuttur. La Fontaine, Ezop ve Krilov'dan çeviriler yaparak yayınlayan yazar, hayvanlarla ilgili bir çok hikâye de yazmıştır.

Fabl Türünün Çocuk Eğitimi İçin Olumlu Yanları

İrdeleyen, eleştiren, alay eden, doğru yolu ima eden yaklaşımları ile fabl türünün kendine özgü bir yapısı vardır. Çocukların hayvanlara karşı duydukları ilgi, kitapları onlar açısından daha cazip hâle getirmektedir. Kaldı ki çocuk, kitapta verilen mesajı anlamasa bile, hayvanlar vasıtası ile hikâyeye duyduğu ilgi, onda kitap okuma alışkanlığının kazanmasına yardım etmektedir.

Fabl türünün sonunda yazar tarafından söylenilen özdeyiş ya da atasözü, çocukta dil bilincinin uyanmasına katkıda bulunmaktadır. Hemen hemen her atasözünde temsil ve mecaz bulunmaktadır. Dil gelişimini tam olarak tamamlamayan gençler, atasözünün temsilî ve mecazî boyutunu anlamada zorluk çekeceklerdir. Fakat fabl türünün sonunda hikâye ile birlikte verilen atasözleri, teori ve pratiğin karışımı bir uygulama ile okuyucu tarafından bu türün daha kolay anlaşılmasına zemin hazırlar. Bir de atasözlerinin iletişimi kolaylaştırıcı, sözcük israfını önleyici, dilin ekonomiklik ve anlaşılabilirlik kaidesinden hareketle, iletinin öz, ama derin manada verilmesi, bireyin dil gelişimine katkısı daha fazla olacaktır.

Fabların çocuklara hayvanları tanıtma ve sevdirme faydalarının yanın da, onların özveri, yardımseverlik, iyi insan olma, başkalarına saygı sevgi besleme, sadakat, iyilik, tatlı dil, güleryüz vs. kazanımları elde etmelerine yardımcı olur. Doç. Dr. İ. Çetin Derdiyok, aralarında yaklaşık olarak 19. yüzyıl, (1900 yıl) gibi bir zaman farkı bulunan Sadî'nin Bostan'ı ile Ezop'un masalları arasındaki ortak temaları araştırdığı makalesinde, her iki eserin bir çok ortak noktalarını bulmuştur. Aralarında o kadar uzun bir zaman ve doğu ve batı gibi farklı iki yaşam biçimlerine sahip olmalarına rağmen, eserde, adalet, dostluk, doğruluk, bağışlamak, cömertlik, alçak gönüllülük, kanaat, sadakat, kendini bilme gibi değerlerin yüceltildiğini tespit etmiş; zalimlik, düşmanlık, hainlik, kendini beğenmişlik, cimrilik, aç gözlülük, başkasına özenme, cahillik, kadir bilmezlik, yalancılık, bencillik gibi tutum ve davranışların ise yerildiği görülmüştür. Derdiyok ( 2003)

Öğrenciler, kendilerine verilen direkt öğütlerden rahatsızlık duymaktadırlar. Fabllarda öğütler direkt verilmediğinden, bu öğütlerin okuyucular tarafından daha kolay kabullenmeleri söz konusudur. Ayrıca fabllarda olaylar neden-sonuç ilişkisiyle geliştiği için, bu olaylar çocukların yorumlama gücünün gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Bu türde, karakter sayısının az olması, basit kurgu bulunması öğrencilerin konuyu daha rahat anlamalarını sağlayıcı unsurlardır.

İlköğretim kitaplarının içeriğinde, öğrencinin temel becerilerini geliştirici, eleştirel düşünme, bağımsız karar verme, yaratıcılık gibi özellikler aranmaktadır. (İlköğretim Türkçe Dersi '1-5 Sınıflar' Öğretim Programı ve Kılavuzu) Fabl türünün sonunda olaylara kısmen eleştirel gözle bakılması, öğrencilerde eleştirel düşüncenin gelişmesine zemin hazırlanmaktadır.

Çocuk kitaplarından çocuklarının ailesine, yurduna ve milletine karşı bağlılık duygularının güçlendirilmesi beklenmelidir. Fakat bunun yanında kitapların doğasal ve evrensel boyutları da ihmal edilmemelidir. I. Sınıf Almanca ve Türkçe Ders kitaplarının karşılaştırılması yapılan bir araştırmada, Türkçe ders kitaplarının içeriğinde ulusallığın; Almanca ders kitaplarında ise evrenselliğin ön plâna çıktığı görülmektedir. (Aydın,1998) Fabl türleri doğayı koruma, hayvanları sevdirme gibi fonksiyonlarıyla çocukların kısmî de olsa, evrensel değerleri kazanmalarına katkıda bulunmaktadırlar. Yine metinlerde diyaloglara yer verilmesi, çocuk kitaplarında aranan özelliklerden birisidir. (İlköğretim Türkçe, 2004) Fabl türünde hayvanların konuşturulması, bu türü çocukların gözünde daha ilginç kılmaktadır Fabllar resimlerle yeterince desteklendiğinde, çocuk okuyucuların daha fazla ilgisini çekeceği kesindir.

Fabl Türünden Günümüzde Nasıl Yararlanılmaktadır?

Fabllar Çizgi Filme Uyarlanmaktadır.

Görselliği de katarak bir kitabın beyaz perdeye aktarılması, çocuklarda hem kitap okuma sevgisinin, hem de sinema gibi kültürel etkinlik alışkanlığını kazanılmasına katkı sağlayacaktır. Bu konuda çizgi filmlerden rahatlıkla yararlanmak mümkündür. Çizgi filmlerde fabl türünün bütün özelliklerini aramak da doğru değildir. Çocukların tabiatı ve hayvanlar alemini tanımış olmaları bile onların eğitimi için önemli bir kazançtır. Çizgi film 20. yüzyılın başlarında hızla gelişmeye başlamıştır. Aytekin Can Fransız sanatçı Emile Cohl'un beyaz kağıtların üzerine bir dizi siyah figür çizerek bunları perdede negatif biçimde izleyiciye sunduğunu, siyah zemin üzerinde hareket eden beyaz figürlerin izleyicinin çok ilgisini çektiğini söylemektedir. Can (1995)

1922 yılında hayvan figürlerini ilk olarak kullanan çizgi filmi dünyaya tanıtan Miki Fare'nin, Küçük Domuzlar'ın Kül Kedisi, Roger Rabbit, Pamuk Prenses, Yedi Cüceler Pinokyo gibi çizgi filmlerin yapımcısı Walt Disney'dir. Bu konuda Özon (1964) Disney ortalama Amerikalıya ölçü olarak yarattığı ve hepsi hayvanlardan oluşan çizgi filmlerine birer insan kişiliği verdini, hayvanlara insan davranışları vererek filmlerin konularında insanlara ders vermek amacı güttüğünü söyleyerek Walt Disney'i çağın La Fontaine'i ya da Ezop'u olarak göstermektedir.

Çocuklar aile içinde, medyada, okulda bir çok ortamda sürekli şiddete maruz kalmaktadırlar. Günümüzde çocuklara şiddet duygusunu en fazla televizyon aşılamaktadır. Özellikle çocukların severek izlediği çizgi filmlerde şiddet bariz şekilde görülmektedir. 1993 yılında ülkemizdeki beş büyük televizyonunda çocuklar için yayınlanan çizgi filmler şiddet açısından incelenmiş ve bu televizyonlarda çizgi filmlerdeki şiddet oranın %44.4 olduğu sonucuna varılmıştır. (Can, 1995)

Şiddet ile teknoloji birleşerek ortaya yenilmesi imkansız, bütün güçlüklerin üstesinden gelebilen kahramanlar çıkarmış bu da çocukta şiddeti daha cazip hâle getirmiştir. Şiddet içeren filmlerin kahramanları doğaüstü güce sahip, çocuğun hayal dünyasını zorlayan, büyücü tiplerdir. Oskay (1992) bilim kurgu çizgi filmlerinin insanları korkulardan ve mitolojik kahramanlardan kurtarmayı hedefleyen aydınlanma felsefesinin reddi olduğunu, yeniden üstün insanı yarattığını, teknolojik ve bilimsel gelişmeler yeni mitler yaratmak için en elverişli araçlar hâline geldiğini vurgular. Fabl türünden yararlanarak yapılan çizgi filmlerde sistemli şiddet unsuru fazla olmamaktadır. Güler (1992) çizgi filmlerde hayvan karakterlerinin iki şekilde gerçekleştiğini söylemektedir. 1. Oyunun baş kahramanı olarak 2. İnsanlara yardımcı olarak.

Birinci şekildeki kullanımda, hayvanlar ya doğanın bir parçası olarak ya da olayların odak noktası olarak geçerler. Hayvanlar doğanın bir parçası olarak algılandığında, kendi özelliklerinden farklı olarak konuşabilir olmalarıdır. İnsanı simgeler özellikleri olur. Çizgi filmde hayvan karakterlerinin ikinci özelliği insana yardım etmeleridir. Doğrudan, haksızlığa karşı olanın yanında olmanın simgesini oluştururlar.

Ağzında sigara içen Red Kit yerine, fabl türünden uyarlanan çizgi filmlerin çocuğun ruh hâli için daha sağlıklı ortam sunacağı kesindir.

Fabllar Sinemaya Aktarılmaktadır.

Teknolojinin özellikle bilgisayarın gelişmesinden sonra, animasyon (canlandırma) gösterileri ayrı bir önem kazanmıştır. Televizyonda, reklam filmlerinde sıklıkla kullanılan animasyon tekniği ile fabl türü sinemaya rahatlıkla adapte edilebilir. Bu türde Walt Disney güzel örnekler sunmuştur. Shrek, Köpekbalığı Hikâyesi, Aslan Kral, Kahraman İnekler, Pisi Kedi Kötü Ellerde, Bonbon İnek vb. bir çok film animasyon tekniği ile çekilmiş ve özellikle çocuklar tarafından çok tutulmuştur. Bu filmler fabl türünün bütün özelliklerini taşımamakla birlikte, çocuklara hayvan sevgisini aşılamak, onları doğa ile tanışmalarını ve hoşça vakit geçirmelerini sağlamak için iyi bir kaynak oluşturmaktadır. Bu tür çalışmaların artırılması çocukların gelişiminde olumlu etki yapacağı kesindir.

Sonuç

Edebiyat ve eğitim anlayışı içerisinde fabl türünün kendine özgü bir yeri vardır. Çok amaçlı kullanıma müsait olması, görselliğin katılmasıyla televizyon ekranına taşınabilirliği, içeriği ve farklı şahıs kadrosuyla zenginlik oluşturması çocuk eğitimi üzerinde farklı bir yere sahiptir.

Türkiye'de yayınlanan çizgi filmlerin hemen hemen hepsi yabancı kaynaklıdır. Gelişme çağındaki çocuklar bu çizgi filmler vasıtasıyla yabancı kültürle çok erken yaşta karşılaşarak dış kültürün olumsuz etkilerine maruz kalmaktadırlar. Kültür bakanlığı kendimize özgü çizgi filmlerin üretilmesine yönelik çalışmalar yapmalıdır. Televizyon yöneticilerinin çizgi film oynatırken, fabl ya da hayvan figürlerini içeren çizgi filmlere gösterimde öncelik verirlerse çocukların erken yaşta yabancı kültüre maruz kalmaları kısmen önlenmiş olur.

Fabl örneği-1

Keçi Can Pazarında

Keçiciğin aklı bir karış havada ya, sürüsünü bir yana bırakmış, bir başına otlaya otlaya çekip gitmiş. Hain koca kurt, kaçırır mı; hemen görmüş keçiciği:
"Heh, işte ağzıma lâyık bir lokma. Yaşasın!" demiş.
Keçicik, bakmış can pazarı. Hiç kurtuluş murtuluş yok: "Eh, n'apalım, demek kaderimizde sana yem olmak varmış kurt ." demiş. "Madem ölüm kapıya geldi, bari bana biraz kaval çal ki, neşeleneyim, kendimi unutup öyle öleyim..

"Kurt, "Son isteği zavallının... "demiş. Bulmuş bir kaval, füyt füüyt çalmaya başlamış. Kurt çalmış, keçicik, oynamış. Derken ötelerden kaval sesini alan köpekler koşturmuşlar; gelmişler, kurdu önlerine düşürüp bir güzel kovalamışlar. Kaçmadan önce, kurt, durumu anlayıp oyuna geldiğini sezinlemiş:

"Suç sende değil bende. Neme gerekti benim kaval çalmak, neme gerekti bana köçekli kurban!" demiş.

Zamansız bir işe kalkışmanın sonu budur. Ölçmeli, biçmeli adımını ona göre atmalı. Tersi oldu mu, işte böyle Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurundan olursun. (Aisopos, Ezop Masalları, Tarık Dursun K. Mayıs 1981.)

Fabl Örneği-2

Horoz ile Tilki
Görmüş geçirmiş, anasının gözü bir horoz
Tünemiş bir ağacın dalına.
Kurnaz tilki, sesini yumuşatarak, ona
Dedi ki: "Kardeşçiğim, artık dostuz;
Barış oldu hayvanlar arasında.
Müjde getirdim sana, in de bir öpüşelim;
Ama Allah aşkına oyalanma;
Çünkü bilirisin ya, başımdan aşkım işlerim.
Oysaki siz serbestsiniz daima,
İşleri düşünemeye bilirsiniz;
Hem artık siz yardım da ederiz.
Ama, kuzum, in de aşağıya bir
Doya doya öpeyim gözlerinden"

"Kardeşim" dedi horoz, "Bu mutlu haberinden
Daha güzel bir haber almazdım şüphesiz.
Bu nefis
Bu mutlu haberinden.
Üstelik bunu senden öğrenmekle
Sevincim iki kat oldu. Ama, dur hele.
Bunu müjdelemek için olacak,
Bak iki tazı geliyor koşarak"
Hızlı da koşuyorlar; haydi ben ineyim de
Hep birden öpüşelim tazılar geldiğinde.
"Hoşça kal " dedi tilki, "Yolum biraz uzunca,
Kutlarız bu barışı yeniden buluşunca."
Çabuk toplayıp tası tarağı,
Külhani bir anda tırmandı dağı.
Bir iş çıkmamıştı numarasından.
O sırada çalının arkasından,
İhtiyar horoz kıs kıs gülüyordu.
Oyunbazı oynatmak pek tatlı oluyordu.

La Fontaine'den çeviren; Orhan Veli Kanık

Fabl Örneği-3

Aslan ile Fare
Herkes herkese yardım etmeli,
Ben büyük, o küçük dememeli
İki masalım var bunun üstüne,
Başka da bulurum isteyene.

Aslan toprakla oynuyormuş bir gün;
Birde bakmış pençesinde fare,
Aslan, aslan yürekliymiş o gün,
Kıymamış canına, bırakmış yere.
Boşuna gitmemiş bu iyiliği.
Kimin aklına gelir,
Farenin aslana iyilik edeceği?

Etmiş işte, hem de canını kurtarmış.
Günün birinde aslan
Biraz çıkayım derken ormandan,
Düşmüş bir tuzağa,
Ağla içinde kalmış;
Kükremiş durmuş boşuna;
Bereket fare usta yetişmiş imdada;
Bu iş kükremekle değil,
Kemirmekle olur demiş.

Başlamış incecik dişlerini işletmeye
Gelmiş ipin hakkından kıtır kıtır.
Bir ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır?
Sabır, biraz da zaman
Güçten, öfkeden daha yaman.

La Fontaine Masalları (Çev. Sabahattin Eyüboğlu)

Fabl Örnekleri

İKİ PAPAĞAN, KRAL VE OĞLU


Biri baba, biri oğlu iki papağan Kral sofrasından geçiniyorlarmış. İki yarıtanrı, onlar da baba oğul bu papağanlarsız edemiyorlarmış. Dördü de yaşlarına başlarına göre Candan bağlıymışlar birbirine Dki baba canciğermiş; Uçarı yürekli iki oğul da bağdaşıyorlarmış nasılsa. Sofrada, okulda bir prensle olmak Ne şeref bir genç papağan için. Prens, zalim bir cilvesiyle kaderin, Başka kuşları da seviyormuş: Bir serçe, çapkın mı çapkın, Çevrenin en sevdalısı, Bağlamış kendine genç prensi. İki rakip kuş oynaşırken bir gün Bütün delikanlılar gibi Kavgaya çevirmişler oyunu. Serçe, boyuna bakmadan, Öyle gagalar yemiş papağandan, Sürtmüş kanadı yere can çekişir gibi, Kurtulmaz sanmışlar aldığı yaradan. Prens kızıp öldürmüş papağanı.

Haberi yetiştirmişler babasına; zavallı ihtiyar ciyak ciyak bağırmış; ama ne kadar yolunsa, yırtınsa boşuna:
Konuşkan yavrusu gitmiş öbür dünyaya,
Konuşmaz olmuş daha doğrusu;
Öyle olunca da bir kızmış ki babası
Saldırmış kralın oğluna,
Oymuş iki gözünü birden
Ve kaçmış bir çamın tepesine saklanmış.
Orda, tanrıların kucağında,
Tadını çıkarıyormuş aldığı öcün,
Güvenlik içinde, kimseden korkmaksızın.

Kralın ta kendisi gitmiş çağırmış onu:
- Gel dostum, demiş ağlamak neye yarar? Kin, öç, yas, bitsin artık bunlar. Duyduğun acı ne kadar büyük de olsa Haksızlığın bizden yana olduğunu Söylemek zorundayım sana.
Oğlum sebeb oldu bütün bunlara. Oğlum mu dedim? Hayır, kaderin işi bu: Çoktan yazmış ki alınlarımıza, Ölecek birimizden birinin çocuğu, Bu yüzden de öteki kör olacak. Ne olur gelsen de kafesine, Dki baba birbirimizi avutsak? Papağan demiş ki efendisine:
- Sayın kralım, nasıl güvenebilirim sana, Bu benim yaptığımı yaptıktan sonra? Kaderden söz ediyorsun;
Beni kandıracağını mı sanıyorsun
Senin inançlarına sığmaz uydurmalarla?
Ama ister Tanrı yürütsün ister kader
Bu dünyanın işlerini,
Benim alnıma yazılmış olan da şu ki,
Bu çamın tepesinde
Ya da karanlık bir ormanın köşesinde
Bitireceğim son günlerimi,
Gözleri görmez olmuş oğlundan uzaklarda.
Onu gördükçe kızacaksın elbet bana.
Bilmez miyim, kral lokmasıdır öç almak,
Tanrılar öç alır da krallar almaz mı?

Onanmıyor değilim şu anda,
Sana ettiğim kötülüğü
Ama çok daha güvenli geliyor bana
Senin elinden, gözünden uzak olmak.
Canım kralım, git, uğraşma boşuna;
Bana haram artık seninle yaşamak.
Hem ayrılık azaltır öfkeyi, kini
Sevdanın da merhemi olduğu gibi.


SALYANGOZ ve EVİ

Salyangozları bilir misiniz? Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşırlar. Bir zamanlar,evini sırtında taşımaktan hoşlanmayan sevimsiz bir salyangoz yaşarmış.Üstelik evinin rengi de hiç hoşuna gitmezmiş.

Bizim salyangoz,kelebek ve uğurböceğini çok severmiş.Arada bir onlarla dertleşir,sırtında taşıdığı evi onlara şikayet edermiş."Ah keşke!" dermiş."Evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım.Hadi taşıyorum,bari sizin ki gibi bol desenli ve renkli olsaydı."
Kelebek ve uğurböceği bir gün salyangoza;"Sevgili arkadaşımız!" demişler."Hani evim renkli olsun diyorsun ya,biz çaresini bulduk.Ressam olan bir tırtıl var.Seni ona götürürsek eğer, evini rengarenk boyar."

Salyangoz buna çok sevinmiş."Ne duruyoruz!Hemen gidelim."demiş.Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar.Gelen misafirleri dinleyen tırtıl, boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış.Sonunda salyangozun evine çok güzel desenler çizmiş.Salyangoz yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olması onu çok üzüyormuş.

Dönüş yolculuğunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış.Kelebek ve uğurböceği öyle ıslanmışlar ki,sele kapılmaktan zor kurtulmuşlar. Oysa salyangoz hemencecik evinin içine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca,arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş.Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş:"İyi ki saklanabileceğim bir evim var.Rengi olmasa da,Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya."
Sevimli salyangoz bu olaydan sonra bir daha hiç üzülmemiş.


KÖLE ve ASLAN

Vaktiyle bir köle kaçıp ormana sığınmış.Etrafta gezinirken,iniltiler içinde ızdırap çeken bir aslan görmüş.önce korkup kaçmaya yeltenmiş.Fakat aslanın yerinden hiç kıpırdamadığını,yalvaran gözlerle kendisine baktığını görüp durmuş.Aslan kanayan pençesini uzatıyormuş ona.Köle dikkatlice bakınca, aslanın pençesine büyük bir dikenin saplandığını görmüş.Dikeni çıkarıp yarayı temizleyen köle,gömleğinden kopardığı bezle de iyice sarmış.

Rahatlayan aslan ayağa kalkıp kölenin ellerini yalamaya başlamış.Sonra da önüne düşüp yaşadığı inine götürmüş.Her gün yakaladığı avları ine taşıyıp,köleye yardım ediyormuş.

Bu beraberlikleri uzun sürmemiş.Ormana gelen avcılar ikisini de yakalamışlar.Ayrı kafeslere kapatıp günlerce aç bırakmışlar onları.
Kralın da hazır bulunduğu bir gün kafesin ağzı açılmış.Aslanın köleyi nasıl parçalayacağını herkes merakla bekliyormuş.Büyük bir iştahla saldıran aslan,kölenin yanına gelince onu tanımış.Önünde bir köpek sadakatiyle durup ellerini yalamaya başlamış.
Kral bu duruma çok şaşırmış.Köleyi yanına çağırıp bütün hikayeyi dilemiş ondan.Anlatılanlardan çok etkilenen kral,kölenin affedilmesini,aslanın da ormana salıverilmesini emretmiş.


TİLKİ İLE KEDİ

Tilki ile kedi sohbet ediyorlarmış.Tilki durmadan ne kadar hilekar ve kurnaz olduğunu anlatıyormuş.Söylediğine göre düşmanları onu alt edemezmiş çünkü onlardan kurtulacak bir sürü oyun ve hile bilirmiş.

Kedi biraz da utanarak;"Ben fazla oyun bilmem ki!" demiş."Düşmanlarımın elinden kurtulmak için bir tek yol bilirim,o da kaçmaktır."
Tilki;"Kedi kardeş!" demiş,"Ben her tehlike karşısında başımın çaresine bakabilirim ama senin durumuna üzülüyorum.Korkarım bir gün düşmanların seni çabuk alt edecek."

Az sonra bir sürü tazının bağrışmalarını duymuşlar.Bir avcı topluluğuna ait olan bu köpekler,bütün hızlarıyla kendilerine doğru koşuyormuş.Kedi hemen,yanındaki bir ağacın dallarına sıçrayarak en üstteki bir yaprak kümesinin içine saklanmış.

Tilki ise;"Acaba şu hileyi mi yapsam,yoksa bu hileyi mi?" diye düşünmeye başlamış.Çünkü o kadar çok hile biliyormuş ki,hangisini uygulamasının daha doğru olacağına karar veremiyormuş.Tam birisini uygulayacakmış ki,tazılar etrafını çevirip tilkinin işini bitirivermişler.

Bütün olanları yukarıdan seyreden kedi,çok hile bilmediğine şükretmiş.


ZALİM ASLAN

Vaktiyle ormanın birinde,canavar mı canavar bir aslan varmış.Çok kan döker,canını yakmadık tek bir hayvan bile bırakmazmış.O yaşadığı sürece,hiçbir hayvan rahat yüzü görmemiş.Bütün hayvanlar ondan nefret eder,ölümünü beklermiş.


Bu zalim aslan sonunda yaşlanmış.Gücü kuvveti kalmamış.Ağzındaki dişler de dökülünce herkesin maskarası olmuş.Hiçbir hayvan ona yardım etmiyor ve onunla konuşmuyormuş.Hayvanlar bir gün oturup karar almışlar;"Gelin hep beraber,bize bunca kötülük eden bu zalim aslanı iyice bir dövelim. Yaptıklarının cezasını,az da olsa gömüş olsun böylece."

Sonunda bütün hayvanlar aslana saldırmış.iyice bir dövmüşler onu.Birisi boynuz vuruyor,diğeri çifte atıyor,bir başkası ısırıyormuş.Böylece;yaman bir öç almışlar aslandan.


KURT İLE KÖPEK

Bir köpek ormanda gezerken kurtla karşılaşmış.Hasta ve çok zayıflamış olan kurt,ayakta zor durabiliyormuş.Köpek kurdun bu haline çok üzülmüş."Ne kadar kötü görünüyorsun böyle kurt kardeş?"demiş."Herkes bizi düşman bilse de,biz uzaktan akrabayız.Doğrusu sana yardım etmek isterim."

"Hiç sorma." demiş kurt."Ağır bir hastalığa yakalandığım için uzun süre avlanamadım.Şimdi iyileştim ama bir av yakalayacak kadar gücüm kalmadı artık.Ben de böyle aç susuz dolaşıyorum artık."

"Sen hiç üzülme."demiş köpek."Ben sana yardım edeceğim.Bu akşam sahibimin düğünü var. Akşam olunca köyün dışındaki çalılıklara gel.Ben sana düğün yemeklerinin artıklarını taşırım."

Birkaç gün boyunca köpek tarafından beslenen kurt,sonunda kendini toparlayıp eski kuvvetine kavuşmuş.Teşekkür edip vedalaştıktan sonra da ormana gitmiş.
Aradan yıllar geçmiş.Köpek iyice yaşlanınca sahibi onu dışarı atmış.Ormanda aylak aylak gezen köpek,eski dostu kurtla karşılaşmış."Hayrola?" demiş kurt."Çok perişan görünüyorsun."

Köpek içini çekip;"Yaşlandım artık!" demiş."Sahibimin işine yaramadığım için beni kovdu."
Kurt;"biz eski dost değil miyiz?" demiş."Şimdi yardım etme sırası bende.Hatırlasana,benim hayatımı nasıl kurtarmıştın?Hemen bir plan yapmalıyız.Tamam buldum!Senin sahibinin küçük bir çocuğu vardı değil mi?Şimdi ben gidip onu kaçıracağım,sen de geri götüreceksin.Böylece sahibin seni el üstünde tutacak."

Bu sözleri söyleyen kurt,kaşla göz arasında gidip,çocuğu ormana getirmiş.Köydeki herkes silahlanıp ormana koşmuş ancak daha ormana girmeden,yaşlı ve işe yaramaz diye evden kovdukları köpeğin çocuğu geri getirdiğini görmüşler.

Bu olaydan sonra yaşlı köpeğin itibarı öyle artmış ki,insanlar onun kahramanlığını yüzlerce yıl çocuklarına anlatmışlar.

Kurtla köpek arasındaki bu danışıklı dövüşü hiç kimse anlayamamış.
niz,kaplumbağa neredeyse yarışı bitirmek üzereymiş.Hemen fırlamış,rüzgar gibi koşmaya başlamış.Ama ne çare,kaplumbağaya yetişememiş.

Böylece tavşan yarışı kaybetmiş.Aldırış etmemenin cezasını çekmiş.Kaplumbağa ise düzgün adımlarla,durmadan yürüdüğü için yarışı kazanmış.


ŞAHİN İLE HOROZ

Şahin, tatlı bir daire çizerek süzüldü, yüzyıllık çınar ağacının dalına kondu. Gerçi kendisini hafif hafif esen rüzgarın kollarına bırakmıştı ama; yine de yorulmuştu inerken. Bir süre konduğu dalda soluklandı, üzerindeki tozları silkeledi ve "Biraz kestireyim." diyerek iyice yayıldı.
Tam bu sırada bir ses duydu. Horozun biri bağırtıyla kaçıyordu. Çınarın altına geldiğinde soluk soluğa kalmıştı. Dönüp arkasına baktı, kimsenin gelmediğini görünce rahatladı.
Horozun kaçışını izlemiş olan şahin:
- Hah hah hah hah, diye gülmüştü.
Horoz, "O da kim?" diye çevresine bakınırken, şahin yukarıdan seslendi:
- Benim, dostum, ben, şahin, başını yukarı kaldır.
Horoz, sesin geldiği yöne kaldırdı başını, şahini gördü.
Şahin hâlâ gülüyordu:
- Ne oldu, kimden kaçıyordun öyle?
- Tabii gülersin, dedi horoz, sana göre bir şey yok.
- Kim kovalıyordu seni?
Horoz:
- Sahibim, dedi, kim olacak, ilerideki çiftlikte yaşıyorum.
- Size şaşıyorum, dedi şahin, sahipleriniz, henüz yumurtadan yeni çıkmış bir yavruyken özenle besleyip büyütüyorlar, sizler için güzel evcikler yapıyorlar, kümeslerde bir eliniz darıda bir eliniz arpada yaşayıp gidiyorsunuz, yine de size yaranamıyorlar"¦ Yahu, kendisine bu kadar yararı dokunan insanlardan kaçılır mı?
Horoz, şahinin küçümseyici sözlerini dinledikten sonra:
- Sen, dedi, bir şahini tavada kızarırken veya şişe geçmiş közde pişerken gördün mü hiç?
- Yook, dedi şahin laubali bir tutumla, ne olacak?
- Ben, dedi horoz; çok horozlar, tavuklar gördüm sahibim pişirirken, ona nasıl güvenebilirim?

Beydeba, Kelile ve Dimne


ASLAN İLE FARE

Herkese saygı göstermeli elden geldikçe.
Umulmadık kimselerden fayda görür insan.
İşte bu, gerçeği anlatan bir hikaye,
Daha nice bin hikaye arasından.
Pençesi dibinde bir arslanın,
Dalgınlıkla bir fare çıkıverdi.
Bu fırsatı kullanmadı sultanı ormanın,
Fareye dokunmayıp bir büyüklük gösterdi.
Bu iyiliği boşa gitti sanmayın;
Kimin aklına gelir ki bir an,
Fareye işi düşer arslanın?
Ama o da bir gün dışarı çıktı ormandan;
Gitti tutuldu bir ağa.
Ne çırpınma, ne kükreme Kâr etmez tuzağa.
Bay fare koştu; dişiyle arslanın ağını,
Öyle bir kemirdi ki ağ söküldü nihayet.
Sabırla zamanın yaptığını;
Ne kuvvet yapabilir, ne şiddet.
"İyilik eden iyilik bulur."
"Hizmet et benim için, hizmet edeyim senin için."
"İyilik iki baştan olur."

Jean de La Fontaine ( Çev.: O. Veli Kanık )

ASLANLA FARE


Herkes herkese yardım etmeli,
Ben büyük, o küçük dememeli.
İki masalım var bunun üstüne,
Başka da bulurum isteyene.


Aslan toprakla oynuyormuş bir gün;
Bir de bakmış pençesinde bir fare.
Aslan, aslan yürekliymiş o gün,
Kıymamış canına, bırakmış yere.
Boşuna gitmemiş bu iyiliği.
Kimin aklına gelir
Farenin aslana iyilik edeceği?
Etmiş işte, hem de canını kurtarmış.
Günün birinde aslan
Biraz çıkayım derken ormandan,
Düşmüş bir tuzağa,
Ağlar içinde kalmış;
Kükremiş durmuş boşuna.
Bereket fare usta yetişmiş imdada:
Bu iş kükremekle değil,
Kemirmekle olur, demiş.
Başlamış incecik dişlerini işletmeye
Gelmiş ipin hakkından kıtır kıtır.
Bir ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır
Sabır, biraz da zaman
Güçten, öfkeden daha yaman.


La Fontaine’den Masallar
Uyarlayan: Sabahattin Eyüboğlu

BALIKLAR VE KAVAL ÇALAN ÇOBAN

Anet kıza vurgunTirsis çoban
Öyle yanık türküler söyler
Öyle sesler çıkarırmış ki kavalından
Mezarlarında ürperirmiş ölüler.
Bir gün yine türküleri, kavalıyla
Yürüyormuş bir dere boyunca.
Kırlarda türlü çiçekler açmış
Tatlı yeller esiyormuş çayırda.
Tirsis çoban bir de bakmış
Sevgilisi balık avlıyor oltasıyla.
Ama şu sersem balıklara bak ki sen
Tutulmuyorlar hiçbiri çoban kızına.
İnsan, hayvan, yüreği taştan
Her yaratığı duygulandıran çoban
Balıkları da büyülerim sanmış,
Ama aldanmış;
Şöyle bir türkü döktürmüş onlara:
— Ey bu akarsuların yurttaşları;
Bırakın sizin o ünlü su perisi
Bekleye dursun derin mağarasında da
Bin kez daha güzelini gelin görün;
Tutsağı olmaktan korkmayın bu güzelin.
Onun zulmü bizleredir yalnız;
Sizler güler yüzlü karşılanırsınız.
Korkmayın, canınıza kıymak istemiyor ki,
Billur gibi bir havuzda besleyecek sizi.
Bir kaçınız bu arada can verirse de
Ne mutlu ölene Anet'in ellerinde.
Hiçbir etkisi olmamış bu söylevin.
Sağır ve dilsizmiş hepsi dinleyenlerin.
Tirsis çoban ne diller dökse nafile;
Ya, demiş, demek tatlı söz kâr etmiyor size.
Gitmiş upuzun bir ağ getirmiş
Balıklar sürüyle dolmuş içine;
Hepsini Anet'in ayakucuna sermiş.
Ey krallar, koyun değil insan güdenler,
Kimi zaman beyinsiz bir sürüye
Akıl vermek için boşuna nefes tüketenler:
Tatlılıkla getiremezsiniz onları yola.
Laf anlamazlara başka türlü davranmak gerek
Gücünüzü kullanıp ağlarınızı gererek.

KULAKLARI KESİLEN KÖPEK

— Ben ne yaptım, ne kusur işledim ki
Kendi efendim budadı böyle beni?
Şu maskara halime bakın:
Ben böyle nasıl çıkarım
Öteki köpeklerin karşısına?
Ah hayvanların kralları,
Daha doğrusu baş belaları,
Size yapsalar ne derdiniz buna?
Genç çoban köpeği Karabaş
Böyle yakınıp duruyormuş.
Herkes kılı kıpırdamadan seyretmiş
Kulaklarının kesilmesini insafsızca.
Karabaş çok şey yitirdiğini sanmış,
Ama çok şey kazandığını görmüş zamanla.
Dalaşmayı seven cinsten olduğu için
Kim bilir kaç kez kırlardan
Kulakları paramparça dönecekmiş eve.
Kavgacı köpek yırttırır kulağı her zaman.
Ne kadar az tutamak verirse o kadar iyi
Başka azılıların dişlerine.
Savunulacak bir tek yerin kaldı mı
Saldırıya karşı beslerler orasını,
Karabaşın boynundaki gibi bir gerdanlıkla.
Dibinden kesik de oldu mu kulakların
Kurt, kapacak yerini bulsun da kapsın.

KEKLİKLE HOROZLAR

Bir kekliği getirmiş adamın biri,
Horozlarla bir kümese koymuş.
Kekliği düşünün, hanım hanımcık;
Bir de o edepsiz, o saygısız herifleri.
Car car bağırıp çıngar çıkarmak
Bütün marifetleri.
Ama keklik sevinmiş önce
Kümeste tavuk görmeyince:
— Yaşadık, demiş; bunlar kadına düşkündür;
Âşık oldular mı bana
Kraliçe olduğum gündür.
Gel gelelim azgın ibikliler
Hiç de saygı göstermemişler
Güzelim yabancı bayana.
Bütün gün gagalayan gagalayana.
Fena alınmış kınalı keklik,
Bu ne biçim erkeklik, kadınseverlik!
Ama bakmış işin rengi başka,
Yalnız kendine değil bu kaba şaka;
Horozun horoza ettiği bin yeter;
Nerdeyse birbirlerini yiyecekler.
— Demek âdetleri bövle, demiş;
Bunlara kızmak değil acımak gerek.
Tanrı herkesi bir örnek yaratmıyor ki
Kimini horozca yaşatıyor,
Kimini keklikçe.
Elimde olsa durur muyum içlerinde?
Gider doğru dürüst,
Uslu akıllı erkekler bulurum kendime.
Bırakıyor mu buraların zorbası?
Tuzaklara düşürüyor bizi kör olası,
Atıyor horozların içine,
Kanatlarımızı da kesiyor üstelik.
İbiklilerin bunda suçu ne?
İnsanda bütün kötülük.

ÖRÜMCEKLE KIRLANGIÇ

— Ey Zeus, beyninden çıkartıverdiğin,
Dltimaslı yarattığın Pallas Athena
Kıskanıp Lidya'da dokuduğum kilimleri
Örümceğe çevirdi bıraktı beni.
Ne olur, bir kez de benim derdimi dinle.
Bülbülün bacısı kırlangıç
Yiyecek bırakmıyor bana hiç.
Fırıl fırıl dönüp,
Havadan, su üstünden süzülüverip
Kapıyor sineklerimi ben kapmadan.
Sineklere benim diyebilirim,
Ağlarımı özene bezene
Onlar için germişim;
Dolacaklar sürüyle içine
Bu kör olası kuş olmasa
Böyle saygısızca yakınmış örümcek,
Eskiden dokumacı, şimdi örücü Arahne:
İstediği de ne?
Bütün uçan böcekleri o avlayacak.
Bülbülün kız kardeşi, inadına,
Gösterip en ince marifetlerini
Kapmadık sinek bırakmıyormuş havada,
Hem kendisi, hem yavruları için,
İnsafsız, amansız bir av sevinciyle
Obur yavruları yuvada, ağızlan açık,
Yarım yamalak seslerle ciyak ciyak,
Sinek bekliyorlar çünkü ille de sinek.
Bir deri bir kemik kalmış zavallı örümcek,
Ve kendisi de gitmiş gürültüye:
Kırlangıç bir saldırısında,
Yürütmüş ağları mağları
Örümceğin kendisiyle birlikte
Zeus'un iki sofrası var her yerde:
Birinde usta, uyanık, güçlü olanlar yer;
Ötekinde küçükler artıkları bekler.

BAYAN KAPLUMBAĞA İLE İKİ ÖRDEK

Kaplumbağanın biri,
Doğuştan biraz serseri,
Bıkmış yaşadığı delikten
Başka dünyalar görmek istemiş.
Yabancı ülkelere can atan çoktur:
Hele topallar arasında
Yurdunu seven pek yoktur.
Bizim kaplumbağa iki ördeğe
Dünyaya açılmak istediğini söyleyince:
— Sen bize bırak, demiş ördekler;
Bizim yolumuz şu gördüğün gökler;
Hiç üzme kendini,
Aldık mı yanımıza
Ta Amerikalara uçururuz seni.
Neler görürsün, neler!
Ne krallıklar, ne cumhuriyetler,
Ne görülmedik milletler!
Görgünü, bilgini arttırırsın.
Odysseus da öyle yapmamış mı?
Kaplumbağa Homeros'u okumamış ama
Peki, demiş ördeklere kahramanca.
İki kuş bir uçak uydurmuş:
Bir değnek almışlar, ağızlarına
Hacı bayan futunsun diye:
— Haydi, demişler, bu değneği dişle;
Ama yolda sakın,
Ağzını açmaya kalkmayasın!
Üçü birden havalanmış böylece:
İki uçta ördekler, ortada kaplumbağa.
Görenlerdeki şaşkınlığı seyret:
Mucize diye bağırmış millet.
— İster misin, demişler, bir yerde;
Bu sırtı kabuklu kraliçe olsun,
Gezdirtsin kendini göklerde!
Kraliçe! Evet! demiş bizimki;
Kraliçe ya! Siz ne sandınız beni!
Mübarek hayvan, konuşmasan olmaz mı?
Bırak söylesinler, sen yoluna git.
Dişleri kurtulunca değnekten,
Kraliçe inmiş baş aşağı gökten.
Seyircilerin önüne düşmüş:
Dili yüzünden canından olmuş!

İNSAN VE YILAN

Bir yılan görmüş, insanlardan bir insan:
— Dur, hain, demiş; geberteyim de seni,
Kurtulsun şerrinden dünya.
Bu sözler üzerine kötü hayvan,
- Kötü hayvan dediğim, yılan:
İnsan da olabilirdi pekâlâ.
-Evet, bu sözler üzerine yılan
Neye uğradığını bilemeden
Bir çuval içinde bulmuş kendini,
Anlamış idam kararı giydiğini
İdamlık suçu olsun olmasın.
Haklı olduğunu belirtmek için
İnsanoğlu bir nutuk çekmiş yılana:
— Sen, demiş, nankörlüğün ta kendisisin.
Kötülere iyilik etmek budalalıktır.
Geber ki öfken ve zehirli dişlerin
Kimsenin canına kıyamaz olsun.
Yılan savunmak istemiş kendini
Dilinin döndüğü kadar:
— Öldürmek gerekseydi, demiş;
Dünyadaki bütün nankörleri,
Kimler sağ kalırdı acaba?
Kendi ağzınla kendini suçluyorsun;
Doğruysa bütün söylediklerin
Çevir gözlerini kendine bak biraz da:
Canım elinde:
Asarsın da kesersin de,
Adalet dediğin nedir?
Senin çıkarın, keyfin, esintin değil mi?
Bu yasana dayanıp öldür beni;
Ama ölürken bırak da hiç olmazsa
Ben de şunu söyleleyim sana:
İnsandır, insan, yılan değil
Nankörlüğün ta kendisi, bunu böylece bil.
— Bu laflar saçma olmasına saçma,
Haklı olmak yalnız bana özgüdür, ama
Başkalarına da soralım istersen.
— Soralım, demiş yılan.
Bir inek varmış orada, çağırmışlar;
Anlatmışlar durumu, inek şaşakalmış:
— Bunun için mi çağırdınız beni, demiş;
Yılan haklı elbet, sorulacak şey mi bu?
Yıllardır beslerim şu insanoğlunu
Her gün türlü iyilikler görür benden;
Her şeyim onun, yalnız onun içindir:
Sütümü, çocuklarımı yer içer satar,
Sayemde kesesi dolu döner pazardan.
Yaşlandıkça bozulan sağlığını
Hekimler değil, benim düzelten.
Benim bütün emeklerim, çektiklerim
Yalnız ona kâr ve keyif sağlar.
Hizmetinde ihtiyarladım, tükendim,
Ne ot verir, ne otlakta rahat bırakır
Bağlar unutur beni bir köşede.
Bir yılan olsaydı efendim,
Bundan daha nankör olabilir miydi?
Daha fazla söyletmeyin beni.
— Bunun lafına bakılır mı? demiş insan;
Bilmiyor ne dediğini, bunamış.
Şu öküze soralım.
— Soralım, demiş yılan.
Ağır adımlarla yaklaşmış öküz
Sorunu geviştirdikten sonra kafasında
Anlatmış bütün yıl gördüğü işlerin
Ne kadar ağır olduğunu;
Her yıl yeniden ekip üretmek için
Toprağın insanlara bol bol
Hayvanlara cimrice verdiği nimetleri,
Nasıl çiftten çifte koşulduğunu;
Bunlara karşılık ne sopalar yediğini;
Yaşlanınca da nasıl kurban edildiğini
İnsan günahlarının kanlarıyla yıkanmasını
Öküzlerin şeref sayması gerektiğini
İnsanoğlu bu sözleri de beğenmemiş:
— Susturalım, demiş
Bu asık suratlı nutukçuyu.
Büyük büyük laflar!
Biz yargıç ol dedik.
Savcı olup suçlamaya kalkıyor beni.
Reddediyorum onu da.
Ağaç yargıç olsun.
Ağaç hepsinden dertliymiş meğer.
Sıcağa, yağmura, rüzgârlara karşı
O değil miymiş koruyan insanları?
Bağları, bahçeleri bizim için donatır,
Ne gölgeler, ne meyveler sunarmış bize.
Bunlara karşılık hödüğün biri gelir
Vurur baltayı yıkarmış ağacı yere.
O ağaç ki bütün yıl nasıl cömertçe
İlkbaharda çiçek, sonbaharda meyve,
Yazın gölge, kışın ocak şenliğidir!
Devirecek yerde budasalar olmaz mı?
Dallarını yeniden büyütebilir.
Haksız çıkmak insanın işine gelir mi?
Zorla da olsa kazanması gerek davayı:
— Benimkisi enayilik, demiş;
Ne diye dinlerim sanki bunları!
Kapmış torbayı çalmış duvardan duvara,
İçindeki yılanın canı çıkasıya
Böyledir işte büyükler:
Akıl, mantık güçlerine gider.
Kafalarına koymuşlardır bir kez
Hayvan, yılan, her şey, herkes
Onların keyfi için yaratılmıştır
Buna karşı ağzını açan
Sersemdir, aklını kaçırmıştır.
Orası öyle; ama ne yapmalı:
Ya uzaktan konuşmalı, ya susmalı.

ÇOBAN VE SÜRÜSÜ

Nedir çektiğim, demiş çoban;
Bu sersem koyun milletinden?
Kurt geldi mi hepsi kuzu,
İstediğin kadar say, boşuna,
Sürü eksiliyor boyuna.
Dün saydım, bin koyundular,
Bir tek kurdun hakkından gelemediler.
Bir mor koyunum vardı,
Hep peşimde gezerdi;
Bir parçacık ekmekle,
Cehenneme gitsem gelirdi.
Kaval çaldım mı hele,
Karşı dağdan gelir, beni bulurdu.
Canım, mor koyunum nerede şimdi?
Zavallıyı kurt geldi yedi,
Koca sürü ne yaptı kurda? Hiç!
Bu ağıttan sonra çoban,
Sürüye bir nutuk çekmiş;
Büyüğüne, küçüğüne, topuna birden
Güzel öğütler vermiş:
— Birlik olur, sıkı durursanız, demiş.
Kurt giremez aranıza!
Koyun milleti yeminler etmiş çobana:
— Kurdu yanaştırırsak, demişler.
Yuf olsun bize.
Kahrolsun sırtımızdan geçinen,
Mor koyunu çiy çiy yiyen!
Ölmek var, kurda koyun yok!
Çoban inanmış, aferin demiş sürüye.
Ama daha o gece,
Uzaktan bir kurt görününce,
Darmadağın olmuş koca sürü.
Üstelik de gördükleri
Kurdun gölgesiymiş sadece.
Kötü askere istediğin kadar nutuk çek,
Yemin ettir ölürüz de dönmeyiz diye,
İlk ateşte hepsi kaçar yel yepelek,
Ağzınla kuş tutsan nafile

ÇAYLAKLA BÜLBÜL

Bir çaylak varmış,
Hırsızlığı dillere destan;
Köyün üstünden geçtiği zaman
Çocuklar bağırırlarmış
Eşkıya geliyor diye.
Günün birinde bir bülbül
Düşmüş bu çaylağın pençesine.
Baharın müjdecisi kuş
Çaylaktan aman dileyecek olmuş:
— Seni doyurmaz ki, demiş, benim etim:
Bütün servetim sesimdir benim.
Beni yemektense türkümü dinlesenize:
Bırakın da Tereus'un başına gelenleri
Anlatayım size!
— Kimmiş o Tereus? diye sormuş çaylak;
Eti budu seninkinden daha mı toparlak?
— Hayır, demiş bülbül; tam tersine,
Bir deri bir kemik kaldı aşkı yüzünden.
Bir türküsünü söyleyeyim de dinleyin:
Kim dinlese doyamıyor dinlemeye.
— Ya öyle mi? demiş çaylak;
Benim derdim sadece karnımı doyurmak.
Senin müziğin benim neme gerek?
— Ama beni krallar dinliyor, demiş bülbül.
— Derdini krallara anlat demiş çaylak;
Karnım zil çalarken benim
Umurumda mı senin türkülerin!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber