Hasan TÜLÜCEOĞLU

Batı’nın kendi kabuğunu Rönesans ve Reform hareketleriyle başlatılan uzun bir süreçte kırıp sosyal kültürel ekonomik sanayi ve teknoloji olarak dünya hakimiyetine ulaşması, bir açıdan skolastik anlayışla ortaçağa saplanmasına neden olan Hıristiyanlık dinine, özelliklede din adamlarına karşıtlık temeline dayanır. Aslında burada karşıtlık ifadesi de tam doğru değildir. Hıristiyanlık dinini temsilen kilise, kendi kontrol etki ve konumunu korumak adına yeni gelişmelere dini temele dayalı olarak başlangıçta karşı çıkmıştır. Toplumda müthiş otoritesi bulunan kilisenin küçük karşıtlıklarına rağmen Rönesans Reform hareketleri, aydınlanma ve modernizme ulaşılmıştır. Elbet bu süreçte kilise dışlanıp toplum dinsizleşmemiştir. Toplumda din yine hakim, kilise etki etkinlik ve menfaatine yine sahiptir.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız olayın bu boyutu bizim aydınlarımızda birazda Batı’nın asi ve günahkar birkaç çocuğunun yönlendirmesiyle ‘din terakkimize mani olmuştur’ inancını doğurarak dini tamamen toplumdan uzaklaştırma ancak böylece maddi terakkiye yükseline bilineceği ideali ortaya çıkmıştır.

Jön Türklerle başlayan bu ideal son dönem Osmanlı toplumunda güçlü bir rüzgar olarak esmeye başlar. Basın yayın kitaplar ve tiyatrolarla bu, topluma lanse edilmeye çalışılır. İkinci Abdülhamit’in Anadolu’ya yaydığı ‘batı tarzı eğitim veren okullar’ bu fikir sahiplerinin görüşlerini toplumun tabanına yaymalarında müthiş bir imkan sağlar. Abdülhamit’in iyi niyetine rağmen açtığı bu okullarda müthiş bir İslam dini karşıtlığı ve hatta Abdülhamit düşmanlığı yapılır.

Bu okulların bu durumlarından dolayı ilk sosyologumuz Ziya Gökalp’ın babasının onun için ‘okursa dinsiz okumazsa da eşek olacak’ dediği söylenir. Endişe doğru çıkmıştır. Din karşıtlığının en büyük savunucusu doktor Abdullah Cevdet intihar girişiminde bulunan öğrencisi Ziya Gökalp’ı tedavi etmiş ve kurşun izi olan anlına ‘haç işaretini’ andırır dikiş atmıştır. Elbet dinsiz olunmuyor, İslam’a düşmanlık ve karşıtlık olarak devamında din ihtiyacı sonuçta Hıristiyanlığa sempatiyi doğuruyor.

Bu sempatiyi yine bu anlayışın güçlü isimlerinden Tevfik Fikret’te de görürüz. Şiirleri Hıristiyanlık sempatisi kokar. Bu yaklaşımla yetiştirdiği ‘oğul Haluk’ sonuçta Hıristiyanlık dinine girer. Hüseyin Rahmi mahalle ağzıyla yazdığı romanlarda inceden halkın dini anlayış ve değerleriyle alay eder. Ahmet Mithat günümüzdeki araştırmacı gazeteci yaklaşımıyla toplum gerçeklerinden hareketle yeni bir toplumsal anlayış ortaya koymaya çalışır. Toplumu değiştirmede kitapların yetersiz olduğunu, o gün revaçta olan tiyatroların daha etkin olduğundan hareketle tiyatro oyunlarının yaygınlaşması gerektiğini söyler. Halid Ziya, Stendhal’a öykünürcesine yazdığı ‘Mai ve Siyah’ romanıyla anlatılarında dinin esamesinin bile okunmadığı bir toplum kurgulayarak  toplumun ahlakı değerlerini hümanist bir yaklaşımla adeta yok eder. Bu eser Osmanlı toplumunun taban değerlerini kaybederek değişiminde o kadar etkili olmuştur ki bu güçlü silah günümüze de taşınarak en çok izlenen dizi olarak kullanılır. Demek ki toplumumuzda asil ve asıl bazı  kökler hala duruyor olmalı ki Halit ziya’nın güçlü sosyolojik silahı modernleştirilerek yeniden kullanılma ihtiyacı duyuldu.

Marks’ın ‘din afyondur’ sözü de bizim aydınlanmacılarımızca İslam dinine uyarlanarak toplumu değiştirme adına iyi şekilde kullanılmıştır. Hıristiyanlık dini adına bazı açılardan bu söz makul olabilir ancak İslam dini için afyon tabiri tamamen haksızlıktır.

Elbette  ‘pozitivist yaklaşım’ da aydınlanmacılarımız tarafından din karşıtlıklarını bilimsel olarak kullanmalarında büyük fırsat sağlamıştır. O gün toplumda yaygın eksik ve hatalı skolastik düşünceye dayalı dini anlatımları da çok iyi kullanarak bilimsellik adı altında etkili bir din karşıtlığı yapılmıştır. Pozitivizmde  deneysel bilgiler, mantık ve akıl  esastır. Dünyanın yuvarlaklığı, gök cisimlerinin konum ve hareketleri, yağmur ve rüzgar olayları vb. üzerine geleneksel dini öğretinin eksiklerini, hatalı anlatımlarını fırsat bilerek bunu İslam dini karşıtlığı olarak hatta birazda ‘tiye alarak’ kullanmışlardır.   

Burada, ‘Osmanlı son dönemi Batılılaşma hareketinde bütün aydın ve münevverlerimiz din karşıtlığı anlayışına mı sahipti?’ doğal sorusu doğal olarak sorulur ve buna cevabımız elbette ki hayırdır. O halde onlar nerdeydi de din devleti Osmanlıda devlet imkanlarıyla diğerleri din karşıtı bir nesil yetiştirdi?

Bu sorunun cevabı olan dindar aydın ve münevverlerimizi başka bir yazımda ele alacağım.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

YKS KİTAPLARI Nazilli Haber